Sevim Burak kitapları

Sevim Burak, çok az yazıp yayınlatmasına rağmen edebiyatımızın en ilgi çekici adlarından biridir. Bir kült yazardır. Çünkü biçimiyle, anlatımıyla, konularıyla öncü bir yazardır. Bu kültün oluşmasında da ölümünden sonra ard arda yayınlanan eserleri ve özellikle oğluna yazdığı mektuplardan oluşan kitap önemli rol oynamıştır. Mach 1’dan Mektuplar 1990’da yayınlandığında edebiyat ortamı derinden sarsılmıştı. İlk kitabı Yanık Saraylar’ın yayınından on altı yıl sonra edebiyata tekrar döndüğü dönemde 80’li yılların başında oğlu Karaca’ya yazdığı mektuplardan oluşuyordu kitap. Bu mektuplarda Sevim Burak, edebiyat ortamından tanıdığı hemen herkes hakkındaki görüşlerini sakınmadan açık açık anlatıyor, ağır sözler ediyordu. Doğal olarak kimin hakkında ne demiş, kimi nasıl değerlendirmiş konularıyla ilgilenildi ve Sevim Burak’ın başka ne yazdığına bakılmadı. Bu arada Burak’ın eşi Ömer Uluç’un, kızı Elfe’nin mektupların yayınlanmasından rahatsız oldukları, aslında mirasçı olarak bu yayına izin de vermedikleri haberleri de çıkınca kitap iyice dedikodu malzemesi olarak algılandı, öyle değerlendirildi.

İstanbul Kitap Fuarı’nda Beni Deliler Anlar’a (Hayykitap, Kasım 2009) rastladım. Az ve öz yazan Sevim Burak’ın yeni bir eseri yayınlanmış düşüncesiyle hemen kitaba sarıldım. Ayaküstü karıştırınca da mektuplardan oluştuğunu anladım. Sevim Burak’ın yeni mektuplarının bulunup yayınlandığını düşündüm. Ama daha fuardan dönüş yolunda heyencanla kitabı okumaya başlayınca Önsöz’de acı gerçek ortaya çıktı, ilk iki baskısı Mach 1’dan Mektuplar adıyla yapılan kitabın adı üçüncü baskıda Beni Deliler Anlar olmuştu.

Aşkın Şizofrenik Hâli

Bir gün, Odatv adlı internet sitesinde “Peyami Safa’nın Sırrı Bu Kitapla Ortaya Çıktı” başlıklı bir habere rastladım. “Kuzguncuk'ta aşkı için naralar atardı” alt başlığını taşıyan haberde “Türk Edebiyatının önemli yazarlarından Peyami Safa’nın 1947 yılında, manken-yazar Sevim Burak ile yaşadığı gizli aşkı 62 yıl sonra kaleme alındı. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü araştırma görevlisi Bedia Koçakoğlu, Peyami Safa ve Sevim Burak’ın aşkını kaleme aldı. (...) Peyami Safa ve Sevim Burak’ın 1947 yılında tanıştıklarını belirten Bedia Koçakoğlu, “ Karaca Borar’dan annesinin Peyami Sefa ile yaşadığı gizli aşka ait mektuplarını aldım. Sevim Burak ile Peyami Safa ilk, mankenlik yarışmasında tanışıyor. Peyami Safa’yı yarışmada jüri üyesi olarak karşısında gören Sevim Burak, daha önceden derlediği öyküleri Peyami Safa’ya gösteriyor. İkili arasında başlayan dostluk aşka dönüşüyor. Tabi bu aşk yaşanırken Sevim Burak, keman sanatçısı Orhan Borar ile evlidir. Peyami Safa, zaman zaman Sevim Burak’ın, Kuzguncuk’taki evinin önüne gidip aşk naraları atmış. Mektuplarında sürekli ’ruhum’diye hitap ediyor. Hatta Peyami Safa bir mektubunda sevgilisine ’Senden gözyaşları ile ayrılacağımı ne biliyorsun?’diyerek duygularını dile getirmiş” dedi”.

