Dîvân-ı İlâhîyât
Türkçe şiirin kurucu şairi Yunus Emre üzerine çalışmaları
ile tanınan Dr. Mustafa Tatçı büyük şairin bilinen iki eserinden oluşan Dîvân-ı İlâhîyât’la (Şubat 2012, Kapı
yay.) okur karşısında. 1177 sayfalık bu çalışmada Yunus Emre’nin hayatı,
eserleri, türkçesi, edebiyatımızdaki yeri üzerine yazılardan sonra Dîvân-ı İlâhîyât’ın ve Risaletü’n Nushiyye’nin tam metinleri,
şiir tarihimizde yer alan ve Yunus Emre ile karıştırılan birçok Yunus’tan en
önemlisi Aşık Yunus’un hayat öyküsü, eserleri hakkında bir sunuş yazısı ve
şiirlerinden örnekler yer alıyor.
Dîvân-ı İlâhîyât’daki
şiirler, yirmiye yakın yazma nüsha ve mecmuanın karşılaştırılması sonucunda
ortaya çıkmış. Çalışmanın bence en önemli özelliği XIII. Yüzyılın ortalarından
XIV. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar yaşamış olan Yunus Emre’nin şiirlerinin özgün
yazımlarıyla yer alması. Yani günümüz türkçesine bir uyarlama yapılmamış.
Böylelikle Yunus Emre’nin şiirinin türkçenin gelişimi açısından da ne denli
önemli olduğu daha net ortaya çıkıyor. Biraz değişik gelse de günümüz
Türkçesine çok yakın bir söyleyişi olduğunu görüyoruz. Yedi yüzyıl boyunca
zaman ve dilin değişimine dayanabilmek için çok büyük ve güçlü bir şiir yazmak
gerektiği de bir kez daha anlaşılıyor. Yunus Emre’yi tam olarak tanımak
isteyenler için bir başvuru kaynağı.
Kurmacanın Retoriği
Amerikalı edebiyat eleştirmeni Wayne Booth’un başeseri Kurmacanın Retoriği (Şubat 2012, çev.
Bülent O. Doğan, Metis) “edebiyat eleştirisi alanında devrim yaratan ve kısa
zamanda klasikleşen” bir çalışma olarak tanıtılıyor. Önsözden anladığıma
göre Wayne Booth, bir anlatının gücünü ve etkisini nelere borçlu olduğunu ele
alıyor. “Bir hikâye ya da romanı "iyi" kılan genel kural ve
niteliklerden bahsedilebilir mi” sorusuna cevap arıyor. Eleştirmenlerin iyiyi
ararken koyduğu "Hakiki roman gerçekçi olmalıdır", "Tüm yazarlar
nesnel olmalıdır", "Hakiki sanat izlerkitleyi umursamaz" gibi
kıstasları tartışmaya açıyor. Booth
genellemelerin roman ve hikayeyi kısıtlayacağı ve kısırlaştıracağı görüşünde. Booth,
Kurmacanın Retoriği’nde anlatıda
muğlaklık, ironi, mesafe gibi konulara ve edebiyat-ahlak ilişkisi gibi
meselelere de yer veriyor. Homeros'tan Boccaccio ve Shakespeare'e, Laurence
Sterne'den Jane Austen ve Henry James'e, Proust'tan Joyce ve Beckett'a pek çok
yazarın eserlerinden örneklerle sunarak tartışmayı somut örnekler üzerinden
geliştiriyor.
Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti
Beni Bu Güzel Havalar
Mahvetti'de (Şubat 2012, Yapı Kredi yay.) Orhan Veli'nin kendi sesinden şiirleri
bir kitap ve CD’de sunuluyor. Orhan Veli, 1914’de doğmuş 1950’de ölmüş. Kısacık
ömürde unutulmaz şiirler yazmış. Çağdaş Türk Şiiri’nin kalsiklerinden olmuş.
Günümüzde de en çok sevilen, en çok okunan şairlerden. Orhan Veli’nin ses
kayıtlarının olduğunu daha önce bilmiyorduk. Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti'de Orhan Veli'nin çok eski bir kayıt
yöntemi olan "tel"e okuma ile kaydedilen kendi sesinden şiirleri yer
alıyor. Bu kayıtlarda Orhan Veli'nin kendi sesinden bir de Karagöz oyunu
bulunuyor.
Orhan Veli, 22 şiirini seslendirmiş. Bazı şiirleri hakkında
kısa yorumlar da yapmış.
Bu kayıtları günyüzüne çıkartan Orhan Veli'nin kızkardeşi Füruzan Yolyapan, şiirlerin bir evde, bir yılbaşı eğlencesi sırasında kaydedildiğini tahmin ettiğini ama bu konuda pek bilgisi olmadığını, kayıtların da kendisine küçük ağabeyi Adnan Veli ölünce onun ahbabı Orhan Boran'dan geldiğini söylemiş kitabı yayına hazırlayan Raşit Çavaş’a. Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti'de 1938’le 1950 arasında yayımlanmış şiirler yer alıyor. Buradan yola çıkarak kaydın 1950’de yapıldığını düşünebiliriz. Şairin sesinden şiirini dinlemenin eserlerini anlamakta ayrı bir önemi olduğunu düşünüyorum. Çok önemli bir belge, arşivlik bir yayın.
