Ahmet Mithat Efendi, gelmiş geçmiş en verimli
yazarlarımızdan biri. İlk romancımız olması yanında, hemen her konuda yazdığı
kitaplarla, çevirileri ve yayıncılığı ile gerçek bir edebiyat adamı. Ölümünün
yüzüncü yılında Ahmet Mithat’ı yeniden keşfediyoruz. Fazıl Gökçek’in Ahmet
Mithat Efendi Üzerine Yazılar alt başlıklı kitabına verdiği ad gibi o Küllerinden Doğan Bir Anka.
Ahmet, 1844’de İstanbul’un Tophane semtinde doğmuş. Babası bez
ticareti yapan Hacı Süleyman Ağa, annesi Kafkasya’dan göçmüş bir Çerkez
ailesinin kızı Nefise Hanım. Orta halli kalabalık bir ailenin çocuğu
olarak büyürken babasının vefatı ile 6-7 yaşlarında çıraklık yapmaya başlamış. Ağabeyi
Hafız Ağa’nın görev yaptığı Vidin’e gittiklerinde geç de olsa öğrenim görmeye
başlamış. Ağabeyinin Mithat Paşa’nın kadrosuna katılması üzerine Niş’e gitmiş.
Medreseye devam ederken Arapça ve Farsça’sını geliştirmiş. Fransızca dersleri
almış. Zekası ve yeteneği ile Mithat Paşa’nın dikkatini çekmiş ve paşa küçük
Ahmet’e adını vermiş Ahmet Mithat diye anılmaya baqşlanmış. 1864’de Mithat
Paşa’nın Tuna Valisi olmasından sonra Rusçuk’ta bir devlet dairesinde memuriyete
başlamış. Tuna Gazetesi’nde yazarlık ve bir süre başyazarlık yapmış. Bu dönemde
tanıştığı Muhacirin Komisyonu (Göçmen Komisyonu) başkanı Şakir Bey’in evindeki
zengin kitaplıktan yararlanmış, Fransızcasını geliştirmiş.
Mithat Paşa 1869 yılında Bağdat Valisi olduğunda
Ahmet Mithat’ı bir matbaa kurmakla görevlendirmiş ve “Zevra” adlı gazetenin başına
geçirmiş. Bağdat’ta görev yaparken tanıştığı ressam Osman Hamdi ve yarı
derviş bir kişi olan Şirazlı Muhammed Bakır Can Muattar ile yaptığı sohbetlerle
kültürünü geliştirmiş. Mithat Paşa’nın açtığı sanat okulları için yazdığı ders
kitapları ilk eserleri olmuş.
Basra’da mutasarrıf olan ağabeyinin ölümü üzerine 1871
yılında memuriyetten ayrılıp İstanbul'a dönmüş. “Ceride-i Askeriye” gazetesine
başyazar olmuş. İlk matbaasını evinde kurmuş ve tüm ailenin çalıştığı matbaada
kendi kitaplarını basıp satmaya başlamış. Bir yıl içinde matbaasını genişletip
Sirkeci’ye taşımış. Dergiler, gazeteler ve kendi yazdığı kitapları yayımlamaya
devam etmiş. 1872’de yayıncısı da olduğu Dağarcık Dergisi’nde yayımlanan bir
yazı nedeniyle din aleyhtarlığı ile suçlanmış. Dergi onuncu sayısında kapanmış.
1873’de Genç Osmanlılar’la birlikte Rodos’a sürgün edilmiş. Rodos’ta çocuklar
için Medrese-i Osmaniye’yi kurmuş. Ders kitaplarının yanında ilk romanlarını de
sürgündeyken yazmış. Takma isimle dergilere yazılar göndermiş.
Genel afla İstanbul’a döndükten sonra gazetecilik,
yayıncılık ve romancılığa ağırlık vermiş. İstanbul’a dönüşünden 15 gün sonra
“İttihad” adlı gazeteyi çıkarmış. Gazetelerde yazarlık, yöneticilik yapmış.
Hayatında dönüm noktası otobiyografik eseri Menfa
olmuş. Menfa’da sürgün hayatını
anlatırken Yeni Osmanlılar'ı eleştirmiş. Üss-i
İnkılab adlı eserinde de II.Abdülhamid'in siyasetini överek sultanın
gözüne girmiş. II.Abdülhamid’le yakın dost olmuş.
27 Haziran 1878'de sarayın da desteği ile Türk basın
tarihinin en uzun ömürlü gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’i yayımlamaya
başlamış. 1908’e kadar Tercüman-ı Hakikat’te roman, hikaye ve makaleler yazmayı
sürdürmüş. Tefrika ettiği eserlerini kitaplaştırıp basmış. 1879’da Matbaayı
Amire’ye müdür olmuş. 1880 yılında Beykoz’da satın aldığı çiftlik arazisinden
kaynayan suya “Sırmakeş” adını vermiş ve şişeleyerek içme suyu satışı başlatmış.
Beykoz kıyısında satın aldığı yalıda sanat ve edebiyat çevrelerinden pek çok
kişiyi ağırlamış. 1889’da Türkiye’yi temsilen Stockholm’de yapılan VIII.
Müsteşrikler Kongresi (Doğu Bilimleri Kongresi)’ne katılmış. Üç aylık Avrupa
gezisinden dönünce gözlemlerinden yola çıkarak “Avrupa’da Bir Cevelan” kitabını
yayımlamış.