Peyami Safa ile Sevim Burak’ın ilişkisi ilk kez cduyulan bir şeydi. Ama nedense bu ilgi çekici haber odatv.com sayfalarından diğer internet sitelerine aktarılmakla kalmış edebiyat çevrelerine yansımamış, konuşulup tartışılmamıştı.

Bedia Koçakoğlu’nun habere konu olan kitabı Aşkın Şizofrenik Hali-Sevim Burak adını taşıyor. Konya’da Palet Yayınları (Nisan 2009) yayınlamış. Aşkın Şizofrenik Hali gibi merak uyandırıcı bir adı olması, arka kapaktaki gizem dolu tanıtım yazısı, bir roman ya da biyografi okuyacağımı düşündürse de ve Peyami Safa’lı aşk haberleri farklı şeyler umdursa da kitap aslında akademik bir çalışma. Koçakoğlu, klasik bir akademik çalışmanın (belki de yüksek lisans tezi) gerektirdiği biçimde Sevim Burak’ın hayatını, eserlerini ve sanatını sırayla ele alıyor.

Koçakoğlu, Sevim Burak’ın hayatını kaleme alırken birinci el kaynaklardan yararlanmayı denemiş. Yaşayan tanıklardan Sevim Burak’ın oğlu Karaca Borar ve dostlarından Doğan Hızlan’la görüşmüş. Diğer aile üyeleri ve dostları görüşmek istemedi mi, yoksa yazar bu iki görüşmeyi yeterli mi gördü anlayamadım. Ama ne kadar çok kişi ile görüşülse o kadar çok bilgi ve ayrıntıya ulaşılacağı gerçek.

Koçakoğlu, Sevim Burak hakkında yayınlanan hemen her şeye ulaşmış ama hayat hikayesini oluşturmada yazılı belge olarak da elde esas olarak Sevim Burak’ın mektupları var. Bir de “Yapı Kredi Kültür Merkezi”nde olduğu belirtilen (acaba Sermet Çifter Kütüphanesi mi kast ediliyor?) Sevim Burak Külliyatı’ndan söz ediyor Koçakoğlu. Sanıyorum bu külliyat 2004’de sergisi açılan “Bir Usta Bir Dünya: Sevim Burak” kitabında yer alan malzeme.

Bedia Koçakoğlu, Sevim Burak’ın mektuplarını ana başvuru kaynağı olarak kullanmış. Burak’ın oğlu Karaca Borar’ın ve Doğan Hızlan’ın anlatıklarıyla mektuplarda kapalı kalan konuları ayrıntılandırmaya çalışarak otuz sayfalık bir hayat öyküsü yazmış. Bu öyküden Sevim Burak’ın oldukça ilginç ve o kadar da mücadelelerle dolu, çileli, sıkıntılı bir hayatı olduğunu öğreniyoruz.

Sevim Burak 26 Haziran 1931’de İstanbul Ortaköy’de doğmuş. Annesi ev hanımı, babası kaptan. Soyunun Kazım Karabekir paşaya dayandığını söyleyen Mehmet Kaptan uzun seferlerden sonra döndüğü evinde zamanını içki içerek geçiriyor. Annesi Anne Maria Mandil Bulgaristan kökenli bir Yahudi. Sevim’in doğumundan 4-5 yıl sonra din değiştirmiş, müslüman olmuş, Aysel Kudret adını almış. Sevim Burak çocukluğunu ve gençliğini büyük bir aile yaşantısı içinde Kuzguncuk’ta bir köşkte geçirmiş. 10 yaşındayken kalp hastası olduğu anlaşılıyor, hastalığı okul hayatını etkiliyor. Ortaokulu bitirdikten sonra eğitimine devam etmiyor. Çalışma hayatına 1950’li yıllarda manken olarak başlıyor. Öykü yazmaya başlaması, bu döneme rastlıyor. İlk öyküsü “Hırsız” 1950’de Ulus gazetesinde yayınlanıyor. 1953’e kadar çeşitli gazetelerde öyküleri yayınlanıyor. Sevim Burak, çocukluk dönemi olarak nitelediği bu dönemi noktalıyor ve kendine has anlatımı bulana kadar öykü yayınlamıyor. İkinci çıkışı 1965’de Yanık Saraylar kitabı ile oluyor. Altı öyküden oluşan bu ince kitap edebiyat ortamında büyük tartışmalar yaratıyor. Burak, biraz bu tartışmalardan, biraz da almayı umduğu Sait Faik Hikaye Armağanı’nın kendisine verilmemesinden küsüyor ve 16 yıl hiçbir şey yayınlamıyor. 1982’de yayınlanan oyunu Sahibinin Sesi ile tekrar edebiyata dönüyor.

