Dünyanın Uğultusu

Behçet Çelik'in ilk romanı Dünyanın Uğultusu (Ocak 2009, Kanat), bir kriz dönemi romanı. 2001'de yaşadığımız kriz sırasında geçiyor. Romanın kahramanı Ahmet üniversite bitirmiş, iyi işlerde çalışmış, iyi para kazanmış, harcamasını bilmiş. Şimdi de kriz nedeniyle işşiz kalmış... Günlerini dolduran mesai saatlerinin yerinde koskoca bir boş zaman vardır artık. Zaten daha işte çalışırken "kıpırtısızlık" dediği bir ruh haline girmiştir. Hiçbir şeyi önemsemez, acele etmez, hayatı oluruna bırakır. Dünya bir uğultudan ibarettir. Bu halinden ilk rahatsız olan sevgilisi Özlem'dir. İlişkilerine bir süre ara vermeyi teklif eder. Ahmet de aynı kıpırtısızlık içinde bu teklifi hemen kabul eder.

Tam anlamıyla yalnız bir adamdır Ahmet, pek fazla arkadaşı yoktur, olanları da aramaz. Ailesi, anne babası ise bir başka şehirdedir. İşten atıldığı için iyi bir tazminat alacaktır. Zaten biraz birikmiş parası da vardır. O parayı hesaplı bir şekilde harcarsa uzun zaman çalışmadan yaşayabilecektir. İş bulmak için çok fazla ısrarcı olmayacak, işsizliğin tadını çıkartacaktır. Sürekli hesaplar yaptığını, az para harcamaya çalıştığını görürüz. Param bitecek korkusu onu panikletmez, bir - iki teşebbüs dışında iş aramaz. Tembellik Hakkı'nı sonuna kadar kullanmaya niyetli gibidir.

İşsizliğin ilk günü, ısıtmayan güneşin altında soğukta boş boş gezerken yolu bir çay bahçesine düşer. Orada kendi gibi işsiz olan Ayla ile tanışır. Sohbet ederler. Uzun süredir işsiz olan Ayla'nın girişkenliği ve güzelliği Ahmet'i etkiler. Ayla, Ahmet'in falına bakar ve onun durumunu tam olarak tahlil eder. "Bir yol kavşağındasın. Çoktandır oradasın. Hayatın kavşaklarda geçmiş senin. Bir tarafa dönmek yerine kavşağın sıkılıp sana yol olmasını beklemişsin" diye anlatmaya başlar. Hayatındaki insanları azalttığını, en son bir kadını uzaklara yolladığını söyler. İşsizliğinin de diğer işsizlerden farklı olduğunu, Ahmet'in kendi seçimi olduğunu anlatır. Kendini hep yalnız hissettiğini, arkadaşlarını aramadığını çünkü onları kendine denk hissetmediğini söyler. Ayla'nın fal aracılığıyla yaptığı bu tahlil, biz okurlara Ahmet'in kişiliğini, nasıl bir ruh halinde olduğunu da anlatır. İlerleyen sayfalarda Ayla'nın bir iki paragrafta anlattıklarının örneklendiğini, yaşandığını görürüz.

Ayla'dan sonra Ahmet'in hayatına giren ikinci kadın Aynur... Aylak, aylak gezerken ne amaçla yapıldığını bilmeden katıldığı bir yürüşte tanışıyor Aynur'la. Aynur, üniversiteden arkadaşı Buket'in kardeşi. Tanışmaları da Aynur'u Buket sanması ile oluyor. Aynur, kronik bir işsiz… Üniversiteyi bitirdikten sonra bir türlü iş bulamamış. Ailesi ile birlikte yaşıyor. Yirmili yaşlarda hoş bir kız, canlı. Kırk yaşındaki Ahmet'le aradaki yaş ve tavır farkına rağmen onun yanında kendini rahat hissediyor.

Ahmet, sıradan gibi görünse de aslında ayrıksı bir tip. Yalnızlığının, kendini yalnızlaştırmasının yanında, iş dışında hemen hiçbir ilgisi, uğraşı olmayan biri. Sokaklarda avare avare dolaşmak dışında bir şey yapmıyor. Futbol, siyaset, kağıt oynamak, at yarışı gibi merakları yok. Erkeklerin boş zamanlarını tüketmek için gittikleri kahvehanelere yolu düşmüyor, meyhane birahane gibi yerlere de çok takılmıyor. Takılsa da orada tek başına oturuyor, dostluklar kurmuyor. Kitap, dergi de okumuyor, sinemayla, tiyatroyla ilgilenmiyor. İçki içiyor. Biraz da kadınlara düşkün. Günün büyük bir bölümü yeni tanıştığı Ayla'yı ve Aynur'u düşünmekle, acaba arasam mı, aramasam mı diye tereddütler geçirmekle tükeniyor. Bu iki kadın hakkındaki düşünceleri, kararsızlıkları kişiliği hakkında da önemli ipuçları veriyor. En önemli özelliği ise tüm boş vermiş görünümüne rağmen her şeyi ince ince düşünmesi. Aslında hemen her şey hakkında biraz aykırı fikirleri var. Bunları söylemeyi, tartışmayı da seviyor. En azından bir zamanlar tartışmadan, münazaracılıktan haz almış. İşsizlik hakkında düşünürken de iş hayatını sorguluyor, sıradan insanın rutininin büyük bir kısımını oluşturan işin insan hayatını gereksiz olarak kapladığı yargısına varıyor. İş ve aile en aykırı, isyancı ruhları bile kendine uyduruyor. Normalleştiriyor. İnsanların kendilerine daha çok zaman ayırmaları gerektiğine inanıyor. İşsiz kalmış olması "kendine zaman ayırma" için bir fırsat. Ama, Ahmet'in bu fırsatı değerlendiremediğini görüyoruz. Günler hemen hiçbir şey yapmadan akıp gidiyor. Yavaş yavaş boş oturmanın, işsizliğin verdiği sıkıntılar başlıyor. Hiçbir yerde çok fazla duramıyor, evde sıkılıyor dışarı çıkıyor, dışarıda evi özlüyor.

