Romanda ilk on bir


2011’den kalanlar (1)
Her yıl daha çok ve çeşitli kitap basılıyor. Bandrol satış rakamlarına ve ISBN kayıtlarına bakarsak da 2011’de hem üretilen kitap adedi hem de başlık sayısı açısından rekorlar kırıldığını söyleyebilirim. Yayımlanan kitap çeşidi 40.000’e doğru gidiyor. Bunların önemli bir bölümünü de kültür, sanat ve edebiyat kitapları oluşturuyor. Bu kitapların tümünü okumak bir yana Cumhuriyet Kitap gibi haftalık bir yayında bile tanıtmak mümkün değil. Her sene artan bir kitap enflasyonu yaşıyoruz. On binlerce kitabın arasından ancak bir kaç yüzüne ulaşabilmemiz, En çok 100-150’sini de okuyabilmemiz mümkün. Hakkında yazabildiklerimiz ise çok daha az. Birçok önemli ve güzel kitabın sözünü edemeden yıl geçiveriyor. Bu yazıda yıl içinde okuyup da yazılarımda sözünü edemediğim o iyi kitapları anmaya çalışacağım.
Roman hâkim tür olarak 2011’de de yeni bir rekor kırdı ve 700’e yakın roman yayımlandı. (Ömer Türkeş’in kayıtlarına göre Kasım başı itibariyle 628 roman yayımlanmış.) Yine çok satanlar listelerinde edebiyat olarak sadece romanlar yer aldı. Öykü ya da şiir kitapları çok satsalar da listeler de yer bulamadı. Böylelikle şiir ve öykü kitaplarının nadir de olsa çok okundukların da bile okuru cezbeden “çoksatar” payesine layık görülmediklerini bir kez daha anladık. Çoksatan listeleri doğru bilgi vermek için değil pazarlamanın bir parçası olarak çoksatanları daha çok sattırmak için bir araç görevini sürdürdü.
Elif Şafak’ın İskender (Doğan Kitap), Zülfü Livaneli’nin Serenad (Doğan Kitap), Sinan Yağmur’un Aşkın Gözyaşları 2 ve 3 (Karatay), İnci Aral’ın Şarkını Söylediğin Zaman (Kırmızı Kedi), İskender Pala’nın Od (Kapı yay.), Canan Tan’ın İz (Altın Kitaplar), Nermin Bezmen’in Şeytanın İflası (Doğan Kitap) ve Ayşe Kulin’in Gizli Anların Yolcusu (Everest), çoksatan listelerinden hatırladığımız romanlar.
2011’de yine Dünya edebiyatından birçok önemli yapıt Türkçede yayımlandı. “Müzik kurallarına göre yazılmış şiirsel bir düzyazı” olarak tanıtılan Andrey Belıy’in Senfoniler’inde (Yapı Kredi) konuları birbirinden farklı dört anlatıda ölüm-ölümsüzlük, zaman-zamansızlık, Doğu-Batı, gece-gündüz, iyilik-kötülük gibi karşıtlıklar ele alınıyordu. Javier Marias’ın başyapıtı sayılan Yarınki Yüzün’ün ikinci cildi Dans ve Rüya’da (Metis) İngiliz Gizli Servisi’nde görevli Jaime Deza’nın çevresinde olup bitenleri en ince ayrıntısına dek gözlemleyip belleğine kaydederken bir yanda da bu gözlemlerinin geçmişinden çağrıştırdıklarını hatırlaması, onlarla hesaplamaya girişmesi zor ama sürükleyici ve edebi tad veren bir şölendi. Philiph Roth yine bir ustalık dönemi ürünüyle Türk okurla buluştu. İnsan Lekesi’nde (Ayrıntı) ırkçı damgası vurularak karalanan bit profesörün yaşadıkları üzerinden 1990’ların Amerikan toplumunu sorguluyordu Roth. Afrika edebiyatının ilk modern yapıtı sayılan Afrikalı Çocuk’da (Özgür) Camara Laye Yukarı Gine’de Malinke kabilesinde geçen çocukluk ve ergenlik çağlarını anne-çocuk ilişkisindeki tinselliği vurgulayarak oldukça akıcı bir dille anlatıyordu. Umberto Eco, tamamen belgelere dayalı olduğunu belirttiği Prag Mezarlığı’nda (Doğan Kitap) Hitler’in Yahudi Soykırımının gerekçesini oluşturduğu iddia edilen Siyon Bilgileri’nin Protokolleri’nin yazılış öyküsünü içiçe geçmiş kişilikleri ikili ve de biraz yorucu, zorlayıcı bir biçimde anlatıyordu. Horacio Castellanos Moya’nın Aynadaki Dişi Şeytan’ında (Sel) en yakın arkadaşının sebebsiz yere öldürülmesinden etkilenen kadın kahramanın cinayeti kimlerin işlediğini bulmaya çalışırken kendiyle girdiği monologları okuduk.
