Umberto Eco insanı ilgilendiren hemen her konuda düşünen,
görüş bildiren bir düşünür, yazar. “Sıcak Savaşlar ve Medyatik Popülizm”
altbaşlıklı Yengeç Adımlarıyla (Ekim
2012, Çev. Şemsa Gezgin, Doğan Kitap) Eco’nun 2000-2005 yılları arasında gazete
ve dergilerde yayımlanan yazılarındandan bir seçme. Umberto Eco, ilk iki bın
yılını tamamlayan dünyada 11 Eylül sonrasında yoğunlaşan sıcak savaşlarla
birlikte tarihin tekerrür ettiği düşüncesini tartışmaya açıyor.
Ecoi yeni binyılın 11 Eylül’le başlayıp Afganistan ve Irak
savaşlarıyla devam ettiğini, İtalya’da da Silvio Berlusconi’nin yükselişinin
görüldüğünü belirterek başlıyor söze. Yani bir yanda sıcak savaşlar diğer yanda
da medyatik popülizm yaşanmaktadır. Tarihin artık yengeç adımlarıyla
ilerlediğini yani iki adım ileri bir adım geri diye tanımlanabilecek bir
gelişimi olduğunu düşünüyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Avrupa ve
Asya’nın siyasi coğrafyasının kökten değiştiğini, Avrupa haritasının 1914 öncesinde
yayınlanan atlaslardaki haritalarla benzerlikler gösterdiğini söylüyor.
Afganistan ve Irak ile 50 yıllık soğuk savaş döneminin kapanıp sıcak savaşlara
dönüldüğünü, Hıristiyan köktendinciliği, Darwin’in Evrim Teorisi karşıtı
tartışmalar, 11 Eylül’le büyüyen İslamofobi ile “yeni bir Haçlı Seferleri
mevsiminin başladığı”, Asya ve Afrika’dan kaçıp Avrupa’ya kaçan mültecileri
kastederek İsa’dan sonraki ilk yüzyıllardakine benzer büyük göçlerin yeniden
yaşandığını tezini getiriyor. Teknolojik gelişmelerin de medyada “kelimenin tam
anlamıyla geriye doğru atılan bir adım olduğunu” yazıyor. “Sanki tarih, geçmiş
iki bin yıl boyunca yaptığı sıçrayışlardan yorulmuş, kenid üzerine sarmalanıyor
ve Gelenek’in avutucu ihtişamına geri dönüyor” diyerek sözünü bağlıyor.
Kitabın önemli bir bölümünü İtalya'da Silvio Berlusconi'nin
"medyatik popülizm" ardına alarak yükselişi ve iktidarını sürdürüşünü
irdeleyen yazılar kaplıyor. “Diktatörlükler, kararlarına halkın desteğini
sağlamak için genellikle ulusun bütünlüğüne karşı komplo kurmakta olan bir
ülkeden, bir gruptan, bir ırktan, gizli bir toplumdan söz ederler. Her popülizm
biçimi, çağdaş popülizm de dahil olmak üzere, dışarıdan ya da iç gruplardan
gelen bir tehditten söz ederek onay almaya çalışır” (s.64). Afrikalı göçmenlere
karşı yaratılan tepki, İslamafobi, Irak’ın ve Saddam’ın hedef seçilmesi bunun
tipik örneklerinden. Bir yandan da “siyasette karnaval havası” yaratıldığını
söylüyor Eco. “Parlemento yavaş yavaş gücünü yitirmekte, siyaset artık, tıpkı
gladyatör oyunları gibi, ekranlarda yapılmaktadır.”
Umberto Eco’nun Berlusconi’nin siyasi başarısını anlattığı
bu bölümü okurken günümüzün birçok lideri ile benzerlikler bulmak mümkün.
“Berlusconi, kesinlikle dürüst, inanılmaz bir zenginliğe kusursuz bir biçimde
ulaşmış, kendi çıkarlarını gözetmeksizin yalnızca ülkesine hizmet etme arzusu
ile çalışan samimi bir insan” olarak tanıtılmıştır. Berlusconi’yi seçenleri de
iki grupta topluyor Eco; “gerekçesi olan seçmenler” ve “büyülenmiş seçmen”.
“Gerekçesi olan seçmenler” Berlusconi’ye gerçekten inanan, onun vaatlerini
çıkarlarına uygun olduğunu düşünen seçmenler. Bunların sayısı çok değil. Büyük
çoğunluğu başlıca televizyon kanallarını izleyerek bir değerler sistemi
oluşturmuş “büyülenmiş seçmen” oluşturuyor. “Büyülenmiş seçmen” çok az gazete
ve kitap okuyor, tüm bilgiyi televizyondan alıyor. Televizyonlar da
Berlisconi’nin kontrolü altında dizilerle, yarışmalarla sürekli hayal dünyasını
geliştiriyor. “Büyülenmiş seçmen”i Anayasanın değiştirilmesi de, savcıların
susturulup adaletin denetim altına alınması da ilgilendirmiyor. Zaten bu
gelişmelerden haberleri yok. Zengin bir başbakanın yolsuzluk yapmayacağına
inanıyorlar, “çünkü yolsuzluk rakamını, astronomik miktarlar olarak değil,
birkaç milyon olarak düşünüyorlar” (s.132).
