Mağdurun Dili

"Bu kitapta zor bir konuyu, edebiyatın mağdurlukla ilişkisini ele almaya çalışacağım. Mağdurluğun, adına 'edebiyat' dediğimiz anlatma deneyimini nasıl biçimlendirdiğini, ama edebiyatın da adına 'mağdurluk' dediğimiz duruma nasıl bir ışık düşürdüğünü anlamaya çalışacağım. Kendini dışlananlara, horlananlara, haksızlığa uğrayanlara yakın hisseden bir edebiyatın imkânlarını, aynı zamanda da sorunlarını tartışacağım" diyor Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili'nin (Mart 2008) girişinde.

Gürbilek, mağduriyeti Dostoyevski, Oğuz Atay, Cemil Meriç ve Yusuf Atılgan'ın yapıtları üzerinde çalışarak ele almış. "İlk kıvılcımı çakan yapıt"ın Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı olması şaşırtıcı değil. Ama esas açılımı Dostoyevski'nin yapıtları sağlıyor. Horgörülme, aşağılanma, görmezden gelinecek kadar değersiz olma, böcekleşme… Mağduriyetin doğurduğu tepkiler de var. Yeraltına kaçmak, görünmemek arzusu, meydan okuma, isyan, öfke, yıkıcılık, suç işleme… Bugün aşağılanmış olanın yarın başkalarını aşağılayacak enerjiyi bulduğu ya da mazlumluğun baskıcı iktidar taleplerine dönüşmesi açılım noktaları. Dostoyevski, mağdurluğun tüm biçimlerini tek bir romanda farklı farklı seslerde anlatabilme ustalığında bir yazar. Araştırmaya en önemli malzemeleri veriyor.

Gürbilek, Sartre Varlık ve Hiçlik'in "Bakış" bölümünde "başkasının yargılayan, küçük düşüren, utandıran bakışının nesnesi olduğumuzu, o halde savunmasız, kırılgan, incinebilir olduğumuzu gösterir" diyor. İnsanın olduğu gibi yapıtın da görülmek istediğine işaret ediyor. Dostoyevski'nin, Oğuz Atay'ın, Yusuf Atılgan'ın yapıtlarında bu görülmemenin yarattığı mağduriyet ağırlıklı olarak anlatılıyorsa Cemil Meriç'te yapıtın görülmemesinin yazarda yarattığı ruh hali öncelikle örnekleniyor.

Görülme arzusu, küçük görülme, horgörülme, hiç görülmeme korkusunu yaratıyor. Bir şölen var ve o şölenden dışlandıklarının, dışarı itildiklerinin farkındalar. Davetlere çağrılmıyorlar, kendilerini zorla çağırttıklarında da rezalet çıkartıyorlar, kendi kendilerini küçük düşürüyorlar. Para kazanmak, çok para sahibi olmak bir çıkar yol olarak görünüyor. Kumar tutkusu bu kaderini değiştirme çabalarından en önemlisi. Kumarda kazanacak, kolayca paraya, güce ulaşacak, görünür olacaklardır. Dostoyevski, aşk ilişkilerinde de mağduriyetten söz eder. Kadınlar, aşığını erkek kahramanı küçümser, görmezden gelir. Kahramanların gururlarını tekrar kazanması, sevdiklerince kabul görmesi için kumar masasına oturmaları gerekir. Dostoyevski'nin kendi hayat hikâyesi ile de benzerlikler kurulabilen kahramanları, zaman zaman hem mağdur hem de mağrurdurlar. Aşağılanmayı da yaşarlar, başarının verdiği gururu da. Tıpkı Dostoyevski'nin yazarlık hayatında başarıyı da aşağılanmayı da yaşaması gibi...

"İncinen gurur bir türlü onarılmadığında inilecek yer yeraltıdır," diyor Gürbilek. Kahraman olarak görülmüyorlarsa alçak olarak görülmek isterler. Bir şekilde görülmek çok önemli.

Gürbilek, Dostoyevski ile Kafka arasındaki etkileşime de dikkati çekiyor. Dostoyevski'nin kahramanları kendilerini bir fare, solucan ya da böcek gibi hissediyorlar sık sık. Böcek olmaktan korkuyorlar. Kafka ise Dönüşüm'de böcekleşmenin bir sonraki evresini anlatıyor. Kahramanı böcek olarak uyanıyor.

Oğuz Atay'ın tutunamayan kahramanları için "daha baştan kaderin sillesini yemiş, masum ya da korumasız, öksüz ya da yetim, düşmüş ve ezilmiş olanın haksız yere çektiği, çaresizce kabullendiği acıyı" anlatan "patetik" teriminden yola çıkıyor Gürbilek. Anlatılan şey anlatma biçimini de etkilemiştir. Yoğun duygu aktarımı, yanık duygusallık, yürek paralayıcı öyküler. Pathos'dan bathos'a kaymamak, yüceye uzanayım derken gülünç, basmakalıp olmamasını sağlaması önemli. Oğuz Atay'ın ustalığı anlatımda belirginleşir. Duygu aktarımını başarıyla gerçekleştirir, inandırıcılığını yitirmez, gülünç olmaz, en önemlisi acındırmaz. Okurunu akıl-duygu çatışmasına çeker. Soğukluk - samimiyet, mesafelilik - içtenlik, ciddiyet - çocuksuluk karşıtlıklarını iki farklı sesle verir; "soğukkanlı bilirkişi" ve "aşırı duygusal ve romantik." Bu sesleri inandırıcı bir şekilde yaratmada ironinin ve oyunun büyük payı var. Oğuz Atay, anlatılarının melodrama kaymamasını ironi ve oyunla sağlıyor. Oyunu, acıyı aktarılabilir kılmanın, insanlara acıklı bir şey anlatmanın yolu olarak görüyor Gürbilek'e göre.

