İmkânsız Özerklik



Yalçın Armağan İmkânsız Özerklik: Türk Şiirinde Modernizm’de (2011, İletişim yay.) İkinci Yeni’yi Tanzimat’tan günümüze Türkiye modernleşmesine özgü hassasiyetler açısından yorumlamayı deniyor.
Yalçın Armağan’ın İmkânsız Özerklik’i Türk Şiirinde Modernizm başlıklı doktora tezinin yeniden düzenlenmiş ve yazılmış hali. Türk Şiirinde Modernizm’i araştıracaksanız öncelikle “modernizm”i tanımlamanız gerekiyor. Armağan, haklı olarak “modernizmin tanımlanamazlığı”ndan söze giriyor. Yapılan farklı tanımlamaları sıralıyor. Neyse ki tezini üzerine kuracağı bir modernizm tanımı var; “modernist yapıtın temel iddialarından biri özerk yapıt anlayışıdır. Kendi kendine yeten (self-contained), amacı kendinde olan (auototelic), özgöndergesel (self-referential) ya da özdüşünümsel (self-reflexive) olma niteliğiyle öncesinden ayrıştırılan modernist yapıtın bu nitelikleri, özerklik anlayısının yansımalarıdır aslında. Bunun sonucunda modernizmi meşru kılmaya çalışan elestirel çalışmalar da bu özerklik anlayışına vurgu yapar” diyor. Kitaba adını veren “özerklik”in altını özenle çiziyor ve okurdan Türk Şiiri’nde özerkliğin imkân dahilinde olup olmadığı tartışmasına katılmasını bekliyor. “Estetik özerklik” modern olmanın en önemli kıstası. Bir parantez açayım, Armağan “Türkçe şiir” mi “Türk şiiri” mi bir karar vermeli. Kitabın adındaki “Türk Şiiri” ibaresi kitabın metninde bazen “Türkçe şiir” bazen “Türk Şiiri” olarak kullanılmış.
Yalçın Armağan, Tanzimat’la başlayan süreçte bir edebiyat kurumunun inşa edildiği tezi ile söze başlıyor. Türkiye’de edebiyat kurumunun estetik özerklik karşıtlığı, geleneksizleşme ve
halk edebiyatının keşfi ekseninde şekillendiğini, tüm edebiyattan olduğu gibi şiirden de toplumsal fayda beklendiğini vurguluyor. Tanzimat’la temelleri atılan bu kültür politikası (çünkü sanatın tüm alanlarında bu yaklaşımı görüyoruz) milliyetçi düşünceleri yayma, yeni bir ulus inşa etme gibi temel hedeflere odaklanıyor ve sanatçılardan bu yönde eserler üretmelerini istiyor. Osmanlı dönemi şiiri “Divan Edebiyatı” olarak tanımlanarak reddediliyor yerine halk şiiri öneriliyor. Şairlerden halk edebiyatından kaynaklanan hece vezni ile kültür politikasına uygun şiirler yazmaları isteniyor.
Armağan’ın belirttiği gibi devlet nezdinde Hececilik kabul görmüşse de Türk Şiiri’nin bu yönde gelişmediğini biliyoruz. Dönemin iki önemli şairi Ahmet Haşim ve Yahya Kemal bu “faydacı edebiyat kurumun”unun isteklerine uymuyor ve kendi şiirlerini yazıyorlar. Armağan, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal gibi şairlerin faydacı edebiyat kurumuna karşı çıktıklarını ama bu kurumu köklü biçimde dönüştürmeyi başaramadıklarını düşünüyor. Çünkü bu iki şair “modern” olamamışlar. Armağan, Türk Şiiri’nin 50’li yıllara, İkinci Yeni’ye dek uzanan tarihini özetleyip tartışırken bizim modern olduğunu düşündüğümüz hemen tüm şairlerde eksikler buluyor, tanıma tam olarak uymadıklarını önesürüyor. Bu yaklaşım da bize araştırmaya başlarken yazarın bir önkabulü olduğunu düşündürüyor. Önkabulünü kanıtlamak için araştırıyor sanki. Çünkü Armağan’ın tanımlaması ile Ahmet Haşim’i modern saymamak mümkün değil.
