Bin Dokuz Yüz Seksen Dört



George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü klasikleşmiş bir eser. Karşı-ütopya türünde yazılmış belki de en önemli eser. Otoriter, baskıcı bir yönetim altında insanların hayatının nasıl bir kabus olacağını anlatıyor.

George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü 1948’de yazmış. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, Dünya’nın iki kampa bölündüğü Soğuk Savaş günlerinde. Roman, ilerici çevrelerde sosyalizme saldırı olarak algılanmış, Hayvan Çiftliği ile “dönek”, “ajan”, “karşı devrimci” gibi sıfatlarla nitelenen Orwell’in yeni bir girişimi olarak lanetlenmiş.

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, ilk kez 1958’de Türkçeye çevrilmiş. O günden bugüne dek çeşitli çevirileri yayımlanmış, her zaman ilgi görmüş bir roman. İlk kez 1984’de Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü yayımlayan Can Yayınları 30. Baskı da çeviriyi yenilemiş (Şubat 2011, çev. Celâl Üster, Can yay.). Celâl Üster, yeniden çeviri işine girişmesini, “Pek çok çeviri zamana dayanamıyor, geçerliliğini yitiriyor” diye izah ediyor. Dilin eskimesi yanında çeviri duyarlılığının eskimesinin de önemli olduğunu belirtiyor. Belki de daha önemlisi “zamanla, o kitaba ya da yazara ilişkin kavrayışımızın değişmesi, derinleşmesi” diyor.

Soğuk Savaş’ın sürdüğü 50’li, 60’lı yıllarda okunduğunda Stalin’in baskıcı yönetimini hatırlatacak pek çok şey bulmak mümkün Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’de. Ama roman aynı oranda Hitler yönetimini de çağrıştırmakta. 70’li 80’li yıllarda ABD, SSCB ve Çin’den oluşan üç bloklu dünyasının romanda anlatılan despotik yönetimlere dönüşmesinden endişelenebilinirdi. Her yerin kameralarla izlendiği, tüm konuşmaların ve yazışmaların kaydedilebildiği bugün okuduğumuzda ise romanı 60 yıl öncesinden gelen bir öngörü olarak algılamak ve günümüz baskıcı rejimlerinin niteliklerini anlamak ve geleceğe ilişkin endişe duymak mümkün. Yani Bin Dokuz Yüz Seksen Dört klasikleşen bir roman olarak her dönemde okunup, o günün şartlarına göre algılanabilecek, yorumlanacak bir eser. Bu anlamda da Üster’in kitaba ilişkin kavrayışımızın değiştiği, derinleştiği tespiti doğrulanıyor.

Dünya üç büyük ülkeye ayrıldığı gibi, bunlardan biri olan Okyanusya da üç sınıfa ayrılmıştır; iç parti (üst düzey yöneticiler), dış parti ve proleterya. Büyük Birader’in yönetimindeki Okyanusya yurttaşları yaşamın her alanında, evde, işte, sokakta izlenerek, kaydedilmekte, en ufak bir kuşkuda tutuklanıp işkencelerle sorgulandıktan sonra yok edilmekte ve ülkenin tüm kayıtlarından silinip hiç yaşamamış hale getirilmektedir.

Romanın kahramanı Winston Smith Gerçek Bakanlığı’nda geçmişten silme işinde görevlidir. Gözden düşen yöneticilerin, partililerin adlarını gazetelerden, dergilerden çıkartıp yeni gözdeleri onun yerlerine yazmakta yani tarihin Büyük Birader’in istediği biçimde yeniden yazımını yapmaktadır. Hayatının akışını kendisiyle benzer bir görevde çalışan Julia’yla giriştiği aşk ilişkisi değiştirecektir. Yönetim, aşkı düşman olarak görmekte cinsel ilişkiyi lanetlemektedir. Sevgilisi ile Büyük Birader’in kameralarına yakalanmadan, özgürce buluşup sevişme arzusu onu muhalifleştirip yok edecek bir tuzağa düşmesine neden olacaktır.

Winston’la Julia’nın tanışmaları, görüşmeye başlamaları ve buluşmaları bize yönetimin içeriden bir görünümünü de verir. Sürekli dış düşmanlarla savaş ve hayali de olsa yaratılan iç düşmanlar sayesinde yönetim yurttaşlarını kendine bağlamakla kalmaz, bir yandan sürekli birbirlerini izleyip anne-babalarını bile ajan ya da rejim muhalifi diye ihbar edecek bir ruh haline gelmelerini diğer yandan gün geçtikçe yoksullaşmalarını kolayca kabullenmelerini sağlar. En temel ihtiyaç maddeleri bile yoktur ama yönetim sürekli ülkenin geliştiğini, insanların daha iyi şartlarda yaşadığını, savaşta başarılar kazanıldığını duyurur. Bir yandan da sözcük sayısının minimuma indirildiği ve şifrelendiği yeni bir dille insanların daha az düşündükleri belki de hiç sorgulamadıkları bir dünya yaratmaya çalışır. O dünyada kitap da yoktur, düşünceleri yazıya dökecek kağıt da.

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Karşı-ütopyanın başyapıtlarından olmasının yanında iyi bir edebiyat eseri de... Edebi açıdan birçok farklı okumaya uygun ve göndermelerle yüklü. Winston’la Julia’nın aşklarını ve nihayetinde muhalif diye yakalanıp tutuklanmalarını Adem’le Havva’nın cennetten kovulmalarına benzeten eleştirmenler olduğu gibi Üster’in yaptığı gibi Winston’ın tutuklanıp sorgulanması ile Kafka’nın Dava’sındaki Joseph K’nın durumunu da karşılaştıranlar var.

Celâl Üster’in eseri kapsamlı olarak çözümlediği önsözünde belirttiği gibi “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, okuyucuyu, geçmişin, belleğin, düşünmenin, dilin, başkaldırının, aşk ve erotizmin yok edildiği bir toplumda yaşanan insanlık karabasanıyla yüz yüze getirdiği içindir ki, yazıldığı ve yayımlandığı dönemin güncelliklerinin çok ötesinde bir yapıttır. (...) Orwell’ın bu kitabı yalnızce geleceğe ilişkin değil, günümüze ilişkin de bir uyarıdır.”

28.04.2011

Yorumlar