Sonuncu

Tahsin Yücel, Sonuncu’da (Nisan 2010, Can yay.) 24 bin 718 sayfalık bir eserin yazılış, yayınlanış sürecini anlatırken günümüz insanlarının, kültür ve sanat ortamlarının bir esere nasıl yaklaştığını, hangi nitelikleriyle önemsediklerini sorguluyor.

Selami Harici, İstanbul’un köklü bir ailesinin çocuğu, bir mirasyedi. Fransa’da felsefe doktorası yapıp döndükten sonra, bir Fransız profesöre çevirmenlik yaparken tanıdığı Zarife hanımla evlenmiş, dört çocukları olmuş. Kandilli’de hepsi kendine ait konaklarla dolu bir tepede ailesi ile birlikte hemen hiçbir iş yapmadan dedelerinden kalan malları satarak yaşamakta. Yaşamının en büyük amacının kitabını bitirmek olduğunu söylemekte. Romanın ilk bölümünde karısı Zarife’nin ağzından kitabın yazılma sürecinde yaşananları okuruz. Selami Bey, ilk yıllar kitabın havasına giremez, kafasında hazır olduğunu söylediği eserini kağıda aktaramaz, yazıp yazıp yırtar.

Aradan on yıl geçmiş ama Selami henüz kitaba başlamasını sağlayacak ilk cümleyi bulamamış ve daha bir satır bile yazamamıştır. Selami’nin eserini bir türlü yazamaması evde gergin bir ortam yaratır. Karı koca sık sık tartışırlar. Zarife, Selami’nin daha önce hiç söylenmemiş olanı yazma arzusunu sorgular. “En ünlü romancılarımızın en sık başvurdukları yolu öner”ir, “son birkaç yılda Avrupa ülkelerinde başarı kazanmış üç dört romanı okuyup başlıca kişilerini, oluntularını ve izleklerini inceleyip içlerinde en sevdiklerini ayır, bunları küçük değişikliklerle yeniden kurgulayarak dört beş yüz sayfalık bir roman ya da deneme oluştur, iki üç hafta içinde Türkiye’nin en saygın ve en çok okunan yazarı oluverirsin, sen de rahat edersin, biz de” der (s.29).

Selami Bey, Zarife Hanım’ın 50’li yıllarda, henüz benimsenip, adı konmadan keşfettiği bu postmodern yönteme önce şiddetle karşı çıkar. Ama için için Zarife Hanım’ın “söylenmiş olandan yararlanarak söylenmemiş olanı yazma” önerisine aklı yatmış olmalı ki yazma yöntemini değiştirir, kütüphanesindeki kitapları okuyarak notlar almaya başlar. Selami Bey, Serencam adını verdiği tek ve büyük bir kitap yazmakta olduğunu söylemektedir artık.

Bu arada çocukları Müştak, Müşerref, Müşfik ve Müşfika büyümüş evlenme çağına gelmiştir. Dededen kalma diğer konaklara yerleşirler. Hiçbirinin belirli bir işi yoktur. Takvim koleksiyonu, resim yapmak, fotoğraf çekmek gibi uğraşlar edinmişlerdir. Tek kaygıları babalarının kitap yazma sevdasıyla tüm malı mülkü bitireceği, kendilerine ve çocuklarına gelecekte harcayacak para kalmayacağıdır. Dededen kalma mirasın en değerli parçası olan yalının satılması endişeyi artırır. Bu kaygıyla babalarını sık sık savurgan diye eleştirir, kitap yazmasını küçümser, hatta alaya alırlar. Ama bitmeyen ihtiyaçları için babalarından para istemeye de devam ederler. Zarife Hanım sürekli kocasını çocuklarına karşı korur, onun kapanıp kitap yazmasını destekleyen sözler eder. Çocuklarla Zarife Hanım arasında diyaloglarla verilen tartışmalar bize zaten önceden bildirilmiş olan kitabın yazılma sürecinin hikayesinin tekrarlanmasına yol açıyor ki bence romanın gereksiz uzamasına, sarkmaya neden oluyor.