Dünyanın Uğultusu ana kahramanı Ahmet'in üzerinden, bakış açısından gelişen bir roman. Ahmet'in çocukluğuna, öğrencilik yıllarına kadar uzanıp geçmişiyle hesaplaşmaları ile derinlik kazanıyor. Anılarını yad etmesi ile kıpırtısızlık haline nasıl geldiğinin ip uçlarını buluyoruz. Taşralı bir genç olarak İstanbul'da okuyup iş sahibi olma mücadelesinin onda ne gibi ruhsal yaralar açmış olacağını seziyoruz. Araya zaman zaman Aynur'lu bölümler giriyor, onun hayatını, Ahmet'le birlikte yaşadıklarına bakışını öğreniyoruz. Dar gelirli bir ailenin kızı olan, hayatın zorluklarını yakından tanıyan Aynur da aslında Ahmet'ten pek farklı bir durumda değil. Aksine ailesi ile birlikte yaşadığı için bir takım kısıtlamalara da tabi. İstediği zaman evden çıkamıyor. Her istediğini yapamıyor. Görüştüğü tek arkadaşı Aslı ile de pek anlaşamıyor. Alımlı bir kız olmasına rağmen bir sevgilisi yok. İnsanlarla ilişki kuramıyor. Sürekli iş arama, bulamama hali sıkıntısını artırıyor. O da ince ince düşünüyor, ayrıntıları didikliyor. Ahmet'le karşılaşmış olması yeni bir ilişki için iyi bir fırsat ama onu da değerlendirmek konusunda çekingen. Ahmet'ten hamle bekliyor. Ama Ahmet'in de araması kolay olmuyor.

Ayla ise bir sır olarak kalıyor. Ayla'nın bölümleri yazılmamış. Romanın üç kahramanından biri olmasına rağmen ne Ahmet'e kısmen anlattığı geçmişini, ne de tanıştıktan sonra yaşadıklarını öğrenemiyoruz. Kolayca ulaşılamıyor. Sık sık ortadan kayboluyor

Kaçan kovalanır derler. Ahmet, Ayla'yı merak ediyor. Sürekli telefon açıyor ama evde bulamıyor. Ayla sadece kendi istediğinde ortaya çıkıyor. Ama her defasında Ahmet'e daha sıcak ve yakın davranıyor.

Günler tekdüze bir şekilde akıp gidiyor. Ahmet daha çok içine kapanıyor. Ayla'nın ortaya çıkışı, Ahmet'i bir otele götürüp, orada yaptığı konuşmayı dinletmesi bir dönüm noktası oluyor. Ne amaçla buluştukları anlaşılmayan, son aylarda işsiz kalmış insanlardan oluşan bu grubun lideri görüntüsünde Ayla. İnsanlara öğütler veriyor. Farklı, özel olduklarını, kendilerine güvenmelerini söylüyor. Ahmet, Ayla'nın sırlarını çözmek istiyor, bu grubun neden kurulduğunu, amacını merak ediyor. Toplantı sonrası birlikte yemeğe gittikleri Ayla'dan pek net cevaplar alamıyor. Toplantıları organize eden adamın telefonunu ediniyor. Ama cesaret edip adamı arayamıyor. Bunu Aynur'dan istiyor. Aynur da hemen bu işin içinde bir gönül ilişkisi olduğunu hissediyor. Ahmet'le iyice yakınlaşmak üzereyken kendini geri çekiyor. Ama hafiyelik oyununa da katılıyor. Adamı bulup konuşuyor. Ahmet'in bildiklerinden daha fazlasını öğrenemiyor. Bu grubun varlığı, Ahmet ve Aynur'un arama, öğrenme çabaları bence romana pek fazla bir şey katmıyor. Zaten sonuçta bulunan, öğrenilen kayda değer bir şey de yok. Ne grubun gerçek amacı ne de Ayla'nın rolü açıklığa kavuşuyor.

Çok benzerlik yok ama, Dünyanın Uğultusu bana 50 Kuşağı’nın varoluşçu romanlarını, öykülerini hatırlattı. Özellikle Yusuf Atılgan'ın Aylak Adamı'nı... Aylak Adam da Ahmet de "Dünyanın Uğultusu"ndan sıkılıyorlar. Uğultu biraz dinse huzura kavuşacaklar. Ahmet'in Aylak Adam'dan farkı, daha sorgulayıcı olması ve gelecek endişesi. Aylak Adam gibi maddi sıkıntısı olmasaydı herhalde onun gibi davranırdı. Ekonomik kriz ortamında iç sıkıntısı, hiçbir şey yapmadan yaşama arzusu Ahmet gibi bir karakterde inandırıcı oluyor. Onun ataletini Aylak Adam'ınkinden daha kolay kavrayabiliyoruz.

Yeni yıla yeni kararlarla başlamak yerine Ahmet de, Aynur da "Başkalarının prim verdiği, önemsediği, uğruna öbür insanları itip kaktığı hiçbir şeye yetişmemekle hiçbir şey kaybetmeyeceğine" inanır. "Kendini çoğu gün yokmuş gibi hissetmenin iyi yanının hiçbir yarışın içinde olmamak olduğunu fark eder". Uzayda bir yer kaplayacak, Dünyanın uğultusunu dinleyerek varolacaklardır.

26 Şubat 2009 Cumhuriyet Kitap

Yorumlar