Gürbilek, Oğuz Atay'ın yazar olarak mağduriyetinden bu çalışmasında, belki de bu konunun çokça işlendiğini düşündüğünden olsa gerek söz etmiyor. Alaycılık, araya mesafe koymak gibi yapıta yansıyan tavırda yazarın bu konumunun etkisi çokça tartışıldı. Alay edilmekten kurtulmak için alay ediyor. Kendi duygulu, naif, kırılgan yanını ironi ile korumaya alıyor. Ama mizah yazarı olarak da görülmek istemiyor. Hep ikilemler içinde.

Cemil Meriç, bir anlatı yazarı değil. Onun romanları, hikâyeleri, o hikâyelerde anlattığı mağdur kahramanları yok. O bizzat kendini mağdur hissedenlerden. Bu yanıyla da kitapta ele alınan yapıtlardan farklı bir yaklaşımı gerektiriyor. Ele alınan yapıt esas olarak Jurnal, günlükleri oluyor. Meriç, günlüklerinde kendini en dolaysız, en içten biçimde ifade ediyor, kolay ele veriyor. Meriç, bir yandan kendini "dünyaya gelişiyle gelmeyişi arasında hiçbir fark olmayan fanilerden" sayıyor bir yandan da "düşünce fatihi, fikir prensi, kelime imparatoru." Gürbilek'in bize anlattığı mağdur tanımına bu haliyle uygun görünüyor. Onun yeraltı trajedisinin kaynağı yücelik ve aşağılanmışlık duygularını birarada yaşayabilmeden kaynaklanıyor.

Kendini doğru ifade etmeye çok önem veriyor Meriç. Dili haysiyet meselesi olarak görüyor. Düşüncenin nasıl dile getirilebileceği en önemli meselelerinden. Gürbilek'e göre, "Meriç'in cinsel imalarla yüklü, abartılı, bol benzetmeli üslubunun söylem analizine verimli bir alan sunduğu açık."

Cemil Meriç'in düzyazıyı seçmesinde de yazmaya şiirle başlamasının, çeviri yoluyla romanla içli dışlı olmasının her iki türde de çok başarılı olamayacağının farkına varmasının etkisi var. Ama düşüncelerini bilimsel olarak temellendirmek yerine deneme diyebileceğimiz bir anlatımı seçmesinin üzerinde de durmak gerekirdi. Gürbilek, Meriç'in üslubuna, patetik içeriğe dikkati çekmiş ama bu konuya değinmemiş. Meriç'in denemeyi seçmesinde de aynı anda mağdur ve mağrur olma duygusunun etkisi olduğunu düşünüyorum. Deneme kanıt gerektirmiyor; ucu açık.

Gürbilek, Meriç'in Dostoyevski ile bağlantısını da gösteriyor. Meriç kendi hayat hikâyesi ile Dostoyevski'nin yapıtları arasında benzerlikler buluyor. Gürbilek'e göre de "Horlanmışlığın acısını bir gurur yarası olarak yaşadığı" için onlar gibidir Cemil Meriç.

Nurdan Gürbilek, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam ve Anayurt Oteli için iki ayrı yazı yazmış. Aylak Adam, şöyle bitiyormuş; "Sustu. Konuşmak lüzumsuzdu. Bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı." Gürbilek, "Bu cümlelerin yalnızca kahramanın değil, aynı zamanda yaratıcısının da duygularını dile getirdiğini düşünmek için birçok neden var" diyor. Romanın kahramanı insanlardan, yazarı okurdan umut keser. Bir yeraltı adamı olarak Dostoyevski ile de bu noktadan itibaren buluşur. Öte yandan da okurdan beklentisi vardır. Okur efendi, yazar köledir. Bilinmek, fark edilmek, okunmak ister. Okura yaranma isteği bir süre sonra, tekrar okurdan kendini kesinkes ayırma isteğine dönüşür. İnsanların kaçınılmaz ikiyüzlülüğünü hisseder, gerçek sevgiyi, sahiciliği arar. Roman incinmişlik öyküsü halini alır.

Anayutrt Oteli'nin kahramanı Zebercet'in yaşadıkları da Dostoyevski'nin yeraltı insanını hatırlatır. Görülmediğini, horgörüldüğünü fark ettiğinde eyleme geçer. İyilikle kötülük arasındaki ayrımı yitirir. Cinayet işler. Mağdurken cani olur.

Nurdan Gürbilek'in yaptığına eleştiri denemez, onunki yazı yoluyla yapıtı anlama çabası. Tartışıyor, yapıtı çözüyor, ele aldığı yapıt aracılığıyla kurama varmaya çalışıyor. Okuru, bu yapıtları tekrar okumaya, üzerlerinde düşünmeye çağırıyor. İyi de ediyor.

Yorumlar