Hiç yoktan iyidir

Asmalımescit, İstanbul’un yeniden keşfedilmiş eğlence merkezlerinden. Bir zamanlar bohem hayatıyla anılan Asmalımescit, sanki zamanın içinde geriye doğru bir yolculuk yaşamış gibi eski günlerini aratmıyor. Heykel, fotoğraf, seramik çalışmalarıyla tanınan Nezir İçgören, ilk romanı Hiç yoktan iyidir’de (Mayıs 2010, Doğan Kitapçılık) günümüz Asmalımescit’ini anlatıyor.

Kitabın arka kapağında “Hiç-Yoktan İyidir okurunu bir katmandan diğerine şaşırtarak sürükleyen bir roman” deniyor. Şaşırtmalardan ilki de arka kapaktaki tanıtım yazısında yapılmış. “Arnavutköy’deki eski tüfek Bakkal Aydın’ın, Kayıkçı Kör Hasan’la Akıntı Burnu’ndaki fenerin önünde, gece dolunayda lüfer avındayken, iki buçuk litre köpek öldüren şarabının üzerine, Hasan Abi’ye kızıp, tüm gece memleketi kurtarmaktan vakit bulup da tutabildikleri yegâne lüferi livardan çıkarıp denize fırlattığı anda sarf edilmiştir…
Allah üçüne de selamet versin…” deniyor. Ama Arnavutköy’den söz edilmediği gibi romanın kahramanları arasında da Bakkal Aydın ve Kayıkçı Kör Hasan yok. Romanın mekanı Asmalımescid, kahramanı ise bir ressam. Asmalımescid’deki atölyesine 1024 adım uzaklıktaki tarihi bir binada oturuyor. Atina’da olduğu tahmin edilen bayan Eleni’nin dairesini tutmuş. Harap haliyle ilk bakışta göz korkutsa da deniz manzarasıyla bir anda çarpan beş odalı bu büyük dairenin kirasını karşılamaya ekonomik durumu uygun olmadığı için apartmanın yöneticisi Şerif Efendi’nin de onayı ile kullanmadığı odaları kiralıyor. İlerleyen sayfalarda tek tek tanıyacağımız kiracılar da tahmin edilebileceği gibi romanın diğer kahramanları. Bazıları gelip geçici, bazıları kalıcı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora yapan ve daha ilk karşılaşmalarında lezbiyen olduğunu açıklayan Katya ilk kiracı. Katya, zamanla evi çekip çeviren bir ortak halini alıyor ve kalıcılaşıyor. Onu kendini Moldovalı işkadını olarak tanıtan ama giyimi ve haliyle başka bir meslekten olduğunu düşündüren Sonya izliyor. Sonya’dan sonra cep telefonları için yazılım hazırlayan üçüncü kuşak iki “Almancı” geliyor. Patronunun karısı ile yattığı için işini kaybetmiş reklamcı Cem, savaş fotoğrafçısı Stan, mastır yapmaya İstanbul’a gelip evin annelik görevini üstlenen Leyla... Yavaş yavaş odalar doluyor ve her yeni kiracı beraberinde yeni öyküler getiriyor. Kiracıların kendi hikayelerine birbirleriyle ilişkilerinin öyküleri ekleniyor.

Kiracıların bazıları zamanla samimileşiyor. Birbirlerini sevenler de nefret edenler de oluyor. Kahramanımız genellikle araya belirli bir mesafe koyarak, ne çok sıcak ne çok soğuk davranmaya çalışıyor. Belki de bu nedenle daha ilk görüşte güzelliğinden etkilendiği Sonya’nın yakınlaşma girişimini anlamıyor, karşılık veremiyor. Sonya evden ayrıldıktan sonra da umutsuz çabalarla ona ulaşmaya çalışıyor.

Bir yandan da kahramanımızın yaratım sancılarını izliyoruz. Gazete sayfalarına desenler çizerek, işe yaramaz eşyayı boyayıp sanat eseri haline getirerek, Bayan Eleni’den kalan kitaplıktaki kitapları okuyarak, Beyazıt’taki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ndeki kahvede nargile içerek, akşamları Asmalımescid’deki barlara ya da meyhanelere takılarak gününü geçiriyor.

Kahramanımızın hayatını, yakınlardaki bir yayınevinde editörlür yapan yeni kiracı Mehmet değiştiriyor. Mehmet’in ısrarı ile önce yayınevine kapak desenleri çiziyor, sonra da bir çizgi romanın resimlenmesi işini alıyor. Bu arada ev iyice kalabalıklaşınca çareyi Asmalımescid’de bir atölye kiralamakta buluyor. Atölyede eski kiracının bıraktığı bir seramik fırını var. Fırını çalıştırıp seramik yapmaya başlıyor. Zamanını çoğunu atölyede geçiriyor. Böylelikle romanda Asmalımescid’in ağırlığı iyice artıyor. Veresiye defteri giderek kabaran Löp Löp Suphi’nin Uçuruma Doğru Lokantası adlı küçük meyhanesi hem Asmalımescid’in ahalisi ile tanışma için uygun ortam yaratıyor hem de kabuk değiştirip sosyetik bir hal alan mahalledeki değişime tanıklık etmeyi sağlıyor. Önce meyhanenin karşısındaki marangoz caz kulüp oluyor sonunda da ne kadar dirense de meyhane... Gelişim yasaları her zamanki gibi işliyor. Bohemleri enteller, onları reklamcılar izliyor ve sonunda mahalle sosyete tarafından feth ediliyor.

