Çöplüğün Generali

“O gün orada ne oldu? Kimse bilmiyor, hatırlamıyor.” diye başlıyor Oya Baydar'ın yeni romanı Çöplüğün Generali (Eylül 2009, Can Yay.). “Kaç kuşak geriye gidersen git, olayı çocukluğunda yaşamış olması gereken kaç yaşlıyla konuşursan konuş, kimse bir şey anlatmıyor, anlatamıyor. Ne kulaktan kulağa bir söylence ne korkuyla fısıldanan bir sır ne bir görgü tanığı… Akıp giden tarihten hoyratça sökülüp koparılmış bir zaman parçası; ya da bileni, duyanı, anlatanı kalmamış, unutulmuş bir masal.” Öyle masallaştırılmış ki, gazetelerin, televizyonların arşivlerinde bu olayla ilgili bir bilgi yok. Tarih kitapları o yılları atlayıp geçiyor. Resmi açıklamayla deprem, halk arasındaki adıyla büyük patlama adı bilinen ama hatırası kalmayan bir olay…

Bu masalın tek bir bileni var; Çöplüğün Generali. Bilen, hatırlayan son insan. O hatırlıyor ve hatırlatmak istiyor. Sonunda hatırlatmasına yardımcı olacak bir çıkıp geliyor.

Çöplüğün Generali, hayali bir ülkede geçiyor. Bu ülkede, günün birinde, çöplüklerde, boş arazilerde gömülüp bırakılmış bombalar, mermiler bulunmaya başlıyor. Birileri mühimmatı şehrin her yanına saçmışlar. Kazmaya, aramaya gerek kalmıyor, sokaklardan, parklardan, ağaçlıklardan, ekili alanlardan, denizden ve tabii çöplüklerden mühimmat fışkırıyor. Mühimmatı ortalığa saçarak hem onlardan hem de sorumluluktan kurtulmak istiyorlar. Ortalığa saçılmış silahları birileri tarafından bulunuyor, bazıları medyaya konu oluyor ama genellikle bu silahları bulanlar üç maymunu oynamayı, görmemiş, duymamış, bilmemiş olmayı tercih ediyorlar. Ama üç maymunu oynasalar da silahları bulanların başına kötü şeyler geliyor ya bir süre sonra öldürülüyorlar, ya kayboluyorlar ya da bu savaş gereçleri bulundukları sırada patladığı için parçalanıp ölüyorlar.

Mühimmatı bulup da ölmeyen ama sakat kalan bir kişi var; çöp toplayıcısı, sağır ve dilsiz bir çocuk. Patlamadan sonra ağır yaralar alıyor, bir bacağını kaybediyor ama bir doktorun ilgisi sayesinde hayatta kalıyor ve çöplüğüne dönüyor. Bu çocuğun gelecekte bir silüet olarak görünüp yazarın hatırlamasını sağlayacak Çöplüğün Generali”nin çocukluğu olduğunu hissediyoruz.

Çöplüğün Generali iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde, bir yapbozun parçalarını tamamlar gibi şehrin her yanından fışkıran bu mühimmatı bulanların başına gelenleri okuyoruz. Bir yandan da bu mühimmatın sahibi üst düzey devlet görevlilerinin nasıl paniğe kapılıp silahları ortalığa saçtıklarını öğreniyoruz. Parçalar yavaş yavaş birleşerek bütünü oluşturuyorlar. Bu aslında son bölümü yazılmamış bir romanın taslağı. Bazı bölümlerin sonunda romanın yazarının notlarını okuyoruz.

Bir çöplükte mühimmatla birlikte emekli bir generale ait olduğu anlaşılan askeri üniforma ceketi bulunması ve ceketin sahibi olan emekli generalin intihar ettiğinin anlaşılması bir ipucu. Sadece işsiz olduğu için ve meraktan bu işin peşine düşen Hacker’ın ülkedeki herkesin dinlendiğini keşfetmesi ve bu kayıtlara ulaşması gerekli bilgiyi de veriyor. “Kim kime ne kadar teslimat yapacak, kim kimden ne kadar para tahsil edecek, kim kimi X’leyecek, malı ne zaman nereye zula edecek, kimler nerede toplanacak, kim aracılık yapacak” hepsi dinlenmiş, kaydedilmiş. “Bilmesi gerekenler biliyormuş.”

Hacker, intihar eden generalin de telefon kayıtlarına ulaşıyor. Genelde sıradan konulardan söz eden general son konuşmalarından birinde “Bunlar memleketi felakete sürüklüyorlar, niyetleri bizleri durdurmak, çember daralıyor” dedikten sonra, kendisinin buralardan uzaklaşacağını söyleyip ekliyor “Baktınız havalar bozuyor, tohumları serpin kırlara, tarlalara. Baharda boy atarlar. Bir de şu torbalar vardı hani, bir yerlere bağışlayın gitsin, kim olsa işine yarar. Gerektiğinde devralırız.” Hacker, bunları sıradan ticari konuşmalar sansa da, biz günümüzde yaşadığımız olayları hatırlayıp intihar eden generalin bir darbe girişiminin parçası olduğunu ama bu girişimin öğrenildiğini, paniğe kapılan darbecilerin ellerindeki silahları ortalığa saçıp kaçmaya karar verdiklerini anlıyoruz.

