Karanlık Çökerken Neredeydiniz

Mario Levi'nin son romanı Karanlık Çökerken Neredeydiniz'in (Ocak 2009, Doğan Kitap) girişinde "Bu ülkenin değişebileceğine inanan '78 Kuşağı'na… İsyanların saflığı için…" cümlesi var. Bu cümle, 78 Kuşağı hakkında bir roman okuyacağımızı düşündürüyor ister istemez. "Masumiyetini ve saflığını kaybetmemiş o son romantik kuşaktan" altı kişininin, İzak, Necmi, Şebnem, Niso, Yorgo ve Şeli'nin hikâyeleri anlatılacak.

Roman bir baba oğul öyküsü ile başlıyor. "Üniversiteyi yeni bitirmiştim ve bana verilmek istenen, daha da doğrusu dayatılan hayatı reddetmek için elimden geleni yapıyordum. Boyun eğmek bir çeşit ölümü kabullenmek demekti. Yenilmek, isyanını kaybetmek, en kötüsü de uzlaşmak… Buna ne o zamanki duygularım izin veriyordu, ne de siyasi görüşlerim… Yaşadığımız günler, gücünü değiştirme, hatta yıkarak değiştirme ruhundan alıyordu çünkü…" gibi cümleleri olan anlatıcı, babasının ondan beklediği hayatı sürdürmememek için umduğumuz gibi devrimci mücadeleye katılmak yerine Londra'ya gitmeyi seçiyor. Bu seçim de, dönüp dolaşıp, kendisininden bekleneni yapması, babasının yanında dükkanda çalışması sonucunu doğuruyor. İsyancı ruh, okulda kalıyor. Durumu "Savaş bitmişti. Üzerimizden kamyon geçmişti sanki. (…) Yaşamak zorundaydık yine de" cümleleriyle izah ediyor. Oysa herhangi bir devrimci faaliyeti olmamış, dolayısıyla ne işkence görüp hapse düşmüş, ne de kaçıp gizlenmek zorunda kalmış. Babasının istediği işte çalışıyor, ailesinin istediği gibi bir evlilik yapıyor. Başarılı bir iş adamı, iyi bir baba oluyor. Bu durumundan rahatsız olduğunu söylese de değiştirmek için hiçbir şey yapmıyor. "Hayatımdan her geçen gün biraz daha çok uzaklaşan bir oyunun kahramanlarıyla, yaşadığım günlere hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir heyecanla bakmamı sağlayan arkadaşlarımla, daha doğrusu insanlarımla da bağlarımı iyiden iyiye koparmış ya da koparmak zorunda kalmıştım. Hepimiz bir yerlere savrulmuştuk. Onların da benim gibi, yeni hayatların izini sürdüklerini, o izlerde kendilerini daha çok bulmayı umut ettiklerini düşünmekten başka çarem yoktu" diye anlatıyor. Lisede kurduğu sağlam dostlukları, üniversite sonunda tamamen yitirmiş, sonra da hayatın akışı içinde bir zamanlar içtiği suyun ayrı gitmediği arkadaşlarını aramaz sormaz olmuştur. Aynı şekilde arkadaşları da onu arayıp sormamıştır.

"Artistler Takımı" adını verdikleri bu grubu İzak, otuz yıl sonra yeniden bir araya toplamak istiyor. Lise yıllarında birlikte yazıp oynadıkları, İstanbul'da tüm din ve ırklardaki insanların birarada dostça yaşayabileceğini anlatan 'İstanbul Hayatım' oyununu yeniden oynama planının hayata geçirecek. Aslına bakarsanız romanda çok kullanılmış bir yapı bu. Anlatıcı, eski arkadaşlarının izini sürecek, bu iz sürme romana bir macera hissi katacak... Arkadaşlar bulundukça onların daha önce bilmediğimiz dünyalarına girecek önce aradan geçen zamanda neler yaşardıklarını öğreneceğiz, sonra anılar yad edilirken eski defterler açılacak varsa kahramanla hesaplaşılacak, o zaman yanlış anlaşılanlar, gizlenenler, bilinmeyenler öğrenilecek, geçmiş yeni bir görünüm kazanacak. Sonunda buluşma gerçekleşecek ya da gerçekleşmeyecek ama bu arama-bulma süreci romanı oluşturmuş olacak.

Roman sanatı açısından bildik bir yapıyı kullanmanızın hiçbir sakıncası yok. O yapının içinde neyi, nasıl, hangi üslupla anlattığınız önemli. Burada bir fark yaratıyorsanız yapının eskiliği önem arz etmiyor.

Mario Levi'nin baştaki cümlesi, giriş bölümünde anlatıcının babasıyla ilişkisi üzerinden düzene uyması öyküsünü anlatırken safr ettiği cümleler 70'li yıllarda yaşanan devrimci mücadeleyi konu edinen bir roman okuyacağımız beklentisini yaratıyor. En azından anlatıcının böyle bir mücadele dönemi yaşadığı izlenimine kapılıyoruz.

