Üç Noktalar Sarayı

Berrin Karakaş Üç Noktalar Sarayı’nda (Ocak 2010, Turkuvaz Kitap) polis emeklisi Aydın Bey, ile üç kızı Dünya, Rüya ve Deren'in hikâyelerini anlatıyor.

Düğüm başlıklı ilk bölümde polis emeklisi Aydın beyden başlayarak aileyi tanıyoruz. Evi, yazlığı, arabası olan, çocuklarını büyütmüş artık bir parça huzur bulmayı uman bir baba. Büyük kız Dünya, diş tabibi, evlenmiş, çocuğu var. Kocası Tarkan’ın hiçbir işte dikiş tutturamaması sayılmazsa hayatını rayına koymuş görünüyor. Ortanca kız Rüya, gazeteci, bir yandan da kitaplar yazıyor, yayınlatıyor. Rüya, “Angelus Novus” diye adlandırdığı avukat sevgilisi ile evlenme hazırlıklarında. Ailenin küçük kızı Deren bir reklam şirketinde çalışıyor ve askerlik görevini yapan sevgilisinin dönüşünü bekliyor. Kevser nine ise ailenin geçmişiyle Anadolu’yla bağlantısının bir simgesi gibi. Hep geleceğe bakma yanlısı Aydın Bey için karısı Süreyya ve kaynanası unutmak istediği geçmişi hatırlatan simgeler gibi. Her lafları rahatsız olmasına, hatta sinirlenmesine neden oluyor.

Yazarın ‘Depremler kenti’ diye adlandırdığı İstanbul’a yakın bir yerde oturuyorlar. Depremler kentinde ilk güçlü sarsıntıda yıkılmaya hazır binadaki evleri ilk bakışta her şeyin yolunda gittiğini düşündüren hayatlarının pek de iyi işaretler vermediğini hissettiriyor.

Aydın beyin günü belirli bir rutin içinde geçiyor. Televizyonda haberleri izliyor, gazete okuyor, yorumlar yapıyor. Cumhuriyetin değerlerine bağlı, laik anlayışta bir kişi. Ülkedeki gelişmelere endişe ile bakıyor. Dini inançların gündelik hayata yansımalarından rahatsız. Örneğin kendisi de üç çocuk sahibi olmasına rağmen başbakanın üç çocuk yapın önerisine kızıyor, eleştiriyor. Haberleri izlemek dışında karısıyla birlikte televizyon dizilerini takip ediyorlar. Yaprak Dökümü ile Aydın Bey’in ailesini karşılaştırmamak elde değil. Ailede bir yaprak dökümü bekliyoruz.

Aydın beyin rutinini hastalık işaretleri bozuyor. Dünya da benzeri bir durumda, sürekli baş dönmeleri yaşıyor ama doktora gitmeyi hep erteliyor. Üç Noktalar Sarayı düz, sade cümlelerle kurulan bir anlatımla başlayıp tüm ailenin hikâyesini anlatacakmış gibi gelişmesine rağmen zamanla Aydın beyin ve Rüya’ya yoğunlaşıyor. Sayfalar ilerledikçe roman şiirsel bir anlatıma kayıyor. Yapısı kasten bozulmuş devrik cümlelerle masalsı hava güçlendiriliyor. Yazar bizi bu anlatıma Rüya’nın hep şair olma arzusu duyduğu, şiirler yazıp yırttığını anlatarak hazırlıyor. Araya, rüyalar, hayaller, şiir örnekleri koyuyor.

Romanın ikinci bölümü ‘Ölüm’de Rüya’nın beklenen düğününün gerçekleşmediğini, “Angelus Novus”un öldüğünü öğreniyoruz. Paul Klee’nin ünlü tablosu “Angelus Novus”dan adını alan sevgili, yeni bir melek olarak Rüya’nın hayatında bir yenilenme, kurtuluş umudu. Walter Benjamin, "Tarih Kavramı Üzerine"de bu ünlü tablo için “uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor” diyor. “Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek… Ama Cennet’ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte, ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır.”

