Leyla

Feridun Zaimoğlu, 'kanak sprak' denen Türkçe-Almanca-argo karışımı kendine has bir dille yazdığı romanlarla tanınmıştı. Okuması, anlaması özel bir çaba gerektiriyordu ve türkçeye çevrilebilen tek romanı Kafaörtüsü (2000, İletişim) yeterince ilgi görmemişti. Türkiye'de doğup Almanya'da büyüyen ve Almanca yazan Zaimoğlu yeni romanı Leyla’yı (çev. Vedat Çorlu, Aralık 2009, İmge Kitabevi) temiz bir Almanca'yla yazmış. Leyla’da Doğu Anadolu'da küçük bir kentte yetişen bir genç kızın evlenip İstanbul'a, oradan da Almanya'ya gitme sürecini anlatıyor. Yoksul bir aile, beş kardeş, aşırı şiddet meraklısı kötü bir baba ve kendisi gibi, büyüme çağındaki arkadaşları ile ilişkilerinin anlatıldığı bir roman Leyla.

Feridun Zaimoğlu altmışlı yıllarda Almanya’ya çalışmak için giden ailelerden birinin oğlu. 1965 yılında annesinin kucağında Münih’e vardığında henüz beş aylıkmış. Yazar, Leyla'da annesinin hikâyesini yazdığını söylüyor. Roman 50’li yıllarda başlıyor. Leyla, yoksul ailenin en küçük kızı. Onun gözüyle ve anlatımıyla ailesini ve okulda yaşadıklarını okuyoruz. Çeçen baba aşırı otoriter. Her an karısını ve çocuklarını dövmek için bahaneler buluyor. Anne kötü şeyler yaşamış. Pek açık olmasa da Kafkasya’da yaşanan toplu tecavüz olayına gönderme yapılıyor. O olaylar sırasında annenin tecavüze uğradığını, babanın onu kurtarıp evlendiğini anlıyoruz. Adam sık sık bu durumu karısının başına kakıyor. Anne maddi ve manevi olarak ezik. Durumu kabullenmiş, kaderine razı. Daha sonra İstanbul’da akrabalarının kocasından kurtarıp yurtdışına götürme/kaçırma teklifini de bu nedenle kabul etmiyor.

Leyla’nın “annemin kocası” ya da “karın doyuran” gibi sıfatlarla anlattığı babanın evdekilere uyguladığı zulümün çeşitli örneklerini ayrıntılı olarak okuyoruz. Babanın gaddarlığı, kötülüğü belirgin bir imge olarak yerleşiyor. Baba bu tavrını dinin kendisine verdiği görev olarak anlatıyor çocuklarına. Halit’in din yorumuna göre karısı da çocukları da onun hizmetkarları, hayatta var olmalarının sebebi bu. Hizmette kusur ederlerse de dayak yemeleri gerekli. Din zaten ailenin hayatında önemli bir unsur. Anadolu halkının bakışıyla onu kendilerine göre yorumluyorlar. Cinler, periler de cabası. Hemen her an insanları, özellikle çocukları korkutmak için gerekçeler var. Bunun yanında annenin de insanüstü özellikleri olduğuna inanılıyor. İstihareye yatıp, gördüğü rüyalarla bilinmeyene ya da geleceğe yönelik çözümler söylüyor, bilgiler aktarıyor. Batıl inançlara ilişkin öyküler okuyoruz. Bunlara bir de Leyla’nın fantastik rüyaları ekleniyor.

Demiryollarında çalışan babanın bir teftiş öncesi resmi evrakı yakıp işşiz kalması ile zaten yoksul olan aile iyice yoksullaşıyor. Günde bir öğün yemek yemeğe başlıyorlar. Babasının kopyası olma yolunda ilerleyen büyük ağabey Cengiz yakışıklılığı ile kadınların gözdesi. Diğer ağabey Tolga ise daha pasif, romantik. İki ağabey babaya para kazanmakta yardım ediyorlar. Ablalar Yasemin ve Selda dikiş nakış dikmeyi öğreniyor. Ailenin inişli çıkışlı bir maddi yapısı var. Baba legal ya da afyon ticareti gibi illegal yaptığı işlerden ya büyük paralar kazanıyor, ya da başı belaya girip hapise düşünce ailecek bir kuruşa muhtaç oluyorlar.

Erkek çocuklar ve Leyla tüm yokluğa rağmen okula gidiyorlar. 50’li yıllarda lise mezunları bile sayılı iken oğullarının üniversitede okuması için tüm aileyi İstanbul’a taşıması o nedenle ilgiye değer.

Bu arada babanın evdekilere anlattığı kadar dindar olmadığı ortaya çıkıyor. Parayı bulunca rakı da içiyor, kadınlarla da birlikte oluyor. Sert, güçlü imajıyla kadınları cezbediyor, yasak aşklar yaşıyor.

Ailede bunlar yaşanırken Kore’deki savaştan dönen Türklerin öykülerine de şahit oluyoruz. Cengiz’in aşırı milliyetçi görüşleri, Tolga’nın daha insancıl ve demokrat bakışı ile çakışıyor, tartışıyorlar. 50’li yıllarda insanların sağcı solcu diye bölünmeye başlamasının ilk adımlarını görüyoruz tartışmalarında. Baba da Kafkasya’da yaşadıklarından olsa gerek tam bir Bolşevik düşmanı. Sevmediklerine “Rus uşakları” diye bağırıyor.