Nahid Sırrı Örik’in bir gazino üvertürünün kumpanya yıldızı olması ekseninde ışıltılı sahnelerin ardında neler yaşandığını anlattığı Turnede Bir Artist Öldürüldü (Oğlak), Sevinç Çokum’un İpekyolu ticaretinin son temsilcilerinden, güneydoğulu bir çerçi ailesini anlattığı Lacivert Taşı (Kapı), Sibel Oral’ın acılarla dolu hayatlara ayna tuttuğu şiirsel anlatımıyla dikkati çeken Zayi’si (Turkuvaz), Irmak Zileli’nin 12 Eylül darbesi sonrasındaki yaşamı siyasi bir anne ve babanın kızlarının gözünden anlattığı otobiyografik ögeler taşıyan ilk romanı Eşik (Remzi Kitabevi), Serhan Ergin’in 80 sonrasının siyasi ortamında saplantılı bir aşk hikayesi ekseninde arkadaşlığın, dostluğun, değer yargılarının sorgulayan ilk romanı Yürek Tutsağı (Everest), Kemal Varol’un “Batıdan Diyarbakır’a uzanan demiryolu hattında konuşlanmış hayali Arkanya kasabasından masalsı hikâyeler anlat”tığı kin, öfke ve düşmanlık gibi temel kavramları ele aldığı ilk romanı Jar (Sel), Barış Andırınlı’nın taşradan gelip arızalı bir aşkın ortasına düşen yalnız bir gencin hastalıklı bir tutkuya kapılmasını anlattığı ilk romanı Kopoy (Hayy) okuyup da yazmaya fırsat bulamadığım romanlardı.
Dünya Edebiyatından iyi örnekler yayımlamasıyla tanınan Ayrıntı Yayınları, çoksatanı değil kaliteliyi sunmayı amaçlayan “Türkçe Edebiyat” dizisini başlattı ve arka arkaya okunmaya değer romanlar yayımladı. Hüseyin Kıran’ın kendine has şiirsel anlatımıyla “karanlığın, tiksindirici olanın izini sürdüğü” Gecegiden’i, İstanbul’un asude semtlerinin birindeki bir parkta herkesin gözü önünde işlenen bir cinayetin izini süren Nihan Taştekin’in Zeval’i, Ayten Kaya Görgün’ün köyden kente göçenlerin öyküsünü 80’li yılların Ankara’sının gecekondu mahallelerindeki yaşamlarıyla işlediği Arıza Babaların Çatlak Kızları dizinin ilk romanlarıydı. Ayrıntı’nın dizisinin sadece romanla sınırlı kalmayacağını umuyoruz.
Sadık Yalsızuçanlar’ın Vefa Apartmanı (Timaş), Haldun Çubukçu’nun Allahın Adamı (Doğan Kitap), Markar Esayan’ın Jerusalem’i (Timaş), Ali Teoman’ın genç yaşta ölümünden sonra yayımlanan Gecenin Atları (Yapı Kredi), İsmail Güzelsoy’un Çıt’ı (Mephisto) ve Derviş Şentekin’in Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi’si (Kırmızı Kedi) eleştirilerden dikkatimi çeken ama bir türlü okumaya fırsat bulamadığım romanlardı.