Rüya, geleceğe dair tüm umutlarını “Angelus Novus”un ölümü ile gömmüş, bitmeyen bir yasa girmiş. İşi bırakmış, sürekli içki içerek kara kaplı defterine şiirler, yazılar yazıyor, “Angelus Novus”un olduğu rüyalar, halüsinasyonlar görüyor. Rüya’nın bozulan ruhsal yapısı ile birlikte roman da dağılıyor. Rüya’nın geçmişiyle hesaplaşmasındaki imgesel yoğunluk bizi konudan koparıyor. Konu üslubun, anlatımın altında eziliyor. Satır aralarında sözünü edip bıraktığı yaşlı sevgili gibi, şair Hüseyin gibi geçmişindeki kişilerle ne yaşadığını anlatmıyor sadece ruh haline ortak etmeye çalışıyor. Bu nedenle Rüya’nın yasının, girdiği kendi ile hesaplaşmanın önemini tam olarak kavrayamıyoruz.

Diğer yandan midesindeki bıçak gibi sancıdan, yaşlılığın sıkıntısından kurtulmayı uman Aydın Bey, bodrumdan bir zamanlar Rüya’nın ilk yazarlık denemelerini yaptığı eski daktilosunu çıkartıp anılarını, görüşlerini yazmaya başlıyor. Aydın Bey’in yazdıklarının ayrıntılarına inmiyor yazar, daha çok ana başlıklardan ve yazma sürecinden söz ediyor. Okuduklarımızdan Aydın Bey’in yapısına uygun olarak daha gerçekçi ve ayakları yere basan bir metin oluşturduğunu umuyoruz.

Rüya’nın yas hali kız kardeşlerin durumunu fark etmesi ve roman boyunca dobralığın simgesi gibi dolaşan Dünya’nın kızı Gülsahra’nın kara kaplı defterini çalması ile noktalanıyor. Rüya, ailesine ruh halini yansıtmamak için evini temizliyor, derlenip toplanıyor ve televizyonu açıp hayata dahil oluyor. Diğer kardeşler zaten çoktan hayatla barışmış. Dünya’da bir şiir bulan Deli şairin tüm çağrılarına rağmen Dünya kendini işine kaptırmış, Reklamcılıkta başarılı olup terfi ettiği anlaşılan Deren evlenmiş, çocuk bekliyor. İki kardeş Rüya’yı baba evine dönmeye ikna ediyorlar. Baba evinde ise onları Aydın beyin sağlık durumuyla ilgili kötü bir haber bekliyor.

Berrin Karakaş Üç Noktalar Sarayı’nda orta sınıftan bir ailenin Yaprak Dökümü’nü düz bir anlatımla anlatmaya başlamış, ilerleyen sayfalarda baba ve kızın hikâyeleri haline sokmuş ve nihayetinde bir genç kadının yarı gerçeküstü, masalsı bir dille kendiyle hesaplaşmasına dönüştürüp noktalamış.

4 Şubat 2010

Eksik roman özürü

Geçtiğimiz hafta Berrin Karakaş’ın Üç Noktalar Sarayı hakkında yazmıştım. (sayı 1042). Yazı yayınlandıktan sonra aldığım bilgiye göre roman 100 sayfa kadar eksik basılmış, üç bölümden ikincisi “Düğün” baskıda yer almamış. Ben de bir çok okur gibi 300 sayfa yerine 200 sayfa okumuşum ve sayfa numaralarında bir atlama olmadığından eksikliği fark etmemişim. Durumu kitabı dağıtıma verdikten sonra fark eden Turkuvaz Kitap yeni bir baskı yapmış ve tüm eksik kitapları toplatmış. Ben değerlendirmemi eksik basılan kopya üzerinden yaptığım için geçersizdir. Tüm okurlardan ve yazar Berrin Karakaş’tan özür dilerim.

Yorumlar