Yalancı Tanıklar Kahvesi

Vedat Türkali 90. Yaşını Yalancı Tanıklar Kahvesi'yle (Mart 2009, Turkuvaz) kutluyor. Roman, adını bir fıkradan almış. Fıkra şöyleymiş; "Anadolu'da bir kentte, Adliye Sarayı'nın karşısında "Yalancı Tanıklar Kahvesi" varmış. Yalancı tanık arayan iş sahibi gidip biriyle anlaşır, duruşmaya çıkarırmış. Adam girmiş kahveye, bakınırken biri sokulmuş hemen; "Yardımcı olabilir miyim? Nedir sorun?", "Bir alacak davası" demiş adam. "Hâlâ vermedi değil mi, o namussuz herif paranızı!" Adam biraz çekinerek "Para benden isteniyor" demiş. Hemen yetiştirmiş herif: "Kaç kez vereceksiniz beyefendiciğim, kaç kez vereceksiniz!" (s.259) Fıkrayı anlatan roman kahramanı Nedim Hoca sözünü şöyle bağlıyor; "Özgürce düşündüğü kurmacasında bir sürü aydın! Allayıp pulluyorlar gerçek sorumluyu! Çoğu yüreksizliğinden göremiyorlar aslında. Karşılarına dikilen olmuyor mu? Ne yiğitler çıktı, yıkıldılar! İşler iyice zora vardı şimdi. Bir sürü şaşkın kaldı ortada. Pazarlık uyacak bir gün! Ellerinden düşürmedikleri sol kitapların hepsi rafa kalkacak! Bu çirkef dünyaya ne cici yalanlarla tanıklığa kalkışacaklar, bakın görün!"

Yalancı Tanıklar Kahvesi'nin ilginç bir kahramanı var; Muhsin. Bir ağa oğlu. "Hacı Bey" diye anılan babası, Akdeniz kıyısındaki bir kentin tanınmış tücarlarından. Zeytinyağı, peynir, bal gibi yörenin ünlü besinlerini üretimini, alımını, satımını yapıyor. Geniş toprakları var. Karısı da zengin bir aileden gelme. Ailenin tek erkek çocuğu Muhsin, üniversite eğitimi için önce İstanbul'a orda tutunamayınca Ankara'ya gelmiş. Okulda bir illegal sol gruba katılmış. "Başlarken" adlı kısa girişte Hacı Baba'nın ramazanda teravi namazına giderken yaşananlar, düşündükleri Muhsin'nin karakterini de ince çizgilerle belirliyor. Biraz deli dolu, maceracı, sorumsuz ana babasının sözünü dinlemeyen bir genç… Türkali, kitabın girişinde 60'lı yılların Ankarası'nda diye tarihi ve yeri belirliyor ama ilk sayfalardaki izlenimimiz romanın daha çok 50'li yıllara oturduğu, o dönemi hatırlattığı... 60’lı – 70’li yıllar roman boyunca ete kemiğe bürünemiyor.

Muhsin, arkadaşı Salih'le birlikte Dil-Tarih'te okuyor. "Türkiye devrimini nasıl gerçekleştireceklerinin telaşlı arayışı peşine düşmüş gençler arasındaydılar. Ateşli özlemle bekledikleri devrimin yolunu kesmeye kalkışmış faşistlerle savaşmaktan daha önemli ne olabilirdi ülkenin o günkü koşullarında?" diye anlatıyor yazar.

Muhsin'le Salih, o günlerde devrimci akımın öncüsü TİP'e girmiyorlar ama olayları yakından izliyorlar. 15-16 Haziran olaylarını doğuran işçi eylemleri yaşanıyor. "En kötüsü örgütsüzlüktür deyip bir örgüte bağlanmışlardı sonunda." TİP çevrelerinde gelişen, silahlı eylemcilere uzak, işçilere yakın çalışan, daha barışçı bir örgüt bu. Duvarlara yazı yazıyor, bildiriler dağıtıyor, eylemlere giriyor, kavgalara katılıyorlar ama bunların ayrıntılarını okuyamıyoruz, birkaç sözle geçiyor. Salih daha çok içinde işlerin, Muhsin biraz kenarda bırakılıyor ya da kalıyor. Bu gidişat bir gün Salih'in ortadan kaybolması ile değişiyor. Muhsin, Salih'in tutuklanmış olabileceğini değil de, gizli bir görevle bir yere gittiğini düşünüyor. Gizlilik şartına rağmen kendine durumu bildirmemesine içerliyor.

O günlerde bir arkadaşı aracılığıyla diş tedavisi için gittiği Reyhan'dan etkileniyor Muhsin. İstanbul'da Hukuk'ta okurken kaldığı evin beş vakit namaz kılan, dini bütün kızı Nahide'yi hatırlıyor. Vedat Türkali'nin tüm bu olayları ve fazlasını anlattığı ilk paragrafı tam sekiz sayfa. Türkali için bizim "tek bir ana fikir çevresinde kümelenmiş cümleler" diye bildiğimiz anlamından farklı bir anlamı var paragrafın. Önceki romanlarında da rastladığımız kendine has bir özellik. Ama olayları takip etmeyi zorlaştırdığı bir gerçek. Bu zorluğu, akıcı diyaloglarla dengeliyor Türkali.

Aynı uzun paragrafta, romanın bir diğer kahramanı Nedim Hoca'yı da tanıyoruz. Muhsin'nin düşünsel yapısında çok etkili olan, onu sol düşünceye yönelten, lise psikoloji ve felsefe öğretmeni, şimdi Ankara'da kitapçılık yapıyor. Temel Marksist kitapları Fransızcasından okuyor, günlük gazeteleri takip ediyor. İç-dış olayları yorumluyor, eleştiriyor. Ama içine kapanık, pek kimseyle ilişkisi yok, bir örgüte de katılmamış. Nedim Hoca, Muhsin'in yol göstericisi, akıl hocası...

Salih'in Filistin kamplarına eğitime gittiğini öğrendiği, Reyhan'la iyice yakınlaştığı bir günün gecesi Muhsin'nın tutuklanması ile ilk kırılma yaşanıyor. Muhsin, hapiste işkence görmesine rağmen örgüt arkadaşlarının adını vermiyor, direniyor. Bir süre hapis yattıktan sonra babasınını parasını ve nüfuzunu kullanması sayesinde arkadaşları en az onar yıl ceza alırken altı yıl ceza alıyor. Üç yıl yattıktan sonra gelen genel afla kurtuluyor. Dışarı çıkınca örgütle eski yoğunlukta bir ilişki kuramıyor. Onu gizli kararlardan, eylemlerden uzak tutuyor, küçük işler veriyor, daha çok örgüte maddi yardım gerekince başvuruyorlar ona.

Babasının çağrısına rağmen memleketine dönmeyen Muhsin, artık günlerini kitap okuyarak, Nedim Hoca'nın kitabevine gidip onun yorumlarını dinleyerek ve akşamları meyhanelerde kafayı çekerek geçiyor. Babası eskisi gibi çok para yollamasa da, tek oğlunun her yaptığını hoş gören annesi sayesinde bu hayat tarzını zorlanmadan sürdürüyor. Her yere taksi ile gidecek kadar parası var. 12 Mart'ın ertesindeki günler, devrimci hareketlilik tüm hızıyla sürüyor. Eski örgütü ile sıkı bir ilişki kuramayan Muhsin, hemen her gün yeni bir sol örgütün çıktığı bu ortamda bir türlü gönlüne göre olanı bulamıyor, ne illegal ne de açık bir sol örgüte girmiyor. Salih'in Filistin'den dönmesini bekleyerek olayları kıyıdan izliyor. Onunla birlikte tekrar siyasi faaliyete başlamayı kuruyor. Bu arada silahlı mücadele kızışıyor. Hemen her gün gençler öldürülüyor. Olaylar okullara sıçrıyor. Ama okula pek az giden Muhsin bunlarla da pek ilgilenmiyor, okuldaki mücadelede de saf tutmuyor. Kendi deyişiyle "gizli çalışmaya çekme sinsiliğinde" (s.177) çevresinde dolanan öğrencilerden uzak durmayı tercih ediyor. Aslında korkusuna bir kılıf bu davranışı, kendine de itiraf ediyor.

Bohem, hatta avare diyebileceğimiz bir şekilde konumlandırıldığı için Muhsin'le birlikte Nedim Hoca'nın gazetelerden okuyup yorumladığı haberlerle yetiniyoruz. Ülke hızla 12 Eylül Askeri darbesine doğru giderken Nedim Hoca, bu devrimci mücadeleden bir şey çıkmayacağı öngörüsünde bulunuyor. Ona göre çözüm, halka yakınlaşmak, bunun yolu da solcuların dinsiz gibi görünmekten vazgeçip halkın dini değerlerine saygı göstermesi, hatta katılması… O zaman halk da mücadele katılacak, başarılı olunacak. Ama bu yönde bir girişimde de bulunmuyor. İslam'a daha sıcak baktığını söyledikleri Kıvılcımlı izindeki örgütlere de katılmıyorlar. Bu ve benzeri görüşler aslında darbeden sonra dillendirilen, bugünden düne bakışta söylenebilecek sözler. Bir uzak görürüşlülük diye alınsa da o ortamda taraftar bulamayacak, uç görüşler olarak kalıyorlar.

İlerleyen sayfalarda Muhsin'nin Almanya'dan geri dönen Reyhan'la, isterik ressam Zeliş'le ilişkileri daha ağır basıyor. Reyhan'ın sert sağlam kişiliğini, olayları çok daha iyi gözlemleyip, bulaşmamayı tercih etmesini izliyoruz. Muhsin'ninse, Salih'in geri dönüp, bir sendikada çalışmaya başladığı ve onu da aynı sendikaya aldıracağını söylediği için bir beklentisi var. Bu arada memleketine gittiği kısa sürede köylülerden babasının satın aldığı sütün fiyatının yükseltilmesi gibi küçük bireysel eylem yapmış, gördüğü saygı ile mutlu olmuş, ama oradaki devrimcilerin ilişki kurma talebini de reddetmiştir.

Ama mücadele taraf olmaya zorluyor. Faşistler kitabevine gelip tehdit ediyor, kitabevinin Kürt çalışanları ve Muhsin gözaltına alınıyor. Sonunda da kitabevi bombalanıyor. Nedim Hoca, üzüntüden kalp krizi geçiriyor. Memleketine dönmeye karar veriyor. Diğer yandan olayların dışında kalmayı tercih eden Reyhan'ın da babasının Iğdır'daki işyeri Alevi diye basılıp, yıkılacak, baba ağır hastalanacaktır.

Bu arada, Salih, kıyısından da olsa Muhsin'i sendikal çalışmalara katmaya karar veriyor. İstanbul'a çağırıyor. Birlikte çalışmaya başlıyorlar. Ama daha işin başında büyük bir inşaatta çalışan işçileri örgütlemeye çalışırken silahlı saldırıya uğruyorlar ve Salih ölüyor. Bu olaydan sonra gözaltına alınıp bırakılan Muhsin ruhsal sarsıntısını dindirmek için memleketine dönüp dinlenmeye karar veriyor. Bu gidişin dönüşü olmayacaktır. Üniversitede evrim geçiren ve başörtüsünü çıkatıp çekici bir kadın olan Nahide ile karşılaşacak, onunla evlenip, ölen babasının yerine işin başına geçecektir. Bir anlamda o da yalancı tanıklar kahvesinin bir üyesidir.

Vedat Türkali, Yalancı Tanıklar Kahvesi'nde kendine has akıcı anlatımı ile 68'de, 78'de bir yanda devrimci mücadele sürerken kıyıda köşede kalmış, olaylardan bir süre etkilenmiş ama sonra olması gereken yeri bulmuş böyle kişilerin de olduğunu anımsatıyor.

9 Nisan 2009, Cumhuriyet Kitap

Yorumlar