Bu kayıtları günyüzüne çıkartan Orhan Veli'nin kızkardeşi Füruzan Yolyapan, şiirlerin bir evde, bir yılbaşı eğlencesi sırasında kaydedildiğini tahmin ettiğini ama bu konuda pek bilgisi olmadığını, kayıtların da kendisine küçük ağabeyi Adnan Veli ölünce onun ahbabı Orhan Boran'dan geldiğini söylemiş kitabı yayına hazırlayan Raşit Çavaş’a. Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti'de 1938’le 1950 arasında yayımlanmış şiirler yer alıyor. Buradan yola çıkarak kaydın 1950’de yapıldığını düşünebiliriz. Şairin sesinden şiirini dinlemenin eserlerini anlamakta ayrı bir önemi olduğunu düşünüyorum. Çok önemli bir belge, arşivlik bir yayın.
Şiirin Rayları
Şair Abdülkadir Budak, 2007’nin Eylülünden beri sadece kendi
olanaklarıyla ve büyük bir özveriyle her ay aksatmadan Sincan İstasyonu dergisini yayımlıyor. Yazıları, şiirleri seçmekle,
editörlük yapmakla kalmıyor, diziyor, bastırıyor, dağıtıyor. Sincan İstasyonu şiirin çokça ağır
bastığı bir edebiyat dergisi. Derginin her sayısının kapağında da imzasız baş
yazılar yer alıyor. Bu baş yazılarda şiirin temel sorunlarına olduğu kadar
güncel tartışmalara da değiniliyor. İmzasız yazılara karşı hep soru işareti
vardır kafamda. Çünkü yazarı belirsizdir, cevap vermek isteseniz muhatabınız
yoktur. Kuşkusuz, dergiyi Abdülkadir Budak yayımladığına göre bu baş yazılar da
onun kaleminden çıkmıştır diye düşünüyordum ama sonuçta imzasız olmaları ile
yazılar sahipsiz kalıyordu. Abdilkadir Budak, Şiirin Rayları’nda (Şubat 2012, Yazılı Kağıt yay.) bu baş yazıları
biraraya getirmiş ve imzasını koyarak sahiplenmiş. Budak, şiirin toplum içinde
etkinliğini yitirmesi, şiir eleştirisinin reklam mantığına indirgenmesi, genç
şairlerin şiir üzerine düşünmesi, yazması gerekliliği, şairin aydın olma
zorunluluğu, şairin şiirle bağı, küreselleşmeye karşı şiirin durumu gibi birçok
önemli sorunu kısa yazılarda tartışmaya açıyor kendi poetik ve politik bakış
açısıyla yargılar getiriyor.
Harita ve Topraklar
Michel Houellebecq 2010’da Goncourt Ödülü kazanan romanı Harita ve Topraklar’da (Mart 2012, çev.
Orçun Türkay, Can yay.) başkahramanı Jed Martin’in çok ünlü ve zengin bir
çağdaş sanatçı olmasını anlatırken romanın kahramanları arasına kendini de
katıyor. Jed Martin’in ünlü iş sahiplerinin portrelerinden oluşan resim
sergisinde yer alan tablolardan biri de Houellebecq’in. Houellebecq, Martin’in
sergi kataloğuna bir yazı yazmayı da kabul ediyor. Martin de bu yazıya karşılık
Houellebecq’e portresini armağan ediyor. Zamanla 750 bin euroluk bir değere
ulaşan bu armağan tablo görülmemiş derecede hunhar ve kanlı bir cinayete kurban
giden Houellebecq’in katilinin bulunmasının da anahtarı oluyor.
Michel Houellebecq’in “hem tam anlamıyla klasik, hem de
alabildiğine çağdaş” olarak tanımlanan romanı, bir yaşam öyküsü ve bir cinayet
çevresinde günümüz insanının yalnızlığına, aile ilişkilerine, çağdaş sanatın
inanılmaz yükselişine ve para ile yakın ilişkisine, mimariye ve Fransa’ya dair farklı
bir roman.
Daha Vakit Var
Yusuf Çopur, ilk romanı Daha
Vakit Var’da (Mart 2012, Kırmızı Kedi yay.) yoksul bir çocuğun “annesinin
sevgisi ve desteğiyle, umudunu ve iyimserliğini yitirmeden kendisine bir
gelecek kurma çabasını içtenlikle anlatıyor.”
Kitabın arka kapağında yer alan kısa ve öz çözümlemesinde
Selim İleri, “Yusuf Çopur, Daha Vakit Var'da
yaşamdan esinleniyor, dış gerçeğin ardı sıra yol almıyor ama. Onu ilgilendiren
"iç"te yaşananlar. Bir ana oğul ekseninde, sessiz, içekapanık,
dilsiz dünyalar inceden inceye çözümleniyor. Gönülden bir anlatımla...” diyor.
Uzun bir öykü de diyebileceğimiz Daha Vakit Var’ın kahramanı Kenan ilkokuldan sonra öğrenimini
sürdürebilmek için hayattaki tek varlığı annesinden ayrılmıştır. Annesinden
uzak şehirde dini eğitim de veren bir yurtta parasız kalarak öğrenimini sürdürür.
Kendi ile benzer ekonomik durumdaki arkadaşları ile dayanışma kurarak yurttaki
baskıcı ortama dayanmayı başarır ve sonunda öğretmen olur.
Anlatı Kenan’ın ölüm döşeğindeki annesinin başucunda
düşündükleri ve hatırladıkları ile gelişiyor. Yoğun bakımdaki annenin
hissettikleri de satırlara yansıyor. Günümüz edebiyatında pek işlenmeyen
ana-oğul sevgisini, ilişkisini duyarlı bir bakışla işlemiş Yusuf Çopur.
12.04.2012
Yorumlar