Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur


Faruk Duman, Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur'u (Şubat 2012, Can Yay.) 1974 yılında Beypazarı’nda vurulan son Anadolu Parsına adamış. Anadolu Parsı 2-2,5 metre boyunda, ağırlığı 70 kiloyo bulan, yirmi yıl ömrü olan bir etobur. İran Parsının bir alt türü olduğu düşünülüyor. Daha çok ormanlık ve dağlık alanlarda tek başlarına yaşarmış. Bulundukları yere çok iyi uyum sağlarmış. Doğal yaşam alanlarının ve av kaynaklarının azalması onları insanların yaşadığı yerlere yönlendirmiş ve bu da genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldürülmelerine yol açmış. Son Anadolu Parsı 1974’de öldürülmüş olmasına rağmen zaman zaman Akdeniz’den Karadeniz’e çeşitli dağlık bölgelerde görüldüklerine dair söylentiler dolaşmakta. En son 2006’da Mersin’de kayalık bölgede görüldüğü, hatta fotoğrafının çekildiği iddia edilmiş ama fotoğraf ortaya çıkmamış.
Anadolu Parsları hakkında internette bir site var (anadoluparsi.com). Son Anadolu Parsı 1974’de öldürülmesinin öyküsüne de bu sitenin verdiği bir linkle ulaşmak mümkün. Son Anadolu Parsı ile yaşarken karşılaşmış son kişi olan Havva Köksal’la 2004’de yapılmış bir söyleşi de var. Havva Hanım bir dere yatağında parsla karşılaşıyor. Parsı görünce heyecanlanıyor, geri geri bir-iki adım atıyor. Pars bir hamlede Havva’yı yere deviriyor ama saldırmıyor. Havva kendine geldiğinde parsı yanı başında beklerken görüyor. Pars Havva’yı yere devirirken kolundan yaralamış, Havva “pars saldırmadı” dese de köylüler bu yaralanmayı saldırı olarak yorumluyor ve parsın peşine düşüyor. Bu tür hayvanların geçiş yollarının bilen iyi bir avcı da onu vuruyor.
Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur'un çıkış noktasında bu olayın olduğunu düşünüyorum. Faruk Duman, parsın gerekmedikçe insanlara ya da başka canlılara saldırmadığı bilgisinin, esas saldırganın, yok edenin insanoğlu olduğu gerçeğinin üzerinde kurmuş anlatısını. Anlatı diyorum, çünkü kitabım kapağında yazılan “roman” tanımına uymuyor Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur. 85 sayfada, az sayıda kahraman ve tek bir olay ve tema üzerinden gelişiyor. Uzun öykü de diyebiliriz ya da anlatı diye tanımlarız.
Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur'un kahramanı, hastalık nedeniyle üniversite öğrenimi yarıda bırakmış, zor koşullarda, askerliğini yaptıktan sonra annesinin yanına ormanın hemen kıytısındaki evine dönmüş bir genç. Kitabın arka kapağında “annesinin ölümü üzerine çocukluğunu geçirdiği kasabaya döndüğü” belirtiliyor. Anlatının ilk paragrafının dördüncü cümlesinde bir cenazeden söz ediliyor ama bu cenazenin kimin olduğu söylenmiyor. Beş cümle sonrasında ise “İlkin, annemin ocağı yaktığını düşündüm” diyor ve devam ediyor “Annem derin öğle uykusundan uyanıp ocağı yakmış.” Tüm anlatı boyunca da annenin hayatta olduğuna dair işaretler alıyoruz. Kahramanımız anasıyla konuşuyor, dertleşiyor. Okur olarak bizde ana oğul birlikte yaşadıkları kanısı doğuyor. Anlatının sonuna doğru, kadın kahraman Ceren annesinin altı ay önce öldüğünü söylediğinde (s.89) bile kahramanımıza göre annesi divanın üzerinde oturmaktadır. Bu durumun altını çizmemin nedeni anlatının masalsı bir havada geliştiğini bir çok olayın sisli yağmurlu havaya uygun olarak muğlak olduğu. Düşle gerçek bilinçli olarak iç içe girmiş.
Faruk Duman’ın kitabın başına Borges’ten alıntıladığı gibi kahramanın parsı görüp görmediği havanın pusu gibi belirsiz. Yine Borges’in göndermesindeki gibi eserde “bir suret ve simge olarak” kullanılıyor pars. Parsla ilk karılaşmalarında, parsın kendisine yönelik ilk hamlesinde hayalle gerçek arasında yaşanıyor her şey, kahramanımız gerçekten bir saldırıya uğrayıp uğramadığını anlayamıyor.
Yine kitabın arka kapağında “çocukluk aşkı” diye tanıtılsa da Ceren'i tanımıyor. Ceren onun için kurtarıcı bir melek gibi. Ceren’in güzelliğinden, iyiliksever halinden etkileniyor, ilgi duyuyor. Bir medyum, bir bilici gibi çevresinde gelişen her şeyin farkında olmasına, hapsedildiği evden ormandaki en küçük çıtırtıyı bile duyup yorumlamasına hayran oluyor. Sanki parsın insan suretinde görünen hali. Ancak aralarında bir bağ oluşup evlerinde buluştuğunda sanki daha önce de karşılaşmış olduklarını, benzer şeyler yaşadığını düşünüyor. Bir yerde de “Aslında ben tanıyamadım önce” diyor, yaş farkına vurgu yapıyor, “Büyüdükçe yaş farkı falan kalmıyor” (s. 47). Kahramanımız yüksek okulda okumuş, askerliğini yapmış olduğuna göre 25 yaş civarındadır. Ceren’se on altı yaşında olduğunu söylüyor (s.88). Arka kapakta öyküyü gerçekçi havaya sokan vurgulamalar olmasa sanırım bunlara takılmazdım. Çünkü metin güçlü bir biçimde masalsı bir hava yaratıyor ama öykü inandırıcılığından da kopmuyor. Atmosferin yarattığı his dışında akla sığmaz olaylar da yok, masalla öykünün eşiğinde duruyor.