II. Meşrutiyet’le birlikte yazıları ilgi görmemeye başlamış.
Emekliye ayrılıp. Darülfünun’da genel tarih, felsefe tarihi, Darülmuallimat’ta
tarih ve eğitimbilim, Medreset-ül-Vaizin’de dinler tarihi dersleri vermiş, Darüşşafaka’da
gönüllü olarak öğretmenlik yapmış. 28 Aralık 1912 tarihinde Darüşşafaka’da
nöbetçi olduğu bir sırada kalp durmasından hayatını kaybetmiş. (Bkz. Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar
Ansiklopedisi, 3. Baskı, İstanbul 2010 ve
tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Mithat_Efendi).
Ahmet Mithat gerçek anlamda ilk romancı, ilk popüler yazar.
Yazdıkları ile geçinen ilk yazar. Önemli bir gazeteci ve yayıncı. 40 yıllık
yazarlık hayatında ikiyüzden fazla eser yayımlamış. “Kırk beygir gücünde yazı
makinesi” olarak tanınmış. Tanpınar, Ahmet Mithat’ın romancılık anlayışı için
“Abdülhamit devrinin asıl beğendiği, mahzursuz gördüğü, hatta beslediği
edebiyat” gibi cümlelerle ağır eleştiriler getirse de “Mithat Efendi Türk
toplumuna roman okumayı öğretti” diye de önemini vurguluyor.
Küllerinden Doğan Anka
Fazıl Gökçek Küllerinden
Doğan Anka’da (Nisan 2012, Dergah yay.) Ahmet Mithat’ın kendine has
romancılık anlayışının Türk romanına nasıl bir katkıda bulunduğunun yeterince
incelenmediğini vurgulayarak, yüz yıla yakın bir süre unutulmaya terk edildiğini
yazıyor. Mithat Efendi’yi anlayabilmek için 90’lı yıllara gelmemiz,
postmodernizmin tartışılmaya başlaması gerekiyor. “Modernizmin roman türünü
birtakım sınırlar içinde tutan mutlakçı anlayışına karşı postmodernizmin
esnekliği, türler arasındaki kesin ayrımları reddetmesi, romanın tek bir
üslubunun olamayacağını kabul etmesi, hatta ‘roman’ kavramının yerine ‘anlatı’
kavramını tercih etmesi Ahmet Mithat Efendi’nin yeniden hatırlanmasına yol
açtı” diyor Fazıl Gökçek. Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri üzerine yazılmış ve
çeşitli dergilerde yayımlanmış makalelerden oluşan Küllerinden Doğan Anka’nın giriş yazısı “Tazminat Dönemi Türk
Romanı İçin Bir Çerçeve Denemesi”nde Fazıl Gökçek ilk Türkçe roman/hikaye
örneklerinin yayımlanmaya başladığı 1870’den 1900’e kadar Türkçede yazılan
romanları incelediği makalesini ve ekinde yer alan “Roman Kronolojisi (1870 -
1900)”ü okuduğumuzda Ahmet Mithat Efendi’nin verimliliği ile dönemi
belirlemekle kalmayıp Türkçede anlatının temellerini de attığını anlıyoruz. Bu
yıllarda üretilen eserlerin büyük bölümü onun imzasını taşıyor. Bazı yıllar
sadece Ahmet Mithat Efendi’nin roman ve öykülerinin yayımlandığını görüyoruz.
Ancak 1890’lardan sonra roman/hikaye veriminin arttığını görüyoruz. Onların da
çoğu Mithat Efendi’nin talebelerinin romanları ya da önemli yazarların gazetesinde
tefrika ettiği eserleri.
Ahmet Mithat Efendi iyi Fransızcası ile Batı edebiyatını
yakından izlemiş, gerektiğinde önemli bulduğu eserleri çevirmiş, adapte etmiş
ya da onları örnek alarak romanlar yazmış. Batı romanının romantizm,
natüralizm, realizm gibi önemli akımları hakkında eserler vermiş, onları
tartışmış.
Fazıl Gökçek, Ahmet Mithat Efendi’nin Karı Koca Masalı ile Hilmi Yavuz’un Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri romanlarını karşılaştırırken Ahmet
Mithat Efendi’nin postmodern anlatının hemen tüm unsurlarını eserinde
kullandığına dikkati çekiyor. “Okuyucu ile karşılıklı konuşma biçiminde gelişen
metinde yazar anlatıcı, başta anlatmayı vaad ettiği hikayeyi, sürekli konu
dışına çıktığı için bir türlü anlatamaz. Metnin sonuna gelindiğinde ortada
anlatılmış bir hikaye olmamakla birlikte yine de sayfalarca sürmüş olan bir
‘anlatı’ gerçekleşmiş olur. Böylece yazar, bugün postmodern eleştirinin çok
önemsediği, aslında hiçbir anlatının tamamlanmadığı biçimindeki görüşe uygun
bir eser yaratmış olmaktadır.”
Fazıl Gökçek, Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerinin 2000’lerde
yoğun olarak yayımlandığını belirtiyor ve bu yayınların da listesini veriyor
(s.182). Ahmet Mithat Efendi’nin 29 hikaye-roman’ını bir araya getirdiği
Letaif-i Rivayat (2001, Çağrı yay.) TDK’nın
henüz tamamlanmamış 15 cilde ulaşan tüm eserleri dizisi gibi akademik açıdan
önemli yayınlar olduğu gibi tamamen ticari kaygılarla kesilip biçilerek yapılan
yayımlar da var. Ahmet Mithat Efendi’nin 65 hikaye-romanından 49’unun en az bir
kez yeni harflerle yayımlandığını, Felatun
Bey ve Rakım Efendi’nin 29 yayınevinin listesinde yer aldığını görüyoruz.
Üstelik Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri MEB’in 100 Temel Eser listelerinde yer
almıyor. Yani bir resmi destek yok, okurun, araştırmacının doğal ilgisi var.
Gerçekten de Ahmet Mithat Efendi 2000’li yıllarda küllerinden yeniden
doğmuş.
25.11.12
Yorumlar