Bir Hülya Adamının Romanı, Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar, yaşarken okurlardan beklediği ilgiyi görememiş yazarlardan. Ölümünden sonra ise, bir çok yazarın aksine her geçen yıl daha çok okunmuş, hakkında araştırmalar yapılmış, eserleri dünya dillerine çevrilmiş, klasikleşmiş bir yazar. Özellikle çağdaş edebiyata pek sıcak bakmayan akademik çevrelerin ilgisi, hakkında yapılan araştırmaların, incelemelerin çokluğu dikkate değer. Üniversitelerin merakının kökeninde kuşkusuz eserlerinin gücü yanında, öğrencilerinin Tanpınar’a ilgisi ve sevgisi de yatıyor. Mehmet Kaplan, Zeynep Kerman ve İnci Enginün’ün çabalarını özellikle anmak gerek.

Tanpınar’ın öğrencilerinden Prof Dr. Orhan Okay az ve öz yazmasına rağmen değerli eserlere imza atmış, hem akademik hem de edebi çevrelerin yakından tanıdığı, önemsediği bir isim. Özellikle Beşir Fuad’la ilgili çalışması ile anılır. Orhan Okay, hocası Tanpınar hakkında birçok makale, inceleme yazmış. Tanpınar hakkındaki en geniş çalışması ise geçtiğimiz günlerde yayınlanan Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar (Şubat 2010, Dergâh yay.). Kitabın adında “roman” ibaresi geçse de Orhan Okay, Tanpınar monografisini bilimsel bir bakış açısıyla yazmış.

Tanpınar’ın yaşarken yayınladığı çok az sayıda eseri var; 37 şiirden oluşan bir şiir kitabı, iki roman, bir deneme kitabı, iki küçük antoloji, bir edebiyat tarihi ve bir kaç çeviri... Denemelerinin ve şiirlerinin çoğu dergilerde kalmış. Ölümünden sonra yarım kalan romanları da dahil bir çok eseri derlenmiş, kitaplaştırılmış. Mektupları ve günlükleri kitap halinde basılmış. Belki de bu nedenle Tanpınar hakkında ölümünden sonra bu kadar yoğun ilgi olmuş, yazılmış, konuşulmuş.

Eserlerinin topladığı ilgi ister istemez okurun Tanpınar’ın hayat öyküsünü de merak etmesine neden oluyor. Sevdiğiniz, önemsediğiniz yazarın nasıl biri olduğunu, nasıl yaşadığını bilmek istiyorsunuz. Orhan Okay’ın eseri bu anlamda önemli. Orhan Okay Önsöz’de çalışmasını şöyle tanımlıyor; “Peşin söylemeliyim ki bu monografi tam bir hayat hikayesi değildir. Genel olarak kronolojiye uyulmakla beraber Tanpınar’ın hayatının ve şahsiyetinin çekirdeğini oluşturan bazı konular, yer yer bir takım parantezlerle geriye ve ileriye doğru olaylarla bir çerçeveye yerleştirilmek istenmiştir. Tanpınar’ın biyografisini çıkarırken resmi diyebileceğimiz hayat hikayesi ile sahip olduğu kültürün kaynaklarını ve izlerini paralel geliştirmeye gayret gösterdik. Bunun için biyografisiyle beraber eserlerini, bizzat kendisi için anlattıklarını ve çevresiden gelen bazı hatıra ve anekdotları takip ettik. Bu işin zor ve riskli tarafı Tanpınar’ın kendisi hakkındaki sınırlı bilgiler yanında özellikle kendi değer yargılarının da hemen bütün eserleri gibi poetik yanı ağır basan metinler olmasıdır.”

Orhan Okay, önce yazarı belirleyen çevre, aile ve mekan’ı anlatarak söze başlıyor. Tanpınar’ın hayatına bu açıdan göz atıyor. 43 sayfalık bu ilk bölümden sonra tekrar başa dönüp daha kronolojik bir anlatımla doğumundan başlayarak Tanpınar’ın okul, iş ve edebiyat hayatını anlatıyor. Bu bölümdeki belge ve bilgi yoğunluğu dikkate değer. Birçok belge ilk kez gün ışığına çıkartılıp Tanpınar’ın hayat öyküsünün bilinmeyen dönemleri aydınlatılmış. Orhan Okay, böylelikle “Tanpınar’ın resmi diyebileceğimiz hayat hikayesi”ne önemli katkılarda bulunmuş, iyice ayrıntılandırmış. Ama mektuplarından ve günlüklerinden Tanpınar’ın eserlerinde önemli etkisi olduğunu anladığımız özel hayatına değinmiyor. Hayatını yalnız bir adam olarak sürdürmesinin nedenleri, bakmakla yükümlü olduğu ailesi ile ilişkileri, dostlarının onu hem sevmesi hem de biraz şüpheyle karşılamasına, hatta dışlamasına neden olan alışkanlıkları, hiç evlenmemiş olmasının, kayda değer aşklar yaşamamasının nedenleri, hayatını belirleyen kişisel özellikleri anlatılmıyor ya da bir cümlede bırakılıp ayrıntılandırılmıyor. Orhan Okay, “Daha Özel Bir Hayat” başlıklı “artık özel hayatını da anlatacak” diye umduğumuz dört sayfalık bölümde Tanpınar’ın geçirdiği hastalıkları listelemekle yetinmiş. Sürekli hasta olma halinin Tanpınar’ın hayatını nasıl belirlediğine, özeli bir yana “resmi hayat hikayesi”ni nasıl şekillendirdiğine değinmek gereği duymamış.

