İsviçre’nin Bern kentinde son derece steril, düzenli ve
yalnız bir hayat yaşayan bir adam. Lisede antik diller öğretmenliği yapan Latince,
Yunanca ve Kutsal kitaplar uzmanı Raimund Gregorius’un hayatını
rastlantısal bir karşılaşma değiştiriyor. 57 yaşındaki ve tüm hayatı evle okul
arasında, antik dillerdeki metinleri didikleyerek geçmiş Gregorius, şehir
merkezinden çalıştığı liseye yürürken her günkü gibi tam sekize çeyrek kala
Kirchenfeld Köprüsü’ne ulaştığında sert rüzgara ve şiddetli yağmura rağmen
köprünün ortasında bir kadına rastlar. Kadın köprüden atlamak üzeredir. Kadını
kurtarır ve birlikte Gregorius’un çalıştığı okula giderler. Kadın kime ait
olduğunu bilmediği bir telefon numarası ve “Portugues” sözcüğünü geride bırakıp
kaybolur.
Bu karşılaşma ve o sözcük Gregorius’un hayatında kırılma
noktası olur. Tüm düzeni bozulur, dersi yarım bırakıp Portekizli kadınla bir
daha karşılaşmak umuduyla sokağa atar kendini. Kadını bulamaz ama bir sahafta Portekizli
doktor Amadeu Prado'nun “Sözcüklerin Kuyumcusu” adlı kitabına rastlar. Kitapta Prado'nun,
hayat, aşk, yalnızlık, arkadaşlık ve ölümle ilgili notları vardır. Sahafın
Portekizce kitaptan çevirdiği paragraftan çok etkilenir ve hakkında hiçbir
bilgi olmayan yazar Amadeu Prado'nun izini sürmek ve Portekizli kadınla tekrar
karşılaşmak umuduyla Lizbon'a doğru trenle yola çıkar.
Hayatında ilk kez gittiği, dilini bilmediği, kimseyi
tanımadığı bu ülkede Amadeu Prado'nun izini sürerken çok farklı bir Dünyaya
girer. Prado, Diktatör Salazar döneminde yaşamıştır. Çok sevilen bir doktorken
işkenceci bir polis şefinin hayatını kurtardığı için lanetlenmiş, kendini
aklamak için direniş hareketine katılmış, diktatörlüğe karşı savaşmıştır. Gregorius,
Prado’nun tanınmış ve saygı duyulan bir yargıçın oğlu olduğunu, diktatör
devrilmeden bir yıl önce öldüğünü öğrenir. Prado’nun kitabıysa diktatör
devrildikten bir yıl sonra yayımlanmıştır. Gregorius, kitabı yayınlatan
Prado’nun kız kardeşini bulur. Prado’nun hayatını belirleyen kişilerle tanışır
ve yavaş yavaş hem Prado’nun hayat öyküsü hem de kitabında yer alan hayat
felsefesinin kaynakları, nedenleri ortaya çıkmaya başlar. Kitaptaki hayat
hakkındaki tüm görüşler yaşanmış olaylardan ya da uzun tartışmalardan
çıkartılmış derslerdir.
Prado’nun yazdıklarını sözlük yardımı ve bilinmeyen dilleri çözme
yeteneği ile çevirip, dostlarından, ailesinden Prado’nun hayat öyküsünü
öğrenmeye çalışırken aslında kendini de tanımaya çalışmaktadır Gregorius.
Prado’nun ana metnin içinde farklı yazı karakteriyle verilen kitabından
parçalar, notları Gregorius’un olduğu kadar biz okurların da hayata,
yaşadıklarımıza ve ölüme dair düşünmemizi belki de hesaplaşmamızı gerketiren
felsefi nitelikte. Sanıyorum Lizbon’a
Gece Treni’ni (2. Baskı, Haziran 2012, çev. İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi
yay.) birçok benzerinden ayıran ve çok sevilmesine, birçok dile çevrilip
milyonlarca okura ulaşmasına neden olan da Prado’nun notları olarak sunulan bu
metin. Pascal Mercier takma adını kullanan İsviçreli felsefeci Peter Bieri iyi
bir anlatıcı olarak bir hayat felsefesi kitabında anlatıp belki de çok ilgi
toplayamayacağı görüşlerini roman yapısı içinde başarıyla aktarıyor. Kuşkusuz
burada romanın ana olayını oluşturan Amadeu Prado'nun yaşam öyküsü, Diktatör
Salazar döneminde yaşanan acılar ve işkenceler çok önemli bir işleve sahip.
İnsan hayatı da, yaşam prensipleri de ve tabii tüm felsefi öngörüler de hayatın
gerçekliğinde kanla ve ölümle sınanıyor. Öte yandan Lizbon’a Gece Treni akıcı bir kurgu ile içiçe geçen biri anlatı
diğeri felsefi deneme ağırlıklı iki metnin kurduğu denge ile hem okunaklı hem
de edebi değeri olan bir eser olarak önem kazanıyor.
19.07.2012
Yorumlar
Kitabın ilk sayfalarındayım beni de kendi içine çekti şimdiden pradoyu çok merak ediyorum
İstanbul'da ki bir yakınıma kitabı aldırdım.
Çünkü oturduğum yerde bu kitap yoktu.
Ya getirecek ya da postayla yollayacak.
Sabırla kitabın elime geçmesini bekliyorum.
Bu yazar kimdir nedir diye de bakınırken bloggerle karşılaştım.
Yazmadan geçemedim.
Güzellikler sizinle olsun.