Ceren’in babası ve ağabeyi “kötü” olarak tanımlanabilecek insanlar. Parsın saldırısından sonra kahramanımızı kurtarıp eve getirdiklerinde yani yaptıkları iyiliğe rağmen bunu seziyorsunuz. İlerleyen sayfalarda özellikle ağabeyin Ceren’e uyguladığı işkencemsi şiddet ve ensesti de içeren tacizleri ile bu durum iyice vurgulanmış oluyor. Ama kötü oldukları böylesine bariz şekilde vurgulanmasa da anlatımın verdiği hava ile bunu hissedebilirdik. Belki kötülüğün altının bu denli net çizilmemesi ya da biraz puslu olması anlatının masalsı havasına daha uyumlu olurdu.
Baba oğul sık sık Ceren’i yatağına bağlayıp parsın peşine düşmektedir. Parsı yakalayıp öldürmek adeta yaşamlarının nedeni haline gelmiştir. Parsla çevrede yaşayan insanların ilişkisi zaman içinde hep bir av-avcı olgusu olarak gelişmiştir. Pars insanların saldırısına karşı kendini savunmuş, zorda kalınca da saldırmıştır. Kahramanımızın babası parsı avlamak isterken ölmüş, arkadaşlarından Resim parsın saldırısına uğramış “elsiz ayaksız” kalmıştır. Daha birçok olay da olduğundan insanlar varlığına tam olarak emin olamadıkları ama saldırısına uğradıkları parstan korktukları için ormana girmek istemezler.
“Ormana fazla gitme, diye tuttururdu ninem, ormanda göz dolanır” diye hatırlar kahramanımız. Korkmasına rağmen, belki de o korkunun üzerine gitmek için ormanda gezer. Ormanı sevmekte, kendini orada rahat hissetmektedir. Onun ormanla kurduğu duygudaşlıkla yaşananlara bakmamızı sağlıyor Faruk Duman. Böylece, eğer insanlar tarafından rahatsız edilmese, öldürülmeye çalışılmasa parsın kimseye saldırmayacağını anlıyoruz.
Kahramanımızla parsın ikinci karşılaşmalarında olaylar tam da umduğumuz gibi gelişiyor. Parsı ararken ormanda yorulup uyuya kalan kahramanımız onu yanıbaşında uysal bir kedi gibi bekler buluyor. Uzun süre karşılıklı sakince oturuyorlar ve sonra pars sessizce çekilir gidiyor.
Faruk Duman’ın dil ve anlatımı üzerinde de durmak gerekiyor. Çünkü tüm bu puslu masalsı hava anlatımla sağlanıyor. Sanki bir rüyayı anlatır gibi ama gerçeklikten de tamamen kopmuyor, fantastikleşmiyor. Böylece ne kadar masalsı bir atmosfer yaratsa da inandırıcılığını yitirmiyor. Efsanelerdekine benzer yarı gerçekçi yarı masalsı bir anlatım bu.
Dili ise oldukça kendine has. Kısa, bitmemiş, izleyen cümlede tamamlanan ya da yarım kalan cümleler kuruyor. Arka kapağa da alıntılanan cümleler bunu örnekliyor; “Zaman zaman, kendimi onun yerine koyduğum oluyordu. Pars, parçalanmış bir hayvandır. Geceleri ormanda dolaştığı zaman. Vücudunun her bir parçasını, orada onun adına gözlerini dört açsınlar diye ormanın dört bir tarafında bırakırdı. Söz gelimi, bir tüy bir çalılığa takılır, hayvanın geçip gitmesinden sonra orada ansızın gözlerini açarak. Karanlığı onun adına süzmeye başlardı. Bu, yalnızca tüyün kendi çabasıyla oluşan bir şey değildi elbette. Her yanıyla görmeye, duymaya, koklamaya alışmış bir parsın, kendi parçalarına verdiği bir armağandı.”
Faruk Duman’ın Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur'unu okurken sürekli insanın doğayla ilişkisi üzerine düşünüyorsunuz. Doğayı elde etmek, ona hakim olmak ana duygu, bunu güçlü bir yok etme içgüdüsü tamamlıyor. İnsanoğlu doğaya karşı hep tahripkar olmuş. Onun dengesini, bütünlüğünü bozmak için elinden gelen her şeyi yapmış. Son Anadolu Parsının soyunun tüketilmesi de insanoğlunun şuursuzca doğayı ve hayvanları yokedişinin tipik bir örneği. “Vahşi” diye tanımladığımız bu soylu ve güzel hayvan bizim saldırganlığımızın yanında masum kalıyor.
23.02.2012

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Yirmili yaşlarına gelmesine rağmen kitap okumayı bir türlü sevememiş ama isteği olan biri için ne önerirsiniz diye sorduğumda kitapçı tarafından önerildi, kitabı alacağım kişi grafikle ilgilendiği için kapağı da önemli olduğundan aldım hediye etmeden önce de okudum elbet ama sevmedim sevemedim, sizin bu kadar uzun şekilde değerlendirebilmenizi de takdir ettim doğrusu, hediye etmeyi düşünmüyorum zira okuduğunda kitabın yoğun şeyler uyandırmasını istiyorum arayışım devam ediyor, öneriniz olursa sevinirim.