“Yahya Kemal’de ahenk, vezin ve kafiye sayesinde sağlanmaktadır. Bu nedenle de dilin
bireysel kullanımı ve dünyayı kendi imgelemi açısından temsil etmeyi Yahya
Kemal’in şiirinde bulmak zordur. (...) bu anlamda Yahya Kemal’i “modernist” anlamında “modern” kabul etmek için çekinceler koymak gerekir” diyor. Nâzım Hikmet’e de benzer şekilde yaklaşıyor; “özerk bir şiir diline sahip çıkan hiçbir şiir, doğası gereği, kitleselleşememiştir. Nâzım Hikmet’in gördüğü ilginin nedeni onun özerk şiir dilinden uzak durması kadar sosyalist olmasıdır.” Kitleselleşmemek, sosyalist olmamak modern olabilmenin bir şartı ise Nâzım Hikmet de böyle bir modernliği tercih etmezdi.
Dağlarca, Asaf Halet, Necatigil, Attilâ İlhan gibi şairleri ise “münferit” sayıp “edebiyat kurumunun dönüşümünde etkili olm”adıkları gerekçesiyle değerlendirme kapsamına almıyor. Çağdaş Türk Şiir’nin gelişimini akımlar kadar etkili olan bu şairleri “edebiyat kurumunda görünür bir dönüşüme yol açmamış şairler” olarak hemen hiçbir kanıta dayanmadan inceleme dışı bırakmak çok tartışmalı bir yargı. Türk Şiirinde Modernizm diye çok kapsayıcı bir başlık kullanıp 60 yıl öncesinde, 50’li yıllarda kalmayı ise akademisyenlerin güncel olana girememe alışkanlıklarından mı saymalı yoksa önkabüle aykırı sonuçlar çıkacağı endişesine mi bağlamalı?
Yalçın Armağan’ın önkabulü, Türk Şiirinde “ilk ve tek” modernist akımın İkinci Yeni olduğu. “Edebiyat kurumunun estetik özerklik karşıtlığı nedeniyle izin vermediği modernist şiir, özerk şiir diline dayanan İkinci Yeni tarafından yazılabilmiştir. İkinci Yeni, özerk bir şiir dili kurabilmek için edebiyat kurumunun belirlediği anlaşılır dil beklentisine karsı çıkmıs, şiiri siyasetten ve ahlaktan bağımsız bir yapı haline getirmiştir. İkinci Yeni’nin özerk şiir dili büyük bir dirençle karşılanmıştır. İkinci Yeni’ye gösterilen bu dirençte Türkiye’de modernist duyarlılığa karşı geliştirilen tepkiyi görmek mümkündür” diyor. O nedenle de İkinci Yeni dışındaki tüm şairleri ve şiir anlayışlarını “edebiyat kurumu”nun kabul ettiğini kanıtlamaya çalışıyor. Türk Şiiri’nin gelişimine bakmıyor, akımları ve anlayışları sanki birbirleri ile bağlantısı yokmuşcasına, genellikle bir önceki akıma tepkinin ya da Dünya şiirindeki gelişmelerin yeni’yi oluşturduğu gerçeğini görmezden gelerek anlatıyor. Çünkü başka türlü İkinci Yeni’nin “tek özerk” akım olduğu tezini getiremez.
