Ziyan

Hakan Günday, Ziyan’da (Eylül 2009, Doğan Kitap) Güneydoğu Anadolu’da askerliğini yapan bir gençle İzmir Suikastı’nin düzenleyicilerinden Ziya Hurşit’in içiçe geçen hikayeleri anlatılıyor. Atatürk’e karşı düzenlenen ve gerçekleştirilemeden failleri yakalanan İzmir Suikasti yakın tarihin tam olarak aydınlatılamamış olaylarından. Ziya Hurşit de bu suikastin belki de hayat hikayesi en az bilinen isimlerinden.

Ziyan, her Türk erkeğinin yaşamak durumunda olduğu zorunlu askerliğini yapan bir gencin öyküsünü anlatılarak başlıyor. Askeri birlik Van yakınlarında bir ovada yer alan ilçede. Çok soğuk bir hava, durmadan yağan ve aylarca kalkmayan kar yaşam şartlarını iyice güçleştirmekte. Kahramanımız Günday’ın önceki romanlarından kopup gelmiş hissi veren uyumsuz, sorunlu ve düzene, disipline gelmeyecek yapıda bir genç. “Sosyal hayatın hiçbir gereğini yerine getiremeyeceğine inanılanların” askerlik cüzdanına konulan RDM işareti onda da vardır ve aslında askerlik hizmeti süresince Rehberlik ve Danışma Merkezi’ne devam etmeleri, psikiyatrik yardım almaları gerekmektedir. Ama bulundukları birlikte bu mümkün değildir. Kahramanımız da askerlik cüzdanındaki “RDM” işareti ve askeri düzene, kurallara uyum sağlayamadığı için mimlenmiş, bol bol nöbet tutturularak ödüllendiriliyor(!). Dörder saatten günde iki kez nöbet, on dokuz saati uyanık geçen bir gün... Uykusuzluk ve soğuk yaşamı çekilmez kılıyor. Termometre eksi dokuzu gösterdi mi hava ısındı diye seviniyorlar, öylesine bir soğuk. Tek umut bir an önce askerlik görevinin bitmesi. Onun için de tüm emirleri yerine getirmek, ceza almamak ve tabii herhangi bir terorist saldırıda can vermemek gerek. Gerçi birlik düz bir ovada olduğu için hiçbir saldırıya uğramamış ama yakın çevredeki birlikler hep saldırıya uğradığından her an kendilerine de saldırılmasını bekliyorlar ve bu da büyük bir gerilim yaratıyor.

Hakan Günday, argoya, küfüre sık sık yaslanan kendine has anlatımıyla ve akıcı bir dille hem askerlik kurumunu ve mantığını, zorunlu askerlik yapanların maddi ve manevi durumlarını, birbirleriyle ve çevre halkıyla ilişkilerini ince ayrıntılara girerek gerçekçi ve oldukça eleştirel bir dille anlatıyor hem de kahramanın ruh halini küçük ipuçlarıyla yavaş yavaş aktarıyor. Edebi tadı, iyi anlatımın keyfini alıyorsunuz.

Sürekli uykusuzluk, çok soğuk havada, ıssız yerlerde tek başına tutulan saatlerce nöbet sonuç olarak ruh sağlığı yerinde olmayan kahramanımızın halisülasyonlar görmesine neden oluyor. Bir nöbette de hayal mi gerçek mi olduğunu ayırd edemediği Ziya Hurşit geliyor (ya da ses veriyor). Artık bir çok nöbetinde kahramanımızla Ziya Hurşit sohbet edecektir.

Başlarda Ziya Hurşit oldukça ketum. Laf ağzından dirhem dirhem çıkıyor. Hayat ve ölüm hakkında felsefi laflar ediyor. İsmini öğrenmemiz için 111 sayfa gerekiyor. Neyse ki ondan sonra çenesi düşüyor, her şeyi anlatmaya başlıyor. Genel kültürünün pek derin olmadığı izlenimi veren üniversiteden terk kahramanımız da hemen onu tanıyor, Atatürk’e suikastten idam edildiğini hatırlıyor (s. 112).

Kahramanımızın hayatındaki kırılma noktası Ziya Hurşit’in hayaline kendini fazlasıyla kaptırıp onun lafına uyup ceza alması ile yeni bir evreye giriyor. O artık “Ekber’in Askeri”dir. Kriminal tipteki, ağır ruhsal bunalımlar yaşayan, emirlere uymayan, her an olay çıkarma potansiyeli olan askerlere komutanları Ekber özel ilgi göstermektedir. Komutanlarının gözünün her an üzerlerinde olması, ağır cezalar, sürekli nöbet ve diğer işler Ekber’in Askerlerini iyice çığrından çıkartmakta tezkere umutları kaybolmakta, askerlikleri ya hapiste ya da akıl hastanesinde son bulmaktadır.

Kahramanımız için de kaçınılmaz son bir yılbaşı gecesi gözden ırak olsunlar diye cezaevinde nöbete yollandığı arkadaşları ile yaşadığı bir olayla geliyor. Artık kahramanımız için askerlik Ekber’in Askerleri için öngörülen şekilde bitmiştir.

Hakan Günday, 219. sayfaya kadar romanı ikili bir yapı içinde geliştiriyor. Günümüzde yaşanan zorunlu askerlik görevi anlatılırken hayal mi gerçek mi olduğu bilinmeden kahramanımıza görünen Ziya Hurşit öğütler veriyor, felsefe yapıyor ve hikayesini anlatıyor. Ama 219. sayfadan itibaren esas olarak Ziya Hurşit’in hikayesi ağır basıyor ve başarıyla gelişen yapı kırılıyor. Ana kahramanın ağırlığı kalmıyor, dinleyici konumuna geçiyor. Kahramanın gözünden anlatılan kitapta, kahramanımızın Ziya Hurşit’in hayat hikayesini bu denli ayrıntılı bilebilmesi (anlatması) aslında izah gerektirmiyor, biz okuduğumuzun bir roman olduğunu biliyoruz. Ama Günday durumu izah etme ihtiyacı duymuş (s. 271–277). Romanın başından beri olaylarla gözlemlerle çok ustaca geliştirilen askerlik kurumuna bakış ve eleştirinin kastını anlamayan okur vardır endişesiyle uzun söylevlerle tekrar anlatılması buna eklenince Günday’ın bu zorlu konuda derdimi tam anlatamadım, meramım yanlış anlaşılacak endişesi taşıdığını düşündürüyor. Kitabın ilk sayfasındaki Atatürk’ün yalnızlığını vurgulama amaçlı fotoğraf ve satırlar da böylece anlam kazanıyor ve izahat arzusunun bir parçası olarak yerini buluyor.

Hele Ziya Hurşit’in ağzından anlatılan hayat hikayesinin gerçeğe uymadığı, anlatıcı tarafından değiştirildiğinin bildirilmesi ve Ziya Hurşit’in gerçek hayat hikayesinin anlatılması bu gittikçe düzleşen ve Günday’dan iyice uzaklaşan anlatıyı tam anlamıyla didaktik hale getirmiş. Zorunlu askerlik görevinin de aslında hiç yaşanmadığının anlatılması ve romanın ana kahramanın Günday’ın önceki romanlarından Azil’in kahramanı Asil olduğunu bildirmesi, okurun onu daha iyi anlaması için Azil’e yollanması romanın 219. sayfaya kadar ki tadını iyice kaçırıyor.

Yorumlar