Selami Bey sonunda kitabını bitirir. Serencam’ın yazılması kırk yıl sürmüştür. Kitap bittiğinde Selami Bey, seksenlerine varmıştır. Zarife Hanım, artık rahatlayacaklarını, belki ikinci bir balayı yaşayacaklarını düşünse de Selami Beye göre “Zor günler şimdi başlıyor”dur. Çünkü ortaya 24 bin 718 sayfalık bir eser çıkmıştır. Bunun basılması da yorucu bir süreç olacaktır. Hiçbir yayınevinin bu kadar kalın bir kitabı kendi olanaklarıyla basamayacağı görüşüne varan karı koca kitabı kendi paraları ile bastırmaya karar verirler. Uygun bir yayınevi ararlar ama kimse parasıyla da olsa bu işe girişmek istemez. Okur olarak bize, işin ucunda para olmasına rağmen yayıncıların ilgisiz kalması pek gerçekçi gelmese de sonunda Selami Bey bir şair yayıncının önerisi ile aradığı matbaayı bulur. Matbaacı Egemen Bey, yenilikçi ve maceracı biridir. Kitabı basmasına karşılık Maçka’da büyük bir daireye de sahip olabileceğini anlayınca iyice heyecanlanır. Selami Bey, bu olağanüstü kalın kitabın tek bir cilt olmasını istemektedir. Egemen Bey, Avrupa’dan en ince kağıdı, en iyi cilt bezini bulur. Bu tek eser, tekliğine uygun olarak sadece bir adet basılacaktır. Kitabın dizilmesi, basılması kalınlığı ve Selami Bey’in titizlikleri nedeniyle oldukça uzun sürer.

Selami Bey kitabı tek kopya olarak bastırır, eve getirir ve yirmi dört saat sonra da ölür. Kitabın yazılış ve basılış sürecinin kendilerine kalan mirası erittiğini düşünen çocuklar uzun uzun anneleri ile tartışırlar. Bu bölümde de sık sık aynı konuların tekrar edildiğini görürüz. Sanırım Tahsin Yücel, bu romanı yazarken anlattıklarının iyice anlaşılmasını arzu etmiş ve pekiştirme arzusuyla Dünya Klasiklerinde sıkça rastladığımız şekilde tekrarlardan kaçınmamış. Ama günümüz okuru için bu kadar çok “pekiştirme”nin romana soğutacak bir unsur olduğunu belirtmeliyim.

Çocukların mirası bir an önce paylaşma arzuları annelerini “burası sana çok büyük” diyerek yaşadığı konaktan çıkartıp düşman gördükleri Serencam’la birlikte bir müştemilata yerleştirmelerine kadar varır. Paranın, maddi çıkarların olduğu yerde aile ilişkilerinin, anne sevgisinin nasıl görmezden gelindiği ilginç bir olgu. Tahsin Yücel, esas olarak bir eserin var edilmesi, toplumca algılanması gibi konulara yoğunlaştığından Selami Bey’in çocuklarının karakter tahlililerine pek girmiyor. Onları ancak Serencam dolayısıyla anne ve babaları ile kurduğu ilişkiler ekseninde tanıyoruz. Tüm olaylar tek bir olgu çevresinde gelişiyor ve yazar romanın başka kanallara akmasını engelliyor, müdahale ediyor. Sonuncu kolaylıkla çok boyutlu olabilecekken tek boyutta kalıyor.

