Müge İplikçi, Civan'da (Mayıs
2012, Everest yay.) bir kız çocuğunun kaçırılması ardından bir kasaba halkının girdiği
linç psikolojisini anlatırken yabancıya, göçmene yöneltilen öfkenin kaynağını
çözümlemeye çalışıyor.
Pınarlı, bir sahil kasabası. İçine kapalı, kendi halinde bir
kasaba. Ülkede yaşananlar nedeniyle ya da ekonomik nedenlerle göç almış.
Kasabanın kenarına yeni bir mahalle kurulmuş, can havliyle ya da karnını
doyurmak amacıyla kaçıp gelenler yerleşmiş. Onların çalışkanlıkları, hayata
tutunma çabaları da pek fazla dillenmese de kasabalıları rahatsız ediyor, çünkü
onlar pek çalışmayı sevmiyor. Kasabanın kaderi yeni yapılan sahil yolu ile
değişmek üzere. Kıyıya bağlanan adada otel inşaatı başlamış, kasabanın girişindeki
“turistik tesis” daha fazla müşteri alıyor, gün geçtikçe büyüyor. Kasabanın
elindeki ile yetinmeye alışkın halkı sahil yolu ile gelen bu tarihi gelişmeden
pay alamayacakları, aslan payını “dışarı”dan gelenlere kaptıracağım endişesi
ile tedirgin. Bu tedirgin ruh hali patlamaya yer arıyor.
Roman kasabanın ileri gelenlerinden Saim beyin evindeki
konken partisi ile başlıyor. Kadınların yiyip içip dedikodu yaparak konken
oynadıkları bu buluşma hem kasabada yaşananları öğrenmek hem de kasabanın
önemli kişilerini tanımak açısından uygun bir ortam. Saim beyin karısı Rana,
kızları Merih ve Hilal, Rana’nın andığı kız kardeşi Rüya, “fanatik vatansever”
Nilgün, Nilgün’ün kocası “esnaftan” Necmettin Boysal, belediye başkanının
karısı Fidan, emniyet müdürünün karısı Şermin (Kadife), Rana’nın yardımcısı
Solmaz, Solmaz’ın kocası Ramazan, “sorumsuz” erkek kardeşi Halil, turistik
tesislerin sahibi Emrullah, emniyet müdürü Yaman, yardımcısı Dumrul Mucip, onun
yardımcısı Şükrü... 11 sayfada bizzat tanıdığımız ya da adları anılan 16-17
karakter.
Bu kalabalık kadrodan esas kahramanları seçmemiz gerekiyor.
Adını bir efsaneden alan Dumrul ana kahraman sayılabilir. Dumrul ünlü bir polis.
Uyuşturucu ile mücadelesiyle tanınmış. Bu mücadelede başından kötü olaylar
geçmiş, gözden düşmüş. Emekliliğine kadar zaman geçirsin diye bu sahil
kasabasına tayin edilip kızağa çekilmiş. Tayin için bilinçli olarak seçilmediği
anlaşılan bu kasabada Dumrul çocukluk, gençlik yıllarını geçirmiş. Şimdi evli
iki çocuk annesi olarak bulduğu Rana da ilk ve unutulmaz aşkı.
Rana görücü usulüyle evlendiği, evine, işine bağlı sıradan
bir adam olan Saim’den, yaşadığı tekdüze hayattan memnun değil. Dumrul’la karşılaşması
onu çok etkiliyor. Onun bir kaçış olabileceğini düşünüyor. Kızını kaybetmiş,
karısından ayrılmış, işinde gözden düşmüş Dumrul için de Rana bir umut ışığı.
Bu karşılaşma küllendirdikleri aşklarının yeniden alevlenmesini sağlayabilir.
Bu yönde bir gelişme de oluyor ama Rana’nın kızı Hilal’in kaçırılması her şeyin
iptal olmasına neden oluyor.
Olağan şüpheli Solmaz’ın kardeşi Halil. Koruculuk yapmış,
uyuşturucuya, kumara bulaşmış... Kasabaya geldiğinden beri davranışları ile
insanlarda rahatsızlık yaratıyor. Kızı Halil’in kaçırdığı, ona Solmaz’ın kocası
Ramazan’ın yardımcı olduğu hem emniyette, hem de kasabalılarca genel kabul
görüyor. Halil’e duyulan öfke kasabadaki tüm Kürt göçmenlere yöneliyor. Aradan
bir kaç saat geçmesine rağmen polisin suçluları yakalamamasını bahane ederek
kasabada yaşayan tüm Kürtleri hedef alan bir hareket başlıyor. İlk hedef her
geçen gün büyüyen Çağlar Turistik Tesisleri oluyor.
Bu isyanın bastırılması için kızın ve suçlunun hemen
bulunması gerek. Emniyet müdürü de, ona bağlı polisler de bu tür olaylara pek
alışkın değil, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Dumrul göreve talip oluyor.
Rana’nın kızını bularak, onunla aynı yaşlardayken kaçırılıp öldürülen kızının
da öcünü almış olacak. Kızını kaçıranı yakalayamanın dengesini bozduğunu,
aklının pek de yerinde olmadığını hissediyoruz.
Dumrul tipik bir polis, kafasında suç ve suçlu şablonları
var. Bu şablonlara göre davranıyor ve olağan şüphelinin peşine düşüyor. Halil’i
bulmak için de Solmaz’ın kocası Ramazan’ı sorguya alıyor, işkence ederek bilgi
almaya çalışıyor.
