Pembe Otobüs

Mehmet Anıl'ın yeni romanı Pembe Otobüs (Can yay.) on yedi yıldır görmedikleri arkadaşlarını bir akşam yemeği için bekleyen on üç kişilik bir grubun hikâyesi ile başlıyor. Uçakla, uzun yoldan geldiği anlaşılan ve iki arkadaşın karşılamaya gittiği Demir, üniversite yıllarında bu grubun lideri olmuştur. "Onu üniversite kampusundaki kafeteryaya çağırıp sınıf arkadaşlarımla tanıştırdığım gün hepimizin lideri olacağını o dakika hissettik. Erkekler rahatsız oldu, kızlar âşık. Kısa sürede eğri ve doğru onun kararlarına göre belirlenir oldu. İtiraf edemesek de ağzının içine bakıyorduk."

Üniversite yıllarında başlayan arkadaşlık sürmüş, grupta anlatıcı hariç herkes birbiriyle evlenmiş, bir anlamda grup varlığını sürdürmüştür. Anlatıcının farklılığı sadece medeni durum olarak değil, aynı zamanda konum olarak da belirginleşir. Adının Uğur olduğunu öğrendiğimiz anlatıcı, Çeşme'de Demir'lerin yazlık evinde buluşan gruptan ayrı, ayrıksı durur. Genellikle onlara dışarıdan, terastan bakar. Grubu izlerken bir yandan da geçmişi, özellikle Demir'le ilişkilerini hatırlar.

"Demir'in hayatta ne yapmak istediğini hiçbir zaman anlayamadım" der anlatıcı. "Sürekli olarak fikir -dolayısıyla üniversite- değiştiriyordu. Yalnızca ne yapmak istemediğini biliyordu: baba mesleği. Tıp fakültesiyle başladı, su ürünlerinde okurken felsefeyle ilgilendi, en son hepsini bırakıp konservatuvarda kompozitörlük okumayı planlıyordu, olmadı."

Anlatıcı, Demir'in bu grubun lideri olduğunu söylese de sürekli fikir değiştirmesinin gruba nasıl bir değişim yaşattığını öğrenemiyoruz. Demir aslında daha küçük, çekirdek bir grubun lideri bence. Anlatıcı Uğur ve grubun diğer üyelerinin hiç de benimsemediği İyi'dir onun düşünsel değişiminin sadık izleyicileri. Uğur, hemen her liderin yanında görebileceğimiz bir tiptir. Liderinin dediklerini kayıtsız şartsız onaylar ya da öyle görünür. Onu sadakatle takip eder, bir dediğini iki etmez ve bu sadakati de ona ikinci adam konumunu sağlar. Zengin bir müteahhiddin oğlu olan Demir'in maddi gücünden yararlanır, onun burjuva kültüründen nasiplenir. Ailenin güvendiği bir arkadaş olarak konumunu sağlamlaştırır.

İyi, bir Alman anne ile Türk babanın çocuğudur. Adını da Türkçe'yi sonradan öğrenmiş annesi koymuş. Üniversitede okumak için Almanya'dan gelmiştir. Uğur onu daha ilk gördüğünde sıradışı bir kişilik olduğunu hisseder, vurulur. "Karada yaşayan güzel bir deniz kızıdır". Bu güzel, eşşiz kızı kendisine fazla bulan Uğur, onu Demir'le tanıştırır. Aralarında bir ilişki doğacağından emindir, öyle de olur.

Demir, İyi ve Uğur üçlü grubu oluşturduktan sonra günlerini, İyi'nin yalnız yaşadığı, eski bir depodan bozma, insana denizin altındayım hissini veren ilginç dekorlu evinde geçirirler. "Evde her şey, derinlik duygusunu körelten incecik bir buğunun ardında belli belirsiz görünür gibiydi" diye anlatır Uğur.

Köşk adını taktıkları büyükçe bir kerevete uzanıp, içki içer, esrar çeker, türlü yemişlerden yiyerek Demir'in değişen ideolojik görüşlerini dinlerler. Demir devrimci, sol görüşlere de, milliyetçiliğe de uzaktır, Şamanizm, Don Juan'ın öğretileri, olmayan felsefe birikimiyla zamancılık, doğacılık gibi öğretilerin peşine düşer. Romanın anlatıldığı zaman 80'li yılların başı, belki de hemen 12 Eylül sonrası, biraz muğlak bırakılmış. Okulda sağ ve sol gruplar var. Eylemler yapılıyor, sloganlar atılıyor. Demir ve arkadaşları bu olaylarla hiç ilgilenmiyorlar. Marjinal küçük bir grubun macerası anlatılsa da bir yerlerde o günlerde yaşananlarla kesişmesi gerek. Örneğin, sokakta yürürken bir asker ya da polis aramasına rastlamalarını bekliyorsuuz ama hiçbir şekilde askeri darbenin gündelik hayattaki yansımaları romana yansımıyor. Mehmet Anıl, Demir, İyi, Uğur ilişkisine, o ilişkinin doğurduğu sonuçlara odaklanmış, ama bence odaklanma arka planda da olsa tarihi gerçekleri gözardı etmesini gerektirmiyor. Zaman ve yer belirtildiği için bu eksiklik dikkatimizi çekiyor.

Demir'in annesi, İyi'yi oğluna gelin olarak yakıştıramaz. Kendi başına buyruk hareket etmesiyle tanıdığımız Demir de nedense annesine direnemez ve İyi'den uzaklaşmaya başlar. Üçlü grup dağılmak üzeredir. Uğur'un çabaları da sonuç vermez. Beklemekten sıkılan ve ilişkilerinde gelecek görmeyen İyi, Demir'i terk eder

Demir sık sık Almanya'ya gitmeye başlar. Orada Greenpeace'e katılır, eylemler yapar. Ama tatmin olmaz. İnsanlığın Dünyayı hızla mahvettiğini düşünmeye başlar. Çevreci görüşlerini evrimleştirir ve neo-staoculuk dediği bir öğreti geliştirir. Ona göre çevre katliamını önlemek için Dünyadaki nüfusu azaltmak gerekmektedir.

Demir eve kapanıp din olarak adlandırdığı neo-staoculuğun manifestosunu yazarken İyi, denizin altını andıran evini bırakmış, önce mimar annesinin denediği hareket eden duvarlarıyla büyüyüp küçülebilen bir ev projesinde yaşamış, sonra da bir çatı katına taşınmıştır. Uğur, İyi ile arkadaşlığını sürdürür. İyi'nin annesinin de güvenini kazanır.

Bu arada Demir hayatında ilk defa düşüncelerini eylem geçirmeye karar vermiş, Almanya'da terörist bir grupla ilişkiye girmiş, insan nüfusun azaltmaları karşılığı bir milyon mark vaad etmiştir. Demir'in zengin olduğunu anlayan teröristler parayı almak için onu tehdit etmeye başlamıştır. Bu terörist grupla ilişki, sonrasında yaşanan tehditler ve rehin alma bölümleri inandırıcı olamamış. Uğur’un ve Demir’in yaşadığı sarsıntıyı anlamamız için terorist karakterler daha belirginleştirilseydi ve özellikle rehine alınma, paranın ödenme bölümü daha geniş işlenseydi iyi olurmuş.

Bu olaylar ve okulu bitirme sınavları Uğur'u yormuştur. Urla'ya gidip anneannesinden miras kalan evde yazı geçirmeye karar verir. Orada günlerini evin duvarlarına resim yaparak ve balık tutarak geçirirken hayatının en mutlu şeyi gerçekleşir, gizliden âşık olduğu İyi yanında kalmaya gelir. İki sevgili gibi mutlu mesut günler geçirirler. Bu mutluluğu noktalayacak olay Demir'in intiharı olacaktır. Demir uzun zamandır çalıştığı iki sayfalık manifestosunu geride bırakarak çırılçıplak soyunup hava gazını açarak intihar etmiştir.

İlerleyen sayfalarda bunun Uğur'un bir uydurması olduğunu anlarız. Aslında Demir, Uğur'u çağırmış, ona manifestoyu ve bir mektup vermiştir. Salim kafayla okumasını söylediği mektupta Demir'in Uğur'a birlikte intihar etme çağrısı vardır. İyi'yle yaşadığı mutlu günlere rastlayan bu olay Uğur'u telaşlandırır. Çeşme'ye gidip Demir'i bulur. Demir dünya nüfusunu azaltmaktan da, intihar düşüncesinden de vazgeçmiştir. Artık ruh rahatlığının peşine düşmüş epikürist olmuştur. Babasının mesleği olan müteahhidliğe başlayacaktır. İyi ile evlenmeye karar vermiştir. Uğur'dan İyi'yi bulup, kendisi ile barışması, evlenmesi için ikna etmesini istemektedir. Uğur, İyi ile beraber olduğunu itiraf eder. Bu itiraf Demir'i yıkar, Uğur'u evden kovar. Mutluluğunun bozulacağından korkan Uğur, çok fazla içip sızan Demir'i soyup gazı açar, başucuna manifestoyu koyar.

Roman anlatıcısının baştan beri "Bekliyoruz Demir gelecek…" diye yarattığı hava bu hikâyenin bize anlatılması içindir. Uğur, hikâyeyi bize "İsmail" diye hitap ettiği bir hayali kahraman vasıtasıyla anlatır. Hep ona hitap eder. İsmail'in anlatım açısından gereğini anlamadım. İsmail'in savaşta şehit olması, sonraları Uğur'un ailesinde kaybolan eşyayı bulmak için çağrılması hikâyeleri olmasa da olurdu. Biz okurların Pembe otobüsün yolcuları olarak tanımlanmalarından sonra tutturulmaya çalışılan mizahi, ironik dille yazılmış paragrafların da pek gerekli olduğunu sanmıyorum. Mehmet Anıl, "İsmail" tiplemesiyle, ironik paragraflarla klasik roman yapısını kırmaya, merak unusuru oluşturmaya çalışmış, ama bu bölümler yapıştırma kalmış. Aynı şekilde Demir'i bekleyen grup da yeterince işlenmediği için cana kana bürünemiyor, inandırıcı olmuyor. Çünkü heyecanla karışık bir korkuyla bekledikleri Demir'in onların hayatında ne gibi bir etkisi olduğunu bilmiyoruz. Romanda liderleri Demir'in Uğur ve İyi dışındaki grup üyeleriyle nasıl bir ilişki oluşturduğu hiç anlatılmıyor. Bizi uydurduğu hikâyelerle kandırıp esas anlatmak istediklerini dinlememizi sağlayan anlatıcı onlar için de daha derinlikli ve de Demir'le bağlantılı hikâyeler kurabilirdi ya da on iki kişilik grubun hiç yer almadığı sadece anlatıcı ve İyi'nin olduğu bir yapı kurabilirdi ki çok fazla değiştirmeye gitmeden bu da mümkün görünüyor. Demir'in felsefe tiradları attığı bazı bölümleri gereğinden uzun bulsam da, epik ve mizahi unsurun gereksizliğini düşünsem de genelinde iyi ve okunaklı, sürükleyici bir roman Pembe Otobüs. Mehmet Anıl, hem anlattıklarıyla ve anlatım biçimiyle, hem de diliyle ilgi çekecek, okunaklı bir yazar.

Yorumlar