Feridun Zaimoğlu, ilginç bir anlatım yolu seçmiş. Babanın işsiz kalması ya da evde yaşanan ensest, daha sonra Leyla’nın kocası Metin’in Almanya’ya gidiyorum deyip gitmemesi gibi önemli olaylara laf arasında değiniyor ama evde ve okulda yaşananları, günlük hayattan ayrıntıları uzun uzun anlatıyor. Bu durumu hikayenin Leyla’nın gözüyle anlatılmasına bağlayabiliriz ama roman her zaman Leyla’nın anlatımı ile ilerlemiyor. Babanın portakal satma çabası, Amerika’ya ihracaat yaptığını anlatması ya da Cengiz’in öğretmeniyle yaşadığı ilişki bu tür örnekler. Aylak Cellat’la Anteplilerin kavgası gibi bazı bölümler okuyucunun ilgisini çeker diye özelllikle konulmuş, uzatılmış hissi veriyor. Leyla’nın regl olması, hamama gidiş, Kürt köyünde tatil sayfalarca süren bu tür bölümlerden. Bu bölümler ana hikayeye, yapıya bir katkıda bulunmuyor.
Feridun Zaimoğlu, “Leyla”nın Emine Sevgi Özdamar`ın “Hayat bir Kervansaray” isimli romanından esinlenme olduğu yönündeki iddiaları yalanlarken, "Benim romanım annemin hayat hikayesine dayanıyor. Annem Malatya`da 17 yıl yaşadı. Ben onun hatıralarını kasete kaydettim. Özdamar`ın kitabını da okumadım," diyor. Bu açıdan bakarsak, romanın anlatımındaki ilginçlik de açığa çıkmış oluyor. Anne, hayat hikayesini anlatırken ayrıntılara fazla dalıp, ailenin sırları gibi görünen olayları anlatmamayı tercih etmişse sonuçta ortaya böyle bir anlatı çıkması normal. Ama yazar annesinin anlattıklarıyla yetinmeli miydi? Sormaya değer.

Leyla, bir romandan çok ana bir yapı üzerine eklenmiş hikaye ve masallar olarak da değerlendirilebilir. Bir anlamda batılı gözüyle anlatılmış bir doğu masalı. Çünkü Zaimoğlu Binbir Gece Masalları’nı hatırlatan bir yapı kurarken tüm anlatımını batılı bakış açısıyla geliştirmiş. Bir batılı Türkiye’de nelerle ilgilenir, neleri merak eder onlara yoğunlaşmış. Ne kadar birinci şahıs ağzından anlatılsa da anlatıcı ile yaşananlar arasında bir mesafe olduğu hissediliyor. Belki romanın Almanca’dan Türkçeye çevrilmiş olmasından kaynaklanıyor ama Leyla’nın çocukluğundan itibaren kullandığı dil, anlatım tarzı oldukça batılı. Doğu Anadolu’da küçük bir şehirde yaşayan bir kız gibi konuşmuyor. Siz’li biz’li değişik bir anlatımı ve dil kullanımı var. Bu anlatım ailenin İstanbul’a taşınması ile iyice yoğunlaşıyor.

Önden ağabeyler, ardından da tüm aile İstanbul’a taşınıyor. Leyla’nın evlenmesi de bu döneme rastlıyor. Leyla, emekli bir babanın işsiz ve yakışıklı oğlu Metin’le babasının tüm karşı çıkmalarına, işi yokuşa sürmelerine rağmen evlenmeyi başarıyor. Oğulların büyüyüp üniversite çağına gelmeleri ve işsiz babaya ve aileye bakan bir durumda olmaları babanın evdeki iktidarını sarsmış gibi. Direniyor ama sözünü geçiremeyince eskisi gibi sopaya davranıp dövemiyor. Çünkü en sevgili oğlu Cengiz’in bile karşılık verme ihtimali var.

Babalarının uzaktan akrabaları olduğunu söylediği, aslında eski bir sevgili olduğundan kuşkulandıkları büyük teyze dedikleri bir kadının evine sığınıyorlar. Büyük teyze’nin kızı ve damadı da evde yaşıyor. Leyla’lar bir anlamda bu ailenin karın tokluğuna hizmetçiliğini yapıyor.

Büyük teyze çocukları babaya karşı savunuyor. Onlara kentli gibi yaşamayı öğretiyor, özgürlük alanları açıyor. 1960’lardaki İstanbul’un kent hayatından, insan ilişkilerinden ayrıntılı örnekler okuyoruz. Mutaassıp aile modernleşmemek için direniyor ama başarılı olamıyor. Aile ferdleri birer birer özgürleşiyor. Ağabeylerden sonra Leyla da evlenerek evden ayrılıyor. Görücüye gelme, çeyiz hazırlanması, kına gecesi, nikah, düğün, ilk gece bol ayrıntıyla anlatılıyor. Üzerinde fazla düşünülmemiş bir evlilik bu. Leyla baba baskısından kurtulmak için teklifi kabul etmiş. Kocasının doğru dürüst bir işi yok. Aylak, çapkınlık peşinde bir adam. Almanya’ya gitme sevdasında. Önce Leyla’yı baba evinde bırakıyor, sonra Leyla kayınpederi ile birlikte kalıyor. Bebeğini yalnız büyütüyor. Trajik, talihsizliklerle dolu bir hayatı var Leyla’nın. En güzel olması gereken bir günde bile aksilikler çıkıyor, can sıkıcı olaylar oluyor. Almanya yolculuğu da benzer şekilde. Yolda aç susuz kalıyorlar. Neyse ki kocası karşılamaya geliyor. Sonrası başka macera. Belki Zaimoğlu, başka bir romanda Leyla’nın Almanya macerasını da anlatır.

21 Ocak 2010

Yorumlar