Daha başlangıçta genel çerçeveyi çizmek, karakterleri
tanıtmak bana çok klasik gelse de kuşkusuz yazarın tercihidir. Ama, sayfalar
ilerledikçe ilk bölümde tanıtılan karakterlerin bazılarının hiç işlenmediğini,
bazılarının ise polisiye kurgu nedeniyle olaylar ağır bastığı için
derinlemesine ele alınamadığını görüyoruz. Örneğin, Rana’nın kız kardeşi Rüya
ile ilişkisi. Rüya’nın neden kasabayı terk ettiği, iki kardeşin aralarında
neler yaşandığı ve neden hesaplaşılamamış olduğunun anlatılacağının
beklentisini yaratılıyor ama anlatılmıyor. Rüya, kaçırılma olayını duyup
geliyor ama belki de akışı bozacağı için diğer kardeşi alıp gidiyor, romana
katılmıyor.
Dumrul’un Azrail’le hesaplaşması, ölüme karşı durmaya
çalışması ve sonuçta yenilmesi efsanesi romanın ana fikrini, temel göndermesini
oluşturuyor. Romanda “Azrail” Nilgün’ün ağabeyi adli tabip Selahattin.
Selahattin hem Hipokrat yeminini gönül rahatlığıyla bozup sahte rapor vercek
kadar devletin sadık bekçisi hem de halkı Kürtlere karşı isyan ettirecek
nitelikte bir önder. Gerçek hayatta böyle bir tip var mıdır, diye sormayacağım.
Tek takıldığım, Selahattin’le Dumrul’un yollarının daha önce çakışmış olması.
Dumrul’un travmasının temelini oluşturan Trabzon’da yaşanan olayda Selahattin
de var ve doktor Dumrul’un polislikten atılmasını önleyen, kızağa çekilmesini
sağlayan raporu vermiş. Türkiye küçük mü diyelim. Belki de ben romanlarda
hayattaki kadar çok rastlantıyı sevmiyorum.
Romsn, Deli Dumrul efsanesini doğrusal olarak takip etmiyor.
Ondan yola çıkıp farklı bir yere varıyor ama efsane etkisi mi bilemem
kahramanları sürekli büyük laflar ediyorlar. Ramazan, Solmaz, Dumrul, Azrail
sanki birer filozof. Bir komiserle konuşan ya da sorgudaki hemen hiç eğitim
almamış sıradan bir insan öyle laflar edebilir mi, o kadar yere sıkı basabilir
mi, kuşkuluyum.
Civan'ın ana
ekseni ise kitle ruhu ya da psikolojisi. Bir kitlenin içinde yer aldıklarında
insanların kolayca kişiliklerini yitirdiklerini, normalde yapmayacakları
hareketleri yaptıklarını ve yıkıcı olduklarını biliyoruz. Çok küçük bir olay
kitlenin ateş almasını sağlayabiliyor ve kişinin içindeki yakma, yıkma, yok
etme gibi duyguları kitle ile birlikte eyleme dökülebiliyor. Tek bir kişinin
işlediğine inanılan bir suç tüm bir topluluğa mal edilip, ırkçı bir hal
alabiliyor, top yekün yok etmeye yönelebiliyor. Pınarlı kasabasında yaşanan
olaylar bu anlamda tipik. Göç alan tüm kasabalarda benzer olaylar yaşanıyor ya
da yaşatılmak için hazırlıklar yapılıyor. Müge İplikçi, romanda bu tür
olaylarda karşılaşılan belli başlı tipleri işlemiş.
Civan'da polisiye
bir kurguyu denediğini söylüyor Müge İplikçi söyleşilerinde. Olayları soluk
soluğa anlatmak, okurun ilgisini sürekli kılmak için iyi bir tercih ama
polisiye kurgunun handikapları da var. Olaya bağlı kalmak zorundasınız. Olay
ağır basınca da karakterlerde derinleşememek mümkün. İnandırıcı olmanız
gerekli, bunun için de somut olmak, hiçbir şeyi muğlak bırakmamak zorundasınız.
Edebi açıdan, anlatım açısında da bazı fedakarlıklar kaçınılmaz.
Çoğu polisiyede rastladığımız gibi Civan'ın da sürprizli bir finali var. Ama varlıklı bir emeklilik
bekleyerek etliye sütlüye karışmadan görevini sürdürmeye çalışan Yaman’ın bu
olayı nasıl çözdüğünün daha etraflıca anlatılmasında yarar vardı diye
düşünüyorum. Kuşkusuz Dumrul tüm delilikleriyle o kadar öndeyken ondan bir
çözüm beklemiyorduk ama sürekli yanında olan, olayları sesini çıkartmadan
izleyen sağduyu sahibi polis Şükrü’den umutluyduk. Tabii olağan şüpheli
Halil’in yine şüpheli kalmasının nedenleri de biraz işlenmeliydi. Yaman’ın iki
cümlelik izahatı bana yeterli gelmedi (s.223).
Müge İplikçi, Civan'da
ülkemizin en önemli toplumsal sorunlarından birini tüm boyutlarını görmeye
çalışarak, iyi planlanmış polisiye kurgu içinde, tempoyu düşürmeyen akıcı bir
anlatımla romanlaştırmış, tartışmaya açmış.
24.05.2012
24.05.2012
Yorumlar