Orhan Okay ne kadar sözünü etmese ya da üstü kapalı geçse de Tanpınar’ın çok ilginç bir özel yaşamı olduğunu anlıyoruz. Kitapta sözü edilmeyen ama fotoğrafları yer alan Zümrüt filminde figüranlık yapması, güzellik yarışmasında jüriliği bize bunu düşündürüyor. Bohemliği, derbederliği, kumar, içki alışkanlıkları, karşılıksız ya da platonik aşkları, dönemin önemli yazar ve sanatçılarından oluşan yakın çevresi anlatılmadan Tanpınar’ı resmi de olsa tanımamız mümkün değil. Tanpınar mektupları ve günlüklerinde özel hayatı hakkında bir çok ayrıntıyı veriyor ama Okay bu bilgilere itibar etmiyor.

“Kırtipil Hamdi” diye anılmasının, kendini “debeder şair” diye tanımlamasının, en yaınlarının bile “Hamdicik” gibi küçümseyici tabirler kullanmasının, çalışma hayatında pek sempatiyle karşılanmamasının, milletvekilliği görevinden sonra üniversitedeki görevine dönmeye çalışırken öylesine zorlanmasının temelinde Tanpınar’ın anlatılmayan kişisel özellikleri, alışkanlıkları var. Özellikle politikaya girme arzusu ile dikkatimizi çeken siyasi bakış açısındaki paradokslar gün geliyor Orhan Okay’ın odaklandığı edebiyat anlayışına da, akademik hayatına da yansıyor.

Orhan Okay, Tanpınar’ın üç buçuk yıl süren milletvekilliği hakkında pek belge bulunmadığını belirterek bu dönemin üzerinde pek durmamış. Kitabın sonuna eklediği Tanpınar’ın siyasi çalışmaları ve yazılarını ele aldığı yazısının başlığı ise çok manidar; “Politika Batağında Bir Şair”. Bu yazıdan Orhan Okay’ın Tanpınar’ın özellikle günlüklerinde iyice netleşen siyasi eğilimlerini, değerlendirmelerini beğenmediğini, hatta kınadığını anlıyoruz.

Tanpınar, hayatı boyunca CHP’li olmuş, tek parti iktidarının gerekliliğine inanmış, Atatürk’e ve İnönü’ye hayranlık duymuş, İnönü ile şahsen tanışıp görüşmüş, CHP’den milletvekili seçilmiş, CHP’nin resmi yayın organlarında yazmış. Muhafazakar çevrelerin onu konumlandırmak istediği yerin tam tersinde yer almış. Demokrat Parti’ye karşı olmuş, 27 Mayıs 1960 askeri darbesini desteklemiş.

Orhan Okay, Tanpınar’ın İnönü’den yazılarında “Büyük Şef” olarak söz etmesinden, Anayasa’nın Türkçeleştirilmesini alkışlamasından hoşlanmıyor ve Tanpınar’ı mazur gösterecek “geçim derdi”, “gönül borcu”, “minnet duygusu” gibi siyaset dışı mazaretler bulmaya, Tanpınar’ın bu tavrının gerçek görüşlerini yansıtmadığına bizi ikna etmeye çalışıyor. Ama Tanpınar’ın 27 Mayıs’ı destekleyen, idam kararlarını onaylayan yazıları için “zalimane” demekten, “yazıları onun bibliyografyasına olduğu kadar biyografisine de çamurlanmış sayfalar olarak girecektir” demekten başka söyleyecek sözü yok, mazeret üretemiyor. Çünkü Tanpınar’ın tavrı çok açık, net. Böyle olunca da Tanpınar’ın siyasi fikirleri, tavrı görülmesi istenen tablo bozulmasın düşüncesiyle olsa gerek monografiye dahil edilmemiş ama bu yazı kitaba eklenmeden de edilememiş.

Tanpınar ne kadar paradokslar içindeyse Okay da onun hayat öyküsüne karşı o denli paradoksal. Görmek, göstermek istediği Tanpınar tablosu bozulduğu anda bilimselliğe uzak düşüyor, objektif bakışını yitiriyor. Belki de bunda Orhan Okay’ın Tanpınar’ın özel değil resmi hayat öyküsünü yazma niyeti nedeniyle mektuplarını ve günlüklerini yeterince değerlendirmemesi yatıyor. Tanpınar’ın kişiliğine biraz daha eğilseydi, onun özel hayatında yaşadığı ikilemleri değerlendirseydi sanırım resmi hayatındaki paradoksları da daha iyi anlayacak, Tanpınar’a daha makul yaklaşacaktı. İnsanoğlu hataları ve sevaplarıyla bir bütündür. Tanpınar’ı da böyle değerlendirmek gerek. Orhan Okay da genel olarak bu çabada.

Orhan Okay’ın Önsöz’de belirttiği gibi Tanpınar, “nev’i şahsına münhasır bir kişi. “Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine” şahsiyetlerden. Onu kafamızdaki şablonlara yerleştirmektense olduğu gibi değerlendirmek, anlamaya çalışmak herhalde en doğrusu. Orhan Okay Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar’da birçok yeni bilgiyi günışığına çıkararak, iyi ve derin bir araştırmayla Tanpınar’ın hayat öyküsünü olabildiğince ayrıntılandırıyor, yeni boyutlar katıyor. Tanpınar tutkunları için de, Türk edebiyatını anlamak isteyenler için de önemli bir başvuru kitabı.

15 Nisan 2010

Yorumlar