Yargıç Savage


Tim Parks, Yargıç Savage’da (Ocak 2012, çev. Çiğdem Banguoğlu Aka, Geniş Kitaplık) bir yargıcın öyküsü üzerinden adalet kavramını tartışıyor. Uygulayan aynı kişi de olsa mahkemedeki adaletle yaşamdaki adaletin ne kadar farklı olduğunu anlatıyor.
“Çift yaşam olmayınca hiç yaşam olmuyor ama doğrusu, insan yoruluyor” der romanın ilk cümlesinde Yargıç Savage. Yıllardır yaşadığı gizli ilişkilerden, oynadığı oyunlardan, söylediği yalanlardan yorulmuştur. Son macerasında yakalandıktan sonra karısından af dilemiş, bir daha yeni maceralara girmeyeceğine söz vermiştir. Zaten mesleği gereği, o konumdaki tek beyaz derili olmayan yargıç olarak son derece düzgün bir hayat yaşamak durumundadır. Herkesin gözü üzerinde olacaktır.
“Yıllardır evliliklerinin peşini bırakmayan çatışmayı nihayet çözen” Daniel Savage ve karısı şehir merkezindeki dairelerini terk edip şehir dışında yeni satın aldıkları dört yatak odalı bahçeli müstakil evlerine taşınma hazırlığı yapmaktadır. Savage kısa süre önce ceza mahkemesi yargıçlığına atanmıştır. Konumu gibi maddi durumu da güçlenmiştir. Hayatının en önemli kararını alır; “Bundan böyle elde ettiğim için çok şanslı olduğum işime yoğunlaşmak, yanımdaki kadını elimden geldiği kadar çok sevmek, çocuklarıma olabildiğince yardım etmek için serbest olacağım. Nihayet her şey netleşti. Metamorfoz dönemi bitti. Artık kendim oldum.”
Ama geçmişi peşini bırakmaz. Avukatlık yaptığı dönemde ilişki kurduğu jüri üyesi Koreli bir genç kadın arar ve yardım ister. Savage “vicdan ve dürüstlük” gereği dese de aslında yeni hayatının üzerine geçmişin gölgesinin vurmaması için Minnie’ye yardım etmeye karar verir. Yoksa bu telefonların arkası kesilmeyecek, karısı Hillary kuşkulanacak, belki olaylar rezalet boyutuna varıp basına düşecek, işini de etkileyecektir.
Mahkemede karmaşık davaların çözümlenmesinde jüriye aklı selimle yardımcı olurken gerçek yaşamda aynı şekilde davranamaz. Hayatının tehlikede olduğunu düşündüğü Minnie’yi ararken geçmişiyle yüzleşmek durumunda kalır. Çocukluğundan beri görüşmediği üvey ağabeyini arar, işini en parlak durumundayken bıraktıktan sonra evine kapanıp TV dizileri izleyerek zaman geçiren en yakın arkadaşının sıkıntısının ne olduğunu, üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanmak istemeyen, bir tarikata katılan ve gittikçe hırçınlaşan kızının derdini anlamaya çalışır. Hayatta attığı her adım, ulaştığı her bilgi yeni kararlar almasını, yargıda bulunmasını ve kendiyle yüzleşmesini gerektirecektir.
Savage, ne kadar yaşamıyla, aldığı eğitimle, haliyle, tavrıyla, aksanıyla üst sınıf bir İngiliz gibi olsa da deri rengiyle farklıdır, öyle muamele görür. Hayatı boyunca da bu farkı hep hissetmiş, deri rengi nedeniyle hep benzerlerinden daha çok başarılı olmak, çalışmak, dikkati çekmek zorunda kalmıştır. Çünkü o Brezilya kökenli ana-babası belirsiz bir evlatlıktır. Yeni görevine gelişi bile deri rengine bağlanıyor ve en yakın dostları bile devletin bu atamayla beyaz derili olmayanlara şirin görünmek istediğini, pozitif ayrımcılık yaptığını düşünüyor. Benzer bir durum kuşkusuz yargılananlar için de geçerli derilerinin renkleri, milliyetleri aldıkları cezalarda etkili oluyor sanki. Negatif bir etki. İlginç bir ayrıntı da Korelilerin kara derililere düşmanca tavrı. Savage’ı kızlarıyla görüşmek istedi diye öldüresiye dövüyorlar.
Tim Parks, Thomas Berhard'ı hatırlatan bir bilinç akışı tekniği ile yazıyor romanlarını. Yargıç Savage da aynı tarzda yazılmış. Yargıcın yaşadıklarını, geçmişe dair düşündüklerini, anılarını bir duruşma sırasında ya da bir dava dosyası üzerinde çalışırken gelişen iç monologlarla okuyoruz. Ustaca kurgulanmış, biraz karmaşık ama güçlü bir tekniği olan bir roman Yargıç Savage. Daha kısa da anlatılabilirdi diye düşündürse de Tim Parks gerilimi hep üst düzeyde tutarak 359 sayfayı okutmayı başarıyor. Irkçılık, hoşgörüsüzlük gibi kavramlardan yola çıkarak İngiliz toplumu örneğinde gelişmiş toplumlardaki kabulleri, önyargıları ve adalet anlayışını tartışmaya açıyor.
15.03.2012

Yorumlar