Esas sıkıntı Garip’le yani 50’li yılların şiirinin “İkinci Yeni” adını almasına neden olan Birinci Yeni ile. Garip’in “siyasal görüşü nedeniyle rahatsızlık yaratmayacak
şekilde beklenen sentezi (bir biçimde) gerçekleştirmiş bir şiir olarak kısa zamanda
genel kabul görmesi,” Garip’in “hem şiir dili açısından hem de dünya algısı açısından aykırı bir konumda olmasına rağmen, kısa zamanda yaygınlık kazanmış” olması modern olamamasının gerekçelerinden. Garip için eleştiri unsuru olan “Batı şiirinden etkilenme” İkinci Yeni için olumlama oluyor. İkinci Yeni, Batı şiiri ile “ilişki kurmuş” ama “taklit etmemiş” demek biraz zorlama değil mi? Garip Şiiri, tüm kuralları, dil kısıtlamaları ile edebiyat kurumuna karşı çıkmış, dayatılan şiir anlayışını yerle bir etmekle kalmayıp hem şairlerce hem de okur tarafından kabul görmüş, ana akım haline gelmiş. Verili şiir anlayışına bu denli radikal karşı çıkan, kendi “özerk” dilini oluşturan ve sonuçta başarıya da ulaşan bir şiir anlayışını “modern” kabul etmemek bana mümkün görünmüyor.
Armağan’a göre İkinci Yeni’nin modernist olmasının en önemli kanıtı “büyük bir dirençle karşılaşmış” olması. Burada sormamak elde değil, peki diğer şiir akımları, hareketleri hemen kabul mü görmüştür? Ne toplumcu şiir için, ne de Garip için ne de diğerleri için bunu söylemek mümükün değil. Hiçbir yenilik hemen kabul görmüyor. Yapısına, yaklaşımına göre güçlü ya da zayıf mutlaka dirençle karşılaşıyor. Önemli olan bu direnç karşısında ne yaptığı? Hakim anlayışa mı uymuş yoksa kendi bildiği yolda ilerlemiş mi? Buna bakmak gerek.
Yalçın Armağan, bu tezin amacı modernleşme sürecinde şiirin nasıl bir dönüşüm geçirdiğini
anlamaya çalışmak dese de Türk Şiiri’ni anlamaya çalışmadığı gibi araştırmıyor da. Sadece “Türkiye’de modernist olarak adlandırılabilecek tarzın İkinci Yeni olması” önkabulünü kanıtlamaya çalışıyor. Oysa, Armağan’ın kullandığı kıstasları kullanarak İkinci Yeni’nin de 50’li yıllarda Dünya’da gelişen şiir ve sanat anlayışlarından etkilendiğini, dönemin iktidarının (Demokrat Parti) arzu ettiği şekilde suya sabuna dokunmayan siyasi bir tavırda olduğunu söylemek mümkün. Toplumcu yazarlar hapislerde sürünür hiçbir eserlerini yayınlatamazken İkinci Yeni şairlerine iktidarca ilişilmemiş olunmasını “modernist tarzın iktidarın ufku dışında kal”ması ile izah etmek pek tatmin edici değil. Sonuç olarak batılılaşma devletin kültür projesinin ana ekseni değil midir? İkinci Yeni’nin de diğer akımlar gibi yüzünün Avrupa’ya dönük olmadığını söyleyebilir miyiz? Ya da bir başka deyişle Tanzimattan bu yana yüzü Avrupa’ya dönük olmayan bir edebiyat anlayışı olmuş mudur?
Yalçın Armağan’ın tezini bir önkabulle yazmasının yanında bence temel hatası kolay olanı tercih edip, eser üzerinden değil eser hakkında yazılandan yargılara varması. Bir şiiri öncelikle estetik ölçütlerle değil de işin içine siyaset, sosyoloji gibi sanatdışı ölçütleri de katarak değerlendirirseniz geleceğiniz yer budur. “İmkânsız özerklik” tanımlaması kitaba isim olan Orhan Koçak haklıdır, bu bakış açısıyla ve kıstaslarla Türk Şiiri’nde modernlik de özerklik de imkânsız’dır.
Yalçın Armağan’ın İmkânsız Özerklik’i Tanzimat’tan 50’li yıllara dek Türk Şiiri’nin gelişimini tartışmak açısından verimli bir kaynak. Türk Şiiri üzerinde çalışanların okuması, üzerinde düşünmesi gereken tezler getiriyor.
18.08.2011

Yorumlar