Anlayamadığımız nokta şu; darbecilerden bakanlık müsteşarının evinin aranmış olmasının da gösterdiği gibi (s 75) darbe girişimi devlet tarafından öğrenilmiş, bunun üzerine paniğe kapılan darbeciler ellerindeki silahları ortalığa saçıp kaçmışlar ya da kaçmaya çalışmışlar. Güvenlik güçleri arama yaptıkları evlerde bulduğu şifreli kroki ve planlardan yola çıkarak mühimmatı ele geçirmiş ve bunu medyaya bildirmiş. Olay televizyon ve gazetelere haber olmuş (s. 57). Ama romanda okuduğumuza göre mühimmatı bulanların başına hep belalar geliyor. Burada bir paradoks var gibime geliyor. Devlet (romandaki deyimle merkez), bu darbe girişiminin önlendiğinin duyulmasını istediği için her şeyi medyaya yansıtıyor. Diğer yandan da darbeciler de suç aletlerinden kurtulmak için onları (nedense) ortalığa saçıyorlar (ya da bu suç aletleri o kadar çok ki bir süre sonra nereye el atsan ortaya çıkıyor.) Sonuç olarak her şey ayan beyan ortada ama mühimmatı bulanlar yok ediliyor.

“Her Şeyi Unutmak İsteyen Adam”ın zamanında kendisine işkence yapan kişinin çöplük patlaması ile ilgili olarak tutuklandığını “Evinde, gizli bir bölmede suikast silahları, bombalar bulunduğu”nu öğrenip adam hakkında bildiği her şeyi anlatmaya karar vermesi, mahkeme tanık olarak kabul edilmesi ve ardından kimliği belirsiz kişilerce öldürülmesi de aynı paradoks duygusunu yaratan bölümlerden. Belki de merkez her şeye tamamen hakim olmaya çalışırken bu olaylar meydana geliyor. Bir direnme, çatışma dönemi… Oya Baydar bu durumu açıkça anlatmıyor.

İlerleyen sayfalarda anlayacağımız gibi büyük bir patlama ile sona eren bu dönemin tüm toplumca unutulması için 3M (Üç Maymun) adlı bir virüs üretiliyor ve tüm geçmişten dönemin bilgileri siliniyor, o dönem tarihten çıkartılıyor. Baştan beri okuduğumuz olayları bize roman yapısında anlatan yazar da kayboluyor ve tabii okuduğumuz romanı da... Bu unutturma işlemi de izaha muhtaç. Zira yönetimler genellikle kendilerine karşı yapılan bu tür darbe girişimlerini unutturmak yerine hatırlatırlar ki, ne kadar güçlü oldukları bilinsin ve de başkaları da bu tür girişimlerde bulunmasın.

Acaba, emekli generalin intihar etmeden önce “Çok gerekli olmadıkça asla kullanmadığı gizli numarayı” tuşlayıp “O an yaklaşıyor, teslim olmayın, gerektiğinde fitili ateşleyin” sözüne uyarak aradığı kişiler fitili ateşledi de büyük patlama oldu ve darbeciler amacına mı ulaştı? Yönetimi ele geçirince de bir darbe yapıldığı hatırlanmasın diye tüm toplumun belleğini sildiler! Bir başka ihtimal de darbecilerle merkezin olayın üstünü örtüp unutturmak üzere anlaşmış olması. Ama romanda anlatılanlar böyle olmadığını, merkezin darbe girişimini bastırdığını düşündürüyor.

Çöplüğün Generali’nin ikinci bölümünde tamamlanmamış romanını okuduğumuz yazarın ortadan kayboluşundan yıllar sonrası anlatılıyor. Büyük bir deprem ya da patlama ile binlerce kişi ölmüş, şehir tamamen yerle bir olmuş. Yeni bir şehir kurulmuş. İnsanlar mutlu mesut yaşıyorlar. Her şey psikiyatrın havaalanına giderken yanlış yola sapıp bir uçurum kenarına, tellerle çevrili bir yere ulaşması ve oranın neresi olduğunu merak etmesi ile başlıyor. Meraklı psikiyatr, bu bölgenin haritalarda yer almadığını keşfediyor. Bir jeolog sonra da nesli tükenmiş meraklı bir gazeteci arkadaşından yardım istiyor. Onlarla konuşmalı bu yerin haritadan silinmesi gibi büyük patlama döneminin de öncesi ve sonrasıyla belleklerden silindiğini keşfetmelerini sağlıyor. Hem arşivleri araştırıyorlar hem de o bölgeye gidiyorlar. Sırrın elektrik verilmiş tellerin ardında olduğunu hissediyorlar. Psikiyatr tellerin ardında bir silüet gördüğünü ve tüm bilginin onda olduğunu düşünüyor. Ama kullandıkları eski moda araçlarla telleri aşmaları mümkün değil. Özel Hava Aracı (s. 190) kullanıp tellerin üzerinden uçmuyorlar. Sonraki gidişlerinde elektrik verilmiş tellerde ilk bölümde okuduğumuz kayıp romanın sayfaları atılmıştır ve psikiyatr telleri aşınca da hayal mi gerçek mi ayır edemediği silüetin Çöplüğün Generali olduğunu anlayacak, onunla görüşecektir.

Oya Baydar, tıpkı kayıp yazar gibi (s. 206) Çöplüğün Generali’nin bir “alegori” olduğunu özellikle belirtiyor. “Alegori, bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme sanatı” olarak tanımlanıyor. Bu tanıma uyarsak Oya Baydar, Çöplüğün Generali’nde hayali bir ülkeden, gelecekteki bir tarihten söz ederek bilimkurgu yazmış gibi yapsa da aslında günümüzden, yaşadığımız olaylardan söz ediyor ve unutmamamız, hatırlamamazı gerektiğini vurguluyor sık sık. “Hatırlamak, başkalarına hatırlatmaya, başkalarını uyarmaya, direnmeye yarar” diyor.

17 Eylül 2009

Yorumlar