Büyük boy, 24 bin 718 sayfadan oluşan bu dev kitabı başından sonuna okuyan tek kişi çıkmaz. Serencam’ın tüm yazılış sürecine şahit olan Zarife ilk denemeyi yapan olur ama noktasız, virgülsüz tek bir cümleden oluşan esere yoğunlaşıp anlatılanları kavrayamaz, bir anlama ulaşamadığı için de çok fazla ilerleyemez. Sonraları bir kaç meraklı araştırmacı çıksa da onlar da kitabın tamamını okumayı başaramaz. Ama kitabın boyutları ve biçimi insanların ilgisini çeker. Bir müze ziyaret eder gibi Zarife Hanım’ın evini ziyaret edip Serencam’a bakar, dokunurlar. İnsanlar nitelikten çok niceliğe meraklıdır. Bu merak zamanla basını da etkiler ve çıkan haberler Serencam’a ilgiyi artırır. Yazılma öyküsüyle, eniyle boyuyla o artık bir efsane hatta milli servettir. Müzeye konması bile teklif edilir.

Zarife Hanım’ın ölümü ile Serencam’ı koruma görevi en küçük kardeş Müşfik’e geçer. Eskiden kitabın uğursuz olduğuna inanan, düşmanca davranan Müşfik ve karısı Nevin tıpkı anne babaları gibi onu sahiplenir, aileye ve diğer insanlara karşı koruyup kollarlar.

Uğursuz denilen Serencam’ın getirdiği uğurla doğan Lami, koruyup kollamada üçüncü ve belki dedesinden sonra en sadık koruyucu olur. Aradan yıllar geçer Serencam’ın ünü yabancı gazetecilerin de ilgisi ile evrensel boyutlar alır.

Üniversite yılarında anne ve babasını kaybeden Lami, dededen kalma kitaba iyice bağlanır. Eve kapanıp kitabı okumaya çalışır. Bu süreçte tıpkı dedesi ve babası gibi o da Serencam’ı birlikte koruyacakları eşini, dedesiyle ninesinin karşılaşmasına benzer şekilde Canan’ı bulur. Canan da Zarife ve Nevin gibi kocasını sonuna kadar destekler. Lami ve Canan’ın işlense keyifle okunabilecek tanışma, buluşma ve nihayet evlilik öyküleri yine sanırım konudan kopmamak adına çok kısa bırakılmış. Oysa oldukça uzun tutulan 176 sayfalık ilk bölümdeki yinelemeler çıkartılıp bu öykü derinlemesine işlenseydi sanırım romanın yapısal sıkıntısı, yani sarkması da azalmış ve daha cazipleşmiş olurdu.

Diğer yandan Lami, gazetecilik yapan arkadaşı Hayrettin, insanların artık Serencam’ın içeriği ile de ilgilenmesi gerektiğini söyleyerek ondan parçaları köşe yazısı gibi yayınlamayı önerir. Lami, Seren Can takma adıyla Serencam’dan derlediği köşe yazıları hazırlar. Bu yazılar büyük ilgi uyandırır ve günün birinde Halis Korkmaz adlı bir köşe yazarı bu yazılar sayesinde kitabın nasıl yazıldığının sırrını çözer. Selami Beyin “söylenmişlerden söylenmemiş olanı” nasıl oluşturduğunu anlarız. İçinde hiçbir dipnot ya da gönderme olmayan, hiç özel isim geçmeyen Serencam, aslında yüzlerce, belki binlerce kitaptan yapılmış alıntıların belli bir mantık içinde kurgulanmasından oluşmaktadır. Lami derin bir hayal kırıklığına uğrasa da günümüz postmodern anlayışlarına göre sadece alıntılarla yaplıacak bir kurgulamayla yeni bir “eser” yazmak/oluşturmak mümkün. Zaten Zarife Hanım’da elli yıl önce bir kahin gibi kocasına “En ünlü romancılarımızın en sık başvurdukları yolu öner”irken bunu söylüyordu.

Tahsin Yücel, Serencam’ın yazılış, basılış ve okunmadan önemseniş öyküsünü anlatırken niteliğin yerini niceliğin aldığı yayın ortamına, “Dünyamızda yeni bir şey yok! Tüm düzenimiz ve tüm etkinliklerimiz, yinelemek, var olanı dönüştürmek üzerine kurulu!” diyen günümüz sanat kuramlarına da edebiyat aracılığıyla derinden ve de oldukça ironik bir eleştiri getiriyor.

06.05.2010

Yorumlar