"Adım İzak" diye başlayan, anlatıcının hikayesine devam ettiği bölüm, yenik devrimciliğin yanına kendi ülkesinde "yabancı" konumuna düşürülmenin de anlatımı. "(…) acılarla yüklü o antiemperyalist savaşı her hatırlayışımda, bu topraklara tüm varlığımla bağlanmaktan gurur duydum. Vatanlardan çok, kültür iklimlerine ve coğrafyalara innadığım halde… Bir ülkeye sahip çıkmanın, içi boş milliyetçiliğe saplanmaktan geçmediğini bildiğim halde… Sadece ve sadece Yahudi olduğum için gerçek anlamda bir Türk gibi kabul edilmediğimi birçok kez gördüğüm, daha da doğrusu görmek zorunda kaldığım, bırakıldığım halde… Kendimi öncelikle duygularımla bağlı hissettiğim bu ülkede kimilerine göre Türküm daha açık söyleyişle, kimilerine göreyse Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan bir Yahudi. Bu "yabancılığı" farklı şekillerde yaşamama yol açmış o kadar anım, bilgim ve tanıklığım var ki artık…" 500 yıldır birlikte yaşansa da Müslüman ve Sünni olmayanların Türk sayılmaması bir politika. Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli kereler "yabancı" olarak tanımlananlar ülkelerinden koparılıp atılmış, sürülmüş. Bunun son örneklerinden biri de 80 Darbesi yönetiminde yaşandı. Mario Levi'nin İzak'ın hikayesini anlatırken kısa bir bölümünü alıntıladığım cümleler, romanın kahramanlarının adlarının çağrıştırdıkları, uzak ülkelere gittiklerinin söylenmiş olması o pek dillendirilmeyen göç dönemini de anlatabileceğini düşündürüyor bana. Okuduğum satırlar bu beklentileri yaratıyor. Ama anlatmıyor.

Aslında İzak ve babasının öyküsü çok yoğun ve "yabancılık" sorunu açısından da simgesel. Sondaki İzak'ın oğlu ile yüzleştiği bölümle birlikte bu romandan ayrı, yeni bir romanda değerlendirilip daha çok ayrıntı ile anlatılmayı hak ediyor. Zaten, sonraki sayfalarda İzak, arkadaşlarıyla karşılaştıkça bazı şeyler tekrar edildiği için çok da gerekli görünmüyor bu giriş. Roman 55. sayfadaki "Her şey o sarsıntıyla bir daha başladı, evet" cümlesiyle başlayabilirdi.

Okurun beklentisi ile yazarın anlatacağının tam uyması beklenemez. Bazan tamamı karşılanır, bazan da çok azı. Mario Levi, ilk bulduğu arkadaşı Necmi'nin bir çok romanda, hikayede rastladığımız klişeleşmiş öyküsünü bir yana bırakırsak 78 Kuşağı'nın mücadelesine ya da yaşadıklarına pek girmiyor. Çünkü onun "Artistler Takımı" mücadeleye teğet geçenlerden. Şişli'de bir Fransız Lisesi'nde (isim verilmiyor ama Saint Michel olması gerek) okuyorlar. Siyasetle ilgileri futbola meraklarından daha az. Satır aralarında o dönem mücadeleye katıldıklarını anıştırılsa da İzak arkadaşlarını tek, tek bulduğunda bu konular konuşulmuyor. Bireysel öyküler, kahramanların kendi aralarında yaşadıkları konu ediniliyor.

İzak, fazlaca zorlanmadan, arkadaşlarını buluyor. Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi'nde bulduğu, konuşmayan, tepki vermeyen Şebnem'in dışında hemen hepsi öykülerini büyük bir açık yürekle İzak'a anlatıyorlar. Bu öyküler ayrı yapılar halinde romanın ana eksenini oluşturuyor. Herhangi bir öykü çıkartılabilir ya da yenisi eklenebilir, yapıda bir bozu olmaz. Mario Levi, düz, birbirine çok karışmayan, okurun kolayca kavrayacağı bir yapı ve anlatımı tercih etmiş. Anlatıcı İzak da her cümleyi, davranışı, jesti, mimiği tahlil eden, altlarında başka anlamlar arayan şüpheci bir kişilikte. Sohbetler sırasında kısacık anlarda nasıl becerebiliyorsa her cümleyi sorguluyor, kendi deyimiyle "derinlikli yorumlar" yapıyor. Önemli gördüğü olguları da sık sık tekrar ettiği için okurun anlayamayacağı, okuma hızında atlayıp geçebileceği hiçbir boşluk bırakmıyor. Böylelikle "Artistler Takımı"nın kahramanlarının, aralarında bazı hesaplaşmalar olması beklentisine rağmen (örneğin Şeli ile Yorgo'nun kırık aşkı) hiç nazlanmadan bir araya gelip yeniden aynı oyunu oynamayı kabul ettiğini görüyoruz.

Yıllardır susup oturan ve Necmi'nin, doktorların tüm çabalarına rağmen tepki vermeyen Şebnem'in İzak'ın eski günlerin müziklerini dinletmesi, çiçek götürmesi, sohbet etmesi gibi bir kaç küçük girişimi ile tekrar konuşmaya başlaması, iletişim kurması ve nihayetinde oyunda oynaması pek inandırıcı değil. Uzun uzun maç öyküleri anlatacak kadar ayrıntıya düşkün anlatıcının bu süreci daha derinlikli işlemesi gerekirdi.

Sonunda tüm kahramanlar İstanbul'da buluşuyor. Anılar yad ediliyor, heşaplaşmalardan dostluklar tazelenerek çıkılıyor, oyun tekrar başarıyla sahneleniyor. Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine derken finalde kötü bir sürpriz yaşanıyor ama sonuç olarak herkes başta onları bulduğumuz noktaya dönüp hayatlarını sürdürmeye devam ediyor.

12 Şubat 2009, Cumhuriyet Kitap

Yorumlar