İstanbul’un Yüzleri

İstanbul 2010 Ajansı gerçekleştirdiği etkinlikleri duyurmakta oldukça ketum. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın 9 Temmuz’da düzenlediği bilgilendirme toplantısında Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç 1990 proje başvurusunda bulunulduğunu, 1262 projenin Yürütme Kurulu onayına sunulduğunu bugüne kadar 281 proje teklifinin kabul edildiğini 60 projenin tamamlandığını söylüyordu. Ama basında bir-iki önemli proje dışında gerçekleştirilen 60 projenin neler olduğundan söz edilmediği gibi kabul edilen 281 proje hakkında da bilgi yoktu. Avdagiç, sadece sayılar vermiş ama ayrıntılar bir yana proje başlıklarını bile söylememişti. Bir etkinlik takvimi de verilmemişti.

Ajansın resmi internet sitesi istanbul2010.org’da ise ayrıntılar bir yana yanıltıcı ya da eksik bilgilere ulaşabiliyorsunuz. Örneğin edebiyat bölümünün sayfasında, 2010 Kültür Başkenti projesinin başladığında duyurulan “Öğrenciler arası Yazım Yarışması”, “İstanbul’un Edebiyat Haritası”, daha sonra proje sahipleriyle anlaşmazlık nedeniyle iptal edildiğini bildiğimiz (herhalde sonradan iptal kararından vazgeçilmiş) “Ünlü Yazarların İstanbul Buluşması” etkinlikleri ve “İstanbul'un Bağları Bahçeleri”, “III. Selim”in Dünyası”, “City of Two Continents”, “Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey”, “40 Yazarın Gözünden İstanbul” kitap projeleri var. İstanbul 2010 Etkinlik Takvimi başlıklı arama motoru ise 2010’da yapılması planlanan etkinlikleri göstermiyor, 2009’da yapılmış olanlar da gördüğüm kadarıyla eksik işlenmiş (31.08.09). Herkes ajanstan icraat beklerken ajans yaptıklarının bir listesini bile vermekte çekingen davranıyor. Ancak İstanbul’un sokaklarında dolaşırken gözünüze çarpan etkinlik afişlerinden ya da bir sürpriz olarak karşınıza çıkıveren bizzat etkinliğin kendisinden bir şeyler yapıldığını hissediyorsunuz. İstanbul’un Yüzleri Serisi de bu tip hoş sürprizlerden.

İBB Kültür AŞ, İstanbul 2010 Ajansı’nın desteği ile yüz kitaplık bir diziye başlamış. Sanıyorum 2010 sonuna kadar kitaplar yayınlanmış olacak. İlk kitaplar İstanbul’un 100 Ressamı, İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı ve İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri. Önümüzdeki günlerde bu kitaplara İstanbul’un 100 Roma Bizans Eseri, İstanbul’un 100 Hanımefendisi ve İstanbul’un 100 Yazarı kitapları eklenmiş olacakmış.

İBB Kültür AŞ Genel Müdürü Nevzat Bayhan, kitapların hazırlanma amacını şöyle açıklıyor; “İstanbul’un Yüzleri Serisi’nde “Yüzde” “100” İstanbullu olan sanatçılarımızın isimlerini bir kez daha anacağız… Onların yaşam öykülerine ve eserlerine bir kez daha tanıklık edecek, onların eserlerinde İstanbul’u bir kez daha tanıyacağız… İstanbul’da yaşayan ve İstanbul’a sevdalı birçoğumuz gibi, hayat hikâyelerinin orta yerinde İstanbul duran isimlerden bahsediyoruz… İstanbul’un örnek “vefa”sının bir yansıması olarak, bu isimlere bir yâd-ı cemilde bulunmak da bizim hissemize düşüyor. Her birinin hayat hikâyesini takip ettiğinizde, yolunuz İstanbul’a çıkacaktır…”

Serinin ilk kitabı İstanbul’un 100 Ressamı’nın yazarı Topkapı Sarayı Müzesi uzmanlarından Aysel Çötelioğlu, danışmanı İstanbul 2010 Geleneksel Sanatlar Yönetmeni Ömer Faruk Şerifoğlu. Kitapta 15. yüzyıldan günümüze kadar İstanbul’u resimleyen ressamların hayat öyküleri ve eserlerinden örnekler yer alıyor. Çötelioğlu giriş yazısında “İstanbul’a 1525 yılı civarında geldiği bilinen Flaman asıllı sanatçı Pieter Coeck van Aalst’ın İstanbul panoraması, Venedikli haritacı Giovanni Andrea Vavassore’nin (1495-1572) harita tarzında betimlediği İstanbul görünümü, ve Danimarka asıllı ressam Melchior Lorichs’in (1527-1583) 11 m. uzunluğunda ve 21 parçadan oluşan İstanbul panoraması ilk örnekler olarak önem taşır” diyor. 16. Yüzyılda Osmanlı nakkaşlarının minyatür üslubundaki İstanbul betimlemeleri, sonraki yüzyıllarda gelen batılı ressamlar hem İstanbul’un en çok resmedilen şehirlerden biri olmasını sağlamış hem de Oryantalizm’in temellerini atmışlar. Türk ressamlarının İstanbul’u tuvallerine geçirmeleri için ise 20. Yüzyılı beklememiz gerekmiş. Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza gibi isimler öncü olmuş.

İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı’nı Gülderen Bölük yazmış, fotoğraf ustası ve yazar Gültekin Çizgen danışmanlık yapmış. Gülderen Bölük’ü fotoğraf tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla tanıyoruz. Bölük, 100 fotoğrafçıyı seçerken “1850 yılında Beyoğlu’nda bir stüdyo açan Vasilaki Kargopulo ile başlatıp günümüze doğru gelerek 1950’li yıllarda bitirmeyi uygun buldum. Böylelikle bu araştırmanın, fotoğrafın İstanbul’daki 100 yıllık ilk dilimine de ışık tutacak bir kaynağa dönüşmesini hedefledim” diyor. Tarihte ilk fotoğrafın 1826’da çekildiğini 1939’a bir icat olarak duyurulduğunu hatırlarsak İstanbul’a fotoğrafçılığın gelmesi çok da geç olmamış. 1860’larda Harbiye’de fotoğrafçılık derslerinin verilmeye başlaması ile de ilk fotoğrafçılarımız asker kökenli Servili Ahmet Emin, Üsküdarlı Ali Sami, Bahriyeli Ali Sami, Yüzbaşı Hüsnü, Yüzbaşı Sadullah İzzet gibi isimler olmuş. 1826 doğumlu Vasilaki (Basile) Kargopulo ile başlayan kitap 1959 doğumlu Faruk Akbaş’la sona eriyor.

Sayıyla sınırlı, isimlere dayalı seçmeler her zaman tartışmaları da beraberinde getirir. Serinin ilk iki kitabı da bu özellikleri nedeniyle çokça tartışılacağa benziyor. Aynı şekilde İstanbul’un 100 Hanımefendisi ve İstanbul’un 100 Yazarı kitaplarını da bu tür eleştiriler bekliyor. Bu tür çalışmalarda “Şu neden var? Bu neden yok?” türünden soruların gelmesi kaçınılmazdır. Eleştirileri en aza indirmenin yolu tabii ki adil olmaktan geçiyor ama bu da yeterli değildir. Aynı zamanda kitapları hazırlayanların da alanlarında kabul edilmiş, sözü geçen, tarafsızlığına inanılan kişileri olması gerekli. Danışmanların da aynı şekilde alanlarında uzmanlıkları kabul edilmiş kişiler olması eleştiri dozunu düşürecektir.

İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri

Bu üç kitaptan beni en çok ilgilendireni İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri oldu. Kitabı Kültür Dergisi editörü, tarihçi Fatih Güldal yazmış. Semavi Eyice danışmanlığını yapmış. Fatih Güldal çalışmasını Osmanlı eserleri ile sınırlamış. 7 cami, 37 Mescit, 3 tekke, 12 medrese, 2 mektep, 1 türbe, 1 tiyatro, 2 konak, 2 han, 1 mevlevihane, 1 karakol, 1 köşk, 18 hamam ve 13 çeşme tanıtılmış. Roma ve Bizans dönemi yok. Bu nedenle kitabının adının Osmanlı Döneminde İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri olması gerekirdi diye düşünüyorum.

İstanbul’da tarihi eserlerin bir kısmı deprem, yangın gibi nedenlerle yıkılmış, kaybolmuş ama büyük bir çoğunluğu insanlar tarafından tahrip edilmiş, yıkılmış. Güldal, bu tahribatın Osmanlı’nın modernleşme çabalarının başladığı 19. yüzyıla kadar geriye gittiğini belirtiyor. En etkili tahribat 50’li yıllarda yaşanıyor. “geniş caddeler ve büyük bulvarlar açma merakı başta Mimar Sinan eserleri olma üzere birçok tarihi yapıyı ortadan kaldırmıştır’ diyor Güldal. Kitapta yer alan cami ve mescidlerin tamamı yıkılmış, üzerlerine apartmanlar, binalar yapılmış. Çoğunluğunun Müslüman olmasıyla övünen bir toplumun bunu nasıl becerdiğini ayrıca sorgulamalı. Medreselerin çoğu ise harap bir durumda kaderlerine terk edilmiş. Güldal, hamamların bir kısmının yol çalışmalarına kurban gittiğini, bir kısmının ise artık ihtiyaç duyulmadığı için metruk vaziyette olduğunu yazıyor. “Muslukları çalınmış, suyu kesilmiş, kitabesi kırılmış çeşmelerle büfeye dönüştürülmüş sebiller”e ise hemen her sokakta rastlıyoruz. Tabii ki kaybolan bu eserler sadece kitapta tanıtılan yüz taneden ibaret değil. Sanırım sayıları binlere ulaşır.

Kitapta kaybolan 100 eserin bazılarının bugünkü hallerini gösteren fotoğrafları da var. Bunların tamamen kaybolmadan kurtarılması, restore edilmesi pek de zor olmasa gerek. Kültür Başkenti olmanın şanına böyle korumacı girişimler de yaraşır.

10 Eylül 2009

Yorumlar