Peyami Safa – Sevim Burak

Peyami Safa ile tanışması Sevim Burak’ın edebiyata ilk adım attığı yıllara rastlıyor. Safa’nın haberlere konu olan mektupları, “Sevim, ruhum” diye hitap ettiği, “ömrüm oldukça seni seveceğimi hissediyorum” diye aşkını açıkça ifade ettiği mektuplar. Peyami Safa ile Sevim Burak’ın 1945’de tanıştığı, edebiyat meraklısı genç ve güzel mankene ünlü yazarın zaman içinde aşık olduğu anlaşılıyor. Haberde belirtildiği gibi bir manken yarışmasında değil, bir aile dostunun aracılığı ile tanışmışlar ve Burak ünlü yazar Peyami Safa’dan edebiyat dersleri almış. Safa, Burak’a mektuplar yazmış. Sevim Burak da bu aşkı karşılıksız bırakmamış. Kitapta Safa’nın iki mektubu orijinallerinin görüntüleri ile yer alıyor.

Sevim Burak, Peyami Safa ona aşk mektupları yazıp kapısında naralar atarken dönemin başarılı müzisyenlerinden Orhan Borar’la evleniyor. Sevim Burak, aralarında büyük kültür farkı olan Orhan beyle anlaşamıyor. Oğulları Karaca üç yaşındayken 1958’de ayrılıyorlar. Sevim Burak boşandıktan üç yıl sonra ressam Ömer Uluç’la evleniyor. Bir kızları oluyor. Büyük bir aşkla ve gerilimlerle dolu bu evlilik 1980’e dek sürüyor.

Sevim Burak’ın kalp hastalığı 70’li yıllarda tekrar kendini gösteriyor. İkinci öykü kitabı Afrika Dansı’nda yer alan öykülerini yazarken bir yandan da hastalığı ile boğuşuyor. Hastalığı kronikleşiyor. 31 Aralık 1983’de ameliyat olmak üzere yattığı Haseki Hastanesi’nde ölüyor.

Sevim Burak, çocukluk döneminde annesinin Yahudiliğini olabildiğince gizlemeye çalışırken daha sonra bu olguyla yüzleşmiş ve kendisinin de Yahudi olduğuna karar vermiş, hatta oğluna da Yahudi cemaatine girmesini öğütlemiş. Tüm bu bilgilere rağmen geride bir vasiyet bırakmadığı için 5 Ocak 1984 günü Kuzguncuk Camii’nde cenaze namazı kılınıp Nakkaştepe’ye müslüman mezarlığına gömülmüş.

Başa dönersek, Sevim Burak’ın hem hayat öyküsünü oluşturmakta, hem de eserlerini çözümlemekte Beni Deliler Anlar adıyla tekrar basılan mektuplarının önemli bir işlevi var. İlk baskıdan sonra geçen yıllar dedikoduyu, magazini bir yana bırakıp işin aslına, Sevim Burak’ı tanıyıp anlamaya yoğunlaşmamızı kolaylaştırıyor. Artık bu mektupları bu gözle okumanın zamanıdır. Bu nedenle de yanıltıcı bir başlıkla yeni bir kitapmış gibi sunulsa da tekrar yayınlanması yerinde olmuştur, diye düşünüyorum.

14 Ocak 2010

Yorumlar