Keyifle, merakla, okuduğum, tartıştığım 2011’in ilk on birine gelince; 1. Leyla Erbil’in insanlık tarihinin karanlık yanlarını, insanın insana yaptığı kötülüklerin öyküsünü mitolojiden günümüze kadar uzanarak hatırlattığı ve diliyle, anlatımıyla, sorun ettiği konularla usta işi bir anlatı olan Kalan (İş Bankası). 2. İbrahim Yıldırım’ın içine ölüm de karışan “ebedî aşk”ı, aşkın saplantıya dönüşümünü 70’li yılların sokağa taşan siyasi karanlığında işlediği içiçe geçen metinlerle gelişen Her Cumartesi Rüya (Doğan Kitap). 3. Burhan Sönmez’in çeşitli zamanlardan, çeşitli coğrafyalardan, duygulardan sürgünlerin öykülerini ince ve sık bağlarla birbirine bağlayan, kısa cümlelerle arı bir dille masalsı bir anlatım oluşturduğu Masumlar (İletişim). 4. Hüsnü Arkan’ın Türkiye tarihini, darbelerin, özellikle 12 Eylül’ün yüreklerde açtığı yaraları, yasak ya da kırık aşk hikayelerini tamamladığı bir atmosferde, mektuplarla, günlüklerle gelişen, farklı ağızlardan anlattığı Mino’nun Siyah Gülü (Kırmızı Kedi). 5. Barış Bıçakçı’nın bir yazar adayının ilk romanının basılıp basılmayacağının cevabını yayınevinden beklerken kendi kendisiyle giriştiği hesaplaşmayı konu alan Sinek Isırıklarının Müellifi (İletişim). 6. Menekşe Toprak’ın bir günlük bir zaman dilimi içinde Türkiye’den Almanya’ya göçmüş bir aileyi ve iletişimsizlik, parçalanmışlık, yurtsuzluk, yalnızlık gibi bireysel sorunları öyküye yakın bir dille anlattığı Temmuz Çocukları (Yapı Kredi). 7. Ayhan Geçgin’in neredeyse hiçkimseyle ilişki kurmadan eve kapanıp yaşayan bir gencin babaannesinin ölümü üzerine, onu gömmek üzere Tunceli yakınlarına gidişi ile başına gelenlerden yola çıkıp Kürt sorununa da farklı bir açıdan yaklaştığı Son Adım (Metis). 8. Nilüfer Kuyaş’ın 70’li yılların sonunda, siyasi olayların yoğun olduğu günlerde bir çok genç ölümden ve polisten kaçarken kendinden kaçmak için uzun bir hesaplaşmaya girişen genç bir kadının öyküsünü anlattığı Adadaki Ev (Can). 9. Mehmet Eroğlu’nun kendi dünyanıza ait olmayan birisine inançlarınızdan, yaşam tarzınızdan hatta geleceğinizden vazgeçmek pahasına âşık olabileceğinizi ama sevemeyeceğinizi, aşk evliliğe dönüşünce inancın, yaşam tarzının ağır basacağını anlattığı Emine (Agora Kitaplığı). 10. Selçuk Altun’un Anadolu’ya bir de Bizans’ı katarak bakmak gerektiğini düşündüren, sade ve akıcı anlatımıyla hızla okunurken edebi tadı da ihmal etmeyen Bizans Sultanı (Sel). 11. Murathan Mungan’ın dünyanın kadim zamanlarını andıran “Yerküre” adlı bir gezegende hemen hepsi şair olan kahramanlar arasında geçen, yoğun, havasına girmek pek kolay olmayan anlatısı Şairin Romanı (Metis).
29.12.2011

Yorumlar