Bu iki seçmen grubunu tamamlayan ve Eco’nun “en büyük
tehlike” olarak nitelediği “sol görüşlü İsteksiz Seçmen” grubu var bir de. Bu seçmenler
laik cumhuriyetçilerden komünist parti taraftarlarına kadar geniş bir
yelpazeden oluşuyor. “Bu grup, bugüne kadar söylenen şeyleri bilen (ve
yinelenmelerine gerek duymayan), görevi sona ermekte olan hükümetin düş
kırıklığına uğrattığı, beklediklerini elde edemeyince bulduklarıyla yetinen ve
karılarına inat olsun diye kendilerini hadım edenlerden oluşuyor. Kendilerini
tatmin etmeyenleri cezalandırmak için” Berlusconi’ye oy veriyorlar. Bizim
“Yetmez ama evet”çilerle bir benzerlik aramıyorum ama Eco İtalya özelinde
birçok ülkede yaşananları somutlaştırıyor.
“Berlusconi için, vaatlerini simgeleyen övüngenlikle çelişen
zulüm kurbanı rolü oymanak ömenli bir tekniktir” diyor Eco. “Berlusconi her gün
bir kışkırtmada bulunmadan duramıyor. Tahrik, anlaşılmaz ve kabul edilemez bir
konu üzerine olunca, gazetelerin ilk sayfalarını, medyanın da açılış
haberlerini bir anda işgal ediyor ve dikkatlerin sürekli üzerinde olmasını
sağlıyor. Özellikle muhalefeti konuşturmak ve kuvvetle tepki vermek zorunda
bırakan kışkırtmalarda bulunuyor. Berlusconi, muhalifleri her gün kızdırarak
tepki vermelerini başarınca (muhalefete ait olmayan medyayı da kızdırıyor, bu
kuruluşlar anayasayı altüst edecek öneriler karşısında sessiz kalamıyorlar),
seçmenlerine kendini bir zulüm kurbanı olarak gösterebiliyor (“Görüyor musunuz,
ne desem saldırıyorlar”).”
Ana muhalafet partisi CHP’lilerin
özellikle bu konulara kafa yorduğunu umduğumuz Bilim kurulu başkanı Sencer
Ayata gibilerinin okuması gereken ama Başbakana cevap yetiştirmekten fırsat
bulamayacaklarını düşündüğümüz “Medyatik Popülizm Üzerine” başlıklı makale
gerçekten çok öğretici. “Kışkırtmanın inanılabilir olması önemli değildir.
Anayasada çevre korumasıyla ilgili maddeyi kaldırmak istiyorsun diyelim (...)
karşı taraf buna karşı çıkmadan edemez, yoksa muhalefet kimliğini ve işlevini
yitirir. Bu tekniğe göre kışkırtma yapılır, ama ertesi gün yalanlanır (“Beni
yanlış anladınız”), ardından bir kışkırtma daha yapılır, böylece muhaliflerin
tepkisi ve kamuoyunun dikkati ikinci kışkırtmanın üzerine çekilerek, bir
öncekinin yalnızca bir flatus vocis
(önemsiz ses) olduğunu herkesin unutması sağlanır.” (s. 150)
Kabul edilemez kışkırtma yapmanın iki önemli amaca daha
ulaşmayı sağladığını yazıyor Eco. İlk olarak halkın tepkisi öğreniliyor. Halk
yeterince tepki göstermiyorsa en akıl dışı uygulama bile yürürlüğe konabilir.
İkincisini “bomba etkisi” diye açıklıyor Eco. Halkı ve medyayı saçma bir konu
ile uğraştırırken asıl tartışılması gereken çok önemli bir konunun
görülmemesini sağlıyorsunuz.
Umberto Eco, “Sıcak Savaşlar”la “Medyatik Popülizm” arasında
çok önemli bir organik bağ olduğunu gösteriyor. “Medyatik Popülizm”le
iktidarını yürüten devlet yöneticilerinin bu tür iç ve dış sorunlara ihtiyacı
var. Öte yandan “Sıcak Savaşlar” için de bu tür devlet adamlarına gerek var.
Her zaman biri diğerini gerektiriyor.
Umberto Eco Yengeç
Adımlarıyla’da sadece “Sıcak Savaşlar ve Medyatik Popülizm”e değinmiyor. İnternetle
birlikte mahremiyetin isteyerek yitirilmesi, özel okullar, adalet mekanizması,
sözcüklerle yapılan savaşlar, hortlatılan Yahudi düşmanlığı, okula türbanla
gitmek, farklı etnik grupların birarada yaşayabilmesi, halkın
cahilleştirilmesi, Avrupa Anayasası, okullardaki Haç’ların kaldırılması gibi
birçok güncel konu ile ilgili iki sayfayı geçmeyen yazıları var. Çünkü Eco köşe
yazılarını derleyip bir kitap yapmış. 2000-2005 yılları arasında yayımlanmış bu
yazıları belirli bir mantık içinde biraraya getirmiş, belki de kaleme almış ve
çok gündelik konularda yazdığı yazılar bile eskimemiş. İtalya özelinde tartışılan
birçok konunun bizi de yakından ilgilendirdiğini görüyoruz.
Yengeç Adımlarıyla
hem üçüncü bin yılda nasıl bir Dünya tasarlanıp dayatıldığını anlamak hem de
ülkemizde bize yaşatılanları doğru yorumlamak açısından çok öğretici bir eser.
Üstelik Umberto Eco olayları tarihi, edebi ve kültürel derinlikleriyle kavrayıp
kıvrak kalemi ile son derece akıcı bir üslupla anlattığı için keyifle ve
merakla okunuyor Yengeç Adımlarıyla.
08.11.2012
Yorumlar