Beklenildiği gibi Katya’nın merakı sayesinde Bayan Eleni’nin sırlarla dolu hikayesinin izi de sürülmeye başlanıyor. Ortaya net bir hikaye çıkmıyor. Bu tür anlatılarda sıkça rastlanan biçimde kahramanımız kiraları biriktirdiği kutunun gizli gözünde Bayan Eleni’ye yazılmış aşk mektupları buluyor. Yine bu tip romanlarda sıkça rastlandığı şekilde bir gün o mektupların yazarı emekli askeri ataşe Michael Frederick Winsor çıkıp geliyor ve Bayan Eleni’nin hikayesini aydınlatıyor.

Nezir İçgören’in kısmen ileri ya da geri dönüşler içerse de, baştaki giriş sayabileceğiz ve benim pek gerekli bulmadığım ölüm sonrası anlatım haricinde kronolojik bir anlatımı var. Kısa bölümlerle, diyaloglarla gelişen anlatım romanın olay eksiğini de gideriyor, herhalde ilerleyen sayfalarda bir şeyler olacak düşüncesiyle okumamızı sürdürmemizi sağlıyor.

Kahramanımızın çizgi roman çizmeye başlaması ile romanın içinde yeni bir roman da başlamış oluyor. Bu bir polisiye ve bir uyuşturucu kaçakçılığı ekseninde gelişip radikal islamcıların İstanbul’a yönelik bir bombalı eylemine bağlanan hareketli bir öyküsü var. Operasyon Kırmızı adlı senaryoyu resimlemeye başlayan kahramanımız, yine romanlarda çokça rastladığımız şekilde bir süre sonra senaryodan sıkılıp öyküye müdahale ediyor. Yayınevinden bir tepki gelmeyip aksine yayınlanan bölümler tutulunca da kahramanımızın müdahalesi iyice artıyor. Ana romanla dönüşümlü olarak çizgi romanı da okuyoruz. Çizgi roman formatına pek uymayan, başkahramanları Türk İnterpolü’nden polisler olan işin içine uluslararası ajanların da karıştığı sıradan bir polisiye-macera romanı bu.

Kahramanımızın Sonya’yı bir taksinin arka camından bakarken görmesi ve göz göze gelmeleri ile roman yeni bir evreye giriyor. İlerleyen sayfalarda bu çizgi romanın kahramanlarıyla, ana romanın kahramanları arasında benzerlikler olduğunu hissetmeye başlıyoruz. Ressam, kendisinin de sonunun nereye varacağını kestiremediği çizgi romanı hem çizer hem yazarken çevresindeki tiplerden yararlanıyor. Romanda açıkça söylenmese de herhangi bir kimlik bildiriminde bulunmadan kalınabilen bu tür evlerin özellikle kimliklerinin açığa çıkmasını istemeyenlerce de tercih edilebileceğini hissediyoruz. Bohem yaşantının içinde eriyip faliyetlerini rahatça sürdürebiliyorlar. Bayan Eleni’ninin sevgilisi olduğunu söyleyen Michael Frederick Winsor’un kimliğini açığa çıkartacak ilk soruları duyduğu anda kaybolması ile kuşkularımız artıyor. Savaş fotoğrafçısı Stan ise gizlemeye çalıştığı bilgilerle bu tip ajanların belki ilki. Ama asıl ajan, fahişe rolü oynayan Sonya ve onun durumu çizgi romandaki kahramanları aratmıyor. Her an izi bulunup öldürülebilir.

Hiç yoktan iyidir, Asmalımescid’le ilgili bölümleri ayrı olarak değerlendirildiğinde bir anılar kitabı, yazarın hayatından bir kesit hissi yaratıyor. Nezir İçgören’in akıcı anlatımından Asmalımescid’te günümüzde yaşanan bohem hayatı okurken Fikret Adil’in 1930’ların bohem hayatını anlattığı Asmalımescid 74’ünün tadını alıyoruz. İçgören bu haliyle anlatının yeterince okur çekmeyeceğini düşünmüş olmalı ki postmodern romanlarda rastlanan bir çok klişeleşmiş trük eklemiş. Operasyon Kırmızı adlı çizgi roman senaryosu ile romana katılmaya çalışılan polisiye hava, hele onu finalde ana romanla birleştirip postmodern bir yapı oluşturma arzusu ise tam oturmamış iyi niyetli bir çaba olarak değerlendirilebilir. Hiç yoktan iyidir’i ben bir Pazar günü hızla okudum. Beyoğlu’nu, Asmalımescid’i mekan alan, günümüzün bohem hayatını konu edinen keyifli bir roman okuyarak hoşça vakit geçirmek isterseniz sizlere de öneririm.

27.05.2010

Yorumlar