Ölmeyi Bilen Adam



Muhsin Ertuğrul Türk tiyatrosunun, sinemasının kurucularından. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın, Devlet Tiyatrosu’nun, Konservetuar’ın kurulmasında öncü olmuş, ilk sesli filmi çekmiş, Türk filmlerinde ilk defa müslüman kadınları oynatmış, ilk çocuk tiyatrosunu kurmuş... Sanat yaşamındaki ilkler ve yenilikleri aynı zamanda Türkiye’nin ilkleri ve yenilikleri.
Ayşegül Çelik Ölmeyi Bilen Adam’da (Ocak 2013, Can yay.) Muhsin Ertuğrul’un soluk soluğa geçen uzun sanat hayatını anlatıyor. Muhsin Ertuğrul 1892’de İstanbul'da doğmuş. Çocukluk yıllarında tiyaro ile ilgilenmeye başlamış. 13 yaşındayken sahneye çıkmış. Tiyatrocu olmasına karşı çıkılınca ailesinden ayrılmış ve bir daha onlarla görüşmemiş. Beş parasız, yoksul günler geçirmesine rağmen tiyatrodan caymamış. 1911’de tiyatroyu yerinde öğrenmek için Paris’e gidince sanat anlayışı oluşmaya başlamış. 1912’de İstanbul’a döndüğünde Paris’te görüp öğrendiklerini sahnede uygulamaya başlamış. Çocukluk arkadaşı Galip Arcan’la kendi tiyatrosunu kurup Türkiye’de ilk kez Hamlet’i sahnelemiş.
Ayşegül Çelik, Muhsin Ertuğrul’un hayat hikayesini anlatırken Türk Tiyatrosunun tarihini de anlatıyor. Böylelikle tuluata, hafif komedilere alıştırılmış seyircinin Hamlet gibi bir esere gösterdiği tepkiyi de daha iyi kavrıyoruz. Muhsin Ertuğrul, ezberi, dramaturjiyi, yönetmenliği, sahne düzenini, makyajı yani tiyatronun temel gereklerini uygulamaya sokarak geleneksel anlayışı kırıyor. Darülbedayi’nin (Şehir Tiyatroları) kurulması ve orada hangi tiyatro anlayışı ile oyunlar sahneleneceği tartışmalarında Muhsin Ertuğrul en önemli taraflardan biri oluyor. 1. Dünya savaşının da etkisi ile Darülbedayi’nin bir tiyatro okulundan sıradan bir tiyatroya dönüşmesi üzerine 1916’a Berlin’e gidiyor.
Muhsin Ertuğrul her yurtdışı çıkışını tiyatro bilgisini artırmak için fırsat olarak kullanıyor. Berlin gezisi onu sinema sanatıyla tanıştırıyor, filmlerde rol alıyor. Yurda dönüşünde tekrar Darülbedayi’de görev alacak, Berlin deneyimini tiyatro sahnesine aktaracaktır. 1917’de sahneye koyduğu Halit Fahir Ozansoy’un Baykuş’unda canlandırdığı ihtiyar köylü ile yıldızı parlıyor. Ama onun gönlü hep Avrupa’da. 1917’de askerlik görevini yaparken izin alıp tekrar Berlin’e gidiyor. Filmlerde rol alıyor. Darülbedayi bu seyahate karşıdır ve izin almadan gittiği gerleçesi ile kurumla ilişkisi kesilir.     
1918’de İstanbul’a dönünce Berlin deneyimini sahneye aktarmak için kendi tiyatrosunu kuruyor Muhsi Ertuğrul. Darülbedayi’ye çağrılıyor ama onun çağdaş tiyatro anlayışı kurumun anlayışı ile bağdaşmıyor. Muhsin Ertuğrul’un Darülbedayi ile git gellerle dolu bir ilişkisi var. Darülbedayi onsuz da yapamıyor onunla da...
Afife Jale’nin ve onu izleyerek birçok müslüman Türk kadınının sahneye çıkışındaki Darülbedayi’nin ve geleneksel tiyatrocuların yaklaşımı bu çelişkiyi örneklemek açısından önemli.
1920’lerde Muhsin Ertuğrul tiyatronun bitmeyen tartışmalarından kopup Türkiye’de çok yeni olan bir sanat dalına sinemaya yöneliyor. Berlin’de filmlerde rol almış, yapımcılık yapmıştır. Berlin deneyimi ile ilk Türk filmlerini çekiyor. 1923’de Halide Edip’in Ateşten Gömlek’ini sinemya uyarlıyor. Kurtuluş Savaşı henüz kazanılmışken bağımsızlık mücadelesinin ilk filmini çekmiş oluyor.
Ayşegül Çelik, kitabın girişinde “Bu kitapta isimlere, tarihlere, durumlara sadık kalarak çalışmaya gayret ettim. Fakat asıl yapmak istediğimin “hikaye anlatmak” olduğunu yinelemem gerek” diyor. Çelik, dediği gibi de “isimlere, tarihlere, durumlara sadık” kalıyor ama biyografi sadece Muhsin Ertuğrul’un sanatını anlattığı için “hikaye” eksik kalıyor. 1920’lerde Kurtuluş Savaşı yaşanırken Muhsin Ertuğrul İstanbul’dadır. Çektiği filmlerden bağımsızlık mücadelesine sempati duymakla kalmayıp desteklediğini de hissediyoruz ama siyasi bakışını bilemiyoruz. 1925’de Moskova’ya gidişinde de siyasi tavrının nasıl bir etkisi olduğunu merak etmemek elde değil. Zira o zamanlarda her isteyenin Sovyetler Birliği’ne gitmesi mümkün olmadığı gibi Muhsin Ertuğrul gibi sanat çevreleriyle sıkı ilişkiler kurabilmesi için de siyasi açıdan da kabul edilmiş olması gerekir diye düşünüyorum.
Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Leblebici Horhor’u (1923) Mümtaz Osman takma adıyla yazan Nazım Hikmet. Nazım Hikmet, Ertuğrul’a yönetmen yardımcılığı da yapıyor. Ayşegül Çelik, Nazım Hikmet’in Moskova seyahatindeki katkısından söz etmiyor. Çelik’in anlatımına göre Muhsin Ertuğrul yalnız ve ilişkileri kendi kuruyor. Memet Fuat, Nazım Hikmet (Ağustos 2000, Adam yay.) biyografisinde Hikmet’in Muhsin Ertuğrul’la ilişkisinden birçok sayfada söz ediyor. “1925-1927 yılları arasında Sovyet Tiyatrosu’nu yöneten dünyaca ünlü sanat adamlarının uygulama çalışmalarını görmek amacıyla Moskova’ya gelen Ertuğrul Muhsin’in, en iyi koşullarda ağırlanması, özlediklerini elde etmesi için Nazım büyük çaba harcamış, onu Lunaçarski ile tanıştırmış, filmler çekmesini sağlamış, çok değer verdiği bu sanat adamını hiç yalnız bırakmamıştı” (s.77).
1930’larda sinema filmleri çekerken Muhsin Ertuğrul’un yanında yönetmen yardımcısı olarak Nazım Hikmet var. Necip Fazıl’a ilk tiyatro eserlerini verdiren, Bir Adam Yaratmak’ı sahnelemekle kalmayıp başrolünde oynayan Muhsin Ertuğrul, daha 1925’de Moskova’dayken Nazım Hikmet’i tiyatro oyunları yazması için özendiriyor. 1930’larda komünistlik suçlamasıyla aranırken Nazım Hikmet’e Kafatası’nı yazdırıp, 1932’de, Nazım Hikmet’in deyimiyle “antikomünist terör havası içinde” Darülbedayi’de sahneye koyuyor ve oyun beş kez sahnelendikten sonra komünist propagandası yaptığı gerekçesiyle kaldırılıyor (age. S. 111).     
Sanatla dopdolu bu hayat içine Muhsin Ertuğrul’un nasıl bir özel hayatı olduğunu bilmiyoruz. Ayşegül Çelik Muhsin Ertuğrul’un çocukluk yıllarından sonrasını hikaye etmiyor. Örneğin Türk sinemasının ilk kadın oyuncularından Neyyire Neyir ile evliliği bir cümle olarak geçiyor. Neyyire Neyir’in Muhsin Ertuğrul’un hayatındaki yerinden söz edilmiyor. Oysa başka biyografilerde birlikte verdikleri mücadeleden, Muhsin Ertuğrul'un 15 Şubat 1930'dan itibaren çıkarmaya başladığı "Darülbedayi" adlı dergide yazdığı yazılardan, yazı işleri müdürlüğü sırasında yargılanmasına neden olan yazılardan söz ediliyor. Aynı şekilde Ertuğrul’un Neyyire Neyir’in ölümünden birkaç yıl sonra Handan Uran’la nasıl evlendiği de anlatılmıyor, bir cümle ile geçiliyor. Bu durumda 90 yıla varan yaşamında başka hangi insanlar vardı, nasıl dostluklar, aşklar gelişti gibi bir soru da kuşkusuz sorulmadan kalıyor. Muhsin Ertuğrul’un imajı bir yalnız adam olarak beliriyor.    
Özel hayatın es geçilmesi, anlatımın sadece sanat faaliyeti üzerinden gelişmesi Muhsin Ertuğrul’un kişi olarak kafamızda canlandırmamızı önlüyor. Muhsin Ertuğrul için “zor adam” diyorlar, kafasındakileri hayata geçirirken paylaşmadığını, tartışmadığını, görüşünü dayattığını, Darülbedayi gibi kurumlarla yaşadığı sorunlarda bu halinin de olumsuz etken olduğunu söylüyorlar ama biyografiden bu iddiaların doğru mu yanlış mı olduğunu çıkartamıyoruz.  
Muhsin Ertuğrul Darülbedayi’de sanat yönetmenliği, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü yapıyor. Tiyatroyu Anadolu’ya yayıyor. İlk çocuk tiyatrosunu kuruyor. Tiyatro okulu açıyor... Sanat hayatında o kadar çok ilke imza atıyor, o denli yenilikler yapıyor ki ne kadar anlatılsa sayfalar yetmez. Ölmeyi Bilen Adam’ın 238 sayfası da Muhsin Ertuğrul’un bu uzun ve başarılar dolu hayat hikayesini tüm ayrıntıları ile anlatmaya yetmemiş, bazı yerlerde yüzeyde kalınmış, bazı yıllar hiç anlatılmamış.  
Ayşegül Çelik’in Ölmeyi Bilen Adam’ı ileTürk tiyatrosunun ve sinemasının kurucusu, Türkiye’nin modernleşmesinin mimarlarından biri olan Muhsin Ertuğrul’u tanımak yolunda ilk adımı atmış oluyorsunuz. Muhsin Ertuğrul kitabın adının aksine Yaşamayı Bilen Adam olarak, dolu dolu yaşayıp çok iş yapmasıyla örnek bir hayat olarak da belleklerde yer ediyor.     
14.02.2013

Yorumlar