Stefan Zweig Merhamet’te
“yanlışlıkla başlayıp pişmanlıkla sona eren bir trajedi”yi anlatıyor. Genç ve
heyecanlı bir subayla zengin bir ailenin felçli kızı arasında gelişen ilişki
yanlış bir yaklaşımla merhametin ne kadar yok edici bir duygu olabileceğini
örnekliyor.
Merhamet (Şubat
2013, Çev. Deniz Banoğlu, Yordam Kitap) 1913’de, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen
öncesinde Avusturya Macaristan sınırındaki küçük bir kasabada geçiyor.
Hofmiller, Avusturyalı yoksul bir memur ailesinin çocuğu olarak kurtuluşu asker
olmakta bulmuştur. Bir süvari alayında teğmen olarak görev yapmaktadır, Viyana’ya
gidecek parası olamadığı için boş zamanlarında tek eğlencesi küçük kasabanın
kahvehanesinde ya da pastanesinde arkadaşlarıyla sohbet etmektir. Böyle
cansıkıcı günlerden birinde kasabanın eczacısının aracılığıyla bölgenin
zenginlerinden Baron Emil de Kekesfalva’nın evine akşam yemeğine davet edilir.
Hofmiller, en şık üniformasını giyinip davete gider ve çok iyi ağırlanır.
Yemekte içtiği güzel içkilerin de etkisi ile kendine güveni artar ve davete
katılan hanımlarla dans etmeye başlar. Gecenin sonuna doğru evin kızı ile dans
etmediğini fark eder ve bunun büyük bir kabalık olduğunu düşünerek bir kenarda
oturan kızın yanına koşar. Barones Edith de Kekesfalva’nın felçli olduğunu
anlayınca büyük bir utanca kapılır ve şatodan palas pandıras kaçar.
“İşte bütün hikaye bu budallalıkla başlamıştı” diye
anlatıyor romanın kahramanı Hofmiller.
Hofmiller, özür dilemeden kaçmasının büyük bir kabalık olduğunu anlayıp
genç kıza bir demet çiçek yollayarak af diler. Edith, bu af dileme girişimini
karşılıksız bırakmaz ve kısa bir mektupla genç teğmeni bir öğleden sonra şatoya
çaya davet eder.
Hofmiller ile genç kız ilk görüşmede dost olurlar. Kasabada
yapacak pek bir şeyi olmayan Hofmiller hemen her gün Kekesfalva’lara gitmeye
başlar. Orada çok iyi ağırlanmakta, hiçbir zaman ulaşamayacağı bir yaşam
düzeyini nimetlerinden faydalanmaktadır. Öte yandan bu yapayalnız ve sakat genç
kızla zaman geçirerek merhamet duygusunu da tatmin etmektedir. Ama Edith ona
tamamen farklı duygularla yaklaşır. Hemen her gün görüştüğü tek kişi olan bu
yakışıklı gence aşık olur. Edith haftalar sonra bir duygu patlaması ile aşkını
ilan edene kadar Hofmiller, genç kızın kendisine karşı ne hissettiğini hiçbir
zaman anlayamayacaktır. Oysa onunla geçiridiği zaman zarfında birçok kez kızın
depresif ruh halini anması için fırsatlar olmuştur. Şatoda yaşayan herkes
hayatını genç kızın iyileşip yürümesine adamıştır. Baba tüm servetini bu uğrda
harcamaya hazırdır. Ama uygulanan tedavilerden bir türlü okumlu sonuç
alınmamaktadır.
Edith’in ruh halini ve içinde bulunduğu durumun vahametini
kavraması için genç kızın doktoru ile yaptığı sohbetler de işe yaramaz. Aksine
Hofmiller, doktordan aldığı bilgileri iyileşme umudu diye kızın babasına
anlatır. Edith İsviçre’ye gidip yeni tedavi yöntemi ile iyileşip Hofmiller’la
evleneceğinin hayallerini kurmaktadır.
Hofmiller, yaptığı aptalca hareketlerin sonucunda bu felçli
kızla evlenmek durumunda kalacağını anlayınca yeni ve onarılmaz trajedilere
neden olacaktır.
Stefan Zweig romanın mesajını giriş sayfasında veriyor; “İki
çeşit merhamet vardır. Zayıf, duygusal olanı, bir yabancının ızdırabı
karşısında kalbin duyduğu üzücü sarsıntıdan bir an önce kurtulmak için
gösterdiği sabırsızlıktır. Böyle bir merhamet acıyı paylaşmaz, ruhun yabancı
bir acıya karşı kendini savunma içgüdüsüdür sadece. Asıl değerli