Azâb-ı Mukaddes

Neyzen Tevfik, yaşam biçimiyle, eserleriyle Türk kültür hayatının en ilginç simalarından. Neyzenlik, 24 Mart 1879'da Bodrum'da doğan Tevfik Kolaylı’nın hayatında ve isminde ayrılmaz bir parça. Neyzen dediğimizde akla o geliyor, bu sıfatı ismi gibi kabul edip, kullanıyoruz. Küçük yaşta sara hastalığına yakalanması nedeniyle eğitimini sürdürememiş, Babasının görevi nedeniyle, 13 yaşındayken gittikleri Urla’da ney dersleri almaya başlayınca hayatının yönü değişmiş. Mevlevihanelerde yaşamış. İzmir Mevlevihanesinde taşlama ve yergi üstadı Şair Eşref’le tanışınca onu ustası bilip yergiler yazmaya başlamış. İlk şiiri, 13 Mart 1898'de Muktebes dergisinde yayınlanmış. 19 yaşında İstanbul’a gelmiş. Yine mevlevihanelerde hayatını sürdürürken Mehmet Akif’le tanışıp dost olmuş. Neyzen, Akif'e ney, Akif Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca öğretmiş. Müzik ve edebiyat çevrelerinde dostlar edinmiş. Ahmet Mithat, Muallim Naci, Tevfik Fikret, Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, Hacı Arif Bey gibi üstadlarla arkadaşlık etmiş.

1900 yılından itibaren yüzlerce plağı yayınlanmış. Ama şiirlerinin derlenip toparlanması için bir teşebbüste bulunmamış. Bir süre Şair Eşref ve Mehmet Akif’le birlikte Mısır’da kaldıktan sonra İstanbul’a dönmüş. 1919 yılında, ilk kitabı Hiç (yeni baskı 2008, Kapı yay.) yayınlanmış. Ulusal Kurtuluş Savaşı başlayınca 1923’te Ankara’ya gitmiş, bir kaç ay kalmış. Cumhuriyeti destekleyen, Mustafa Kemal’i öven, yücelten birçok şiir yazmış. 1926 yılında Atatürk'le tanışmış. Bu sıralarda sara nöbetleri ve alkolizm nedeniyle çeşitli kereler hastaneye yatmış. Mazhar Osman ve Rahmi Duman, hem dostu, hem doktoru olmuşlar. Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrılmış. İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar gidermiş.

Azâb-ı Mukaddes’in ilk yayın teşebbüsü 1924’de olmuş. Fasiküller halinde planlanan yayın teşebbüsü ikinci fasikülden sonra durmuş. 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in şiirlerini, onun gözetimi altında, Azâb-ı Mukaddes adı ile derlemiş, kitaplaştırmış.

Neyzen, hayatı boyunca parayı, ünü hiç önemsememiş, sazını da sözünü de geçim kapısı yapmamış. Düzenli bir geliri olmamış. Ne doldurduğu plakların ne de yayınlanan şiirlerinin telifinin peşine düşmemiş. İçkiyle koyun koyuna, sık sık hastanelerde molalar vererek yaşamış. 28 Ocak 1953'te vefat etmiş. Cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde kılınmış. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarı’nı doldurmuş. Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurlamış bu efsanevi sanatçıyı.

Neyzen Tevfik, hakkında çok konuşulan, fıkralar üretilen, anılar anlatılan, uydurulan simgesel bir kişi. Paraya, şöhrete yüz vermemesi, dobralığı, siyaset, din, toplumsal çarpıklıklar gibi konularda hiç kimseden çekinip korkmadan içtenlikle yazdığı taşlama ve yergileri ile halkın gönlünde taht kurmuş. Hem hakkında yazılan kitaplar, hem de kitapları her zaman çok okunan eserlerdi. Sanıyorum, mirasçılarının telif hakkı mücadelesi nedeniyle bir süredir Neyzen Tevfik’in kitapları yayınlanmıyordu. Kapı Yayınları 2008’de Tevfik’in eserlerini yayınlamaya Hiç’le başladı. Aralık 2009’da da Azâb-ı Mukaddes’in yeni basımı yapıldı. Bu baskı için 1949’daki ilk basım esas alınmış. Kelimelerin yazımında günümüz yazım kurallarına uygun düzeltmeler yapılmış. Kitabın girişinde Neyzen’in kısa hayat öyküsü, Neyzen’in sunuş ve önsözleri yer alıyor. Neyzen, “Çoban Armağanını Sunarken!” başlıklı yazısında “bu şiirlerde Arapça ve Farsça kelimeler çok gibi görünecektir. Bugün için bilhassa gençler tarafından anlaşılması zor olan bu kelimeleri çıkartıp atamazdık” diyor. Gerçekten de Neyzen’in şiir dili 1949 için bile oldukça eski. “Deli gönül, neyi özler durursun? / Acınacak dostun, cânanın mı var? / Dünya yansa yorganın yok içinde / Harap olmuş evin, dükkanın mı var?” diyerek başlayan hicivlerinde ve taşlamalarında ise çok daha anlaşılır bir dili var. Fazlaca zorlanmadan bugün de okunabiliyor. Tek sorun ilk baskıdan kaldığını sandığım açıklayıcı dipnotların sayıca azlığı. Neyzen’in hiciv ve taşlamalarının kime, neye yönelik olduğunu daha iyi anlayabilmek için açıklayıcı dipnotların çoğaltılmasında fayda var.

Hiç’in yeni basımının kısa sürede tükenmesini de göz önüne alarak Neyzen’in yine okurun ilgisini toplayacağına kuşku yok, o nedenle bu çalışma Azâb-ı Mukaddes’in yeni baskısı için vakit geçmeden başlatılmalı.

Türkiye tarihinin bu kendine mahsus kişiliğini tanımak, hiciv ve taşlama geleneğimizi anlamak ve belki de Can Yücel’in bıraktığı yerden geleneği sürdürmek için Azâb-ı Mukaddes iyi bir fırsat.

25 Şubat 2010

Yorumlar