Angelacoma'nın Duvarları

Cemil Kavukçu, İnegöl'de doğmuş, büyümüş. Üniversiteye kadar da hep orada yaşamış. Kavukçu, yeni kitabı Angelacoma'nın Duvarları'nda (Kasım 2008, Can yay.) çoçukluk ve gençlik yıllarını anlatıyor. Angelacoma, İnegöl'ün eski adıymış. İnegöl, Marmara bölgesinde, nispeten gelişmiş bir ilçe olsa da sonuç itibariyle kasaba. Eni boyu, sınırları belli… Bir çocuğun, özellikle bir gencin zamanını geçirebileceği çok yeri yok. Sinema, kahvehane, meyhane üçgeninde geçiriliyor günler. Zaman zaman kasabaya gelen panayırlar geçici bir şenlik havası yaratıyor. Ama kısıltırılmışlık, kapatılmışlık duygusu hep var.

"Kâğıt ya da tavla oynamadığım, sinemaya gitmediğim, yapacak bir şey bulamadığım gecelerde, tek başıma pencere kenarındaki bir masada oturup çayımı yudumlarken, ilçenin en geniş ama o saatlerde ıssızlaşmış caddesine buraya ait olmadığımı, harcandığımı, kendimi kandırdığımı, hiçbir zaman ressam olamayacağımı, benim için yaşamın başka yerde olduğunu düşünürdüm." Arka kapağa da alıntılanan bu cümleler aslında kitabın ana fikri. Altıncı yıldır okuduğu liseyi bitirip üniversiteye girme aşamasına gelmiş delikanlı, bu kasabaya kısılıp kalmış olduğunun bilinciyle bir an önce bir yolunu bulup kaçma arzusu ile dolu. "Ben ne olacağım?" diye soruyor. Ama bir yandan da oradan çıkamayacağını Angelacoma'nın Duvarları'nı delip dışarıdaki dünyaya ulaşamayacağını düşünüp kederleniyor. Çünkü çevresinde bunun birçok örneği var. Hayallerini gömüp sıradan işlerde kendini tüketmiş birçok örnek.

Birkaç kez duvarı delme, öte yanına geçme fırsatı doğmuş. İlki, orta okul son sınıfta girdiği parasız yatılı ziraat okulu sınavı. Toprakla içli dışlı bir hayatı özlemesine, o okulda okumak istemesine rağmen sınavı kazanamıyor. İkinci fırsat, liseyi İstanbul'a okuyacak olması. Küçük dayısı İstanbul'da üniversitede okuyor. Dede ile anneane İstanbul'a taşınmış. Pertevniyal Lisesi'nin sınavına giriyor. Bu kez kazanıyor. Duvarı delmeyi başardığını düşünüyorsunuz. Ama talihsizlik hastalık olarak geliyor. Sürekli uyuyor, yüzü, ayakları şişiyor ve bir gün tuvallette kanlı idrar yapıyor. Doktora gidiliyor, teşhis "Nefrit". Çok geçmeden yatağa düşüyor. Çok sevdiği İstanbul'u, lisesini terk edip, İnegöl'e baba evine dönüyor. Koca bir kış, evde, kitap okuyarak, resim yaparak ve odasının pencerisinden Uludağ'a bakıp hayaller kurarak geçiyor. Resim yapmak, hayatının amacı halini alıyor. Güzel Sanatlar Akademisi'ne gitmeyi, ressam olmayı kuruyor. Ama cebir-geometri derslerini geçip liseyi bitirmek konusunda pek istekli değil. Arkadan gelip kendisine yetişen kardeşi ile aynı sınıfta okuyacak olmak bir kabus. Kendisi gibi, sınıfları çift dikişle geçemeyen arkadaşları ile aylaklık günleri başlıyor. "Çok coşkulu bir erkekler topluluğu" oluşturuyorlar. İçkiler içiliyor, şarkılar söyleniyor, içte biriken sıkıntı, yalnızlık duygusu naralarla, haykırışlarla ifade ediliyor.

Sürpriz bir biçimde cebir-geometri derslerini geçip liseyi bitirmesi ve üniversite sınavında kopya çekmeyi sağlayan hoş rastlantı Angelacoma'nın Duvarları'nı delmek için son fırsatı veriyor. İlçeden sınava giren öğrenciler arasında en yüksek ikinci puanı alıyor. Şimdi bir karar vermesi gerek, ya hayalini kurduğu gibi Güzel Sanatlar Akademisi'ne gidip ressam olacak ya da bu yüksek puanı değerlendirip Tıp fakültesi ya da mühendislik gibi önemli bir okula…

Cemil Kavukçu, Angelacoma'nın Duvarları'nda kitabın alt başlığına uygun olarak "otobiyografik bir anlatı" kurmuş. Ortaokul ve lise çağlarını, kasabanın verdiği çıkışsızlık duygusunu, duvarı delme arzusunu anılarla yoğurarak anlatmış. Kitabı okuyup bitirirken, keşke daha çok ayrıntıya girseymiş, daha çok anı anlatsaymış diye düşünmeden edemiyorsunuz. Tabii, duvarı delip kendini kasabanın dışına atmayı beceren gencin İstanbul'da başına neler geldiğini de merak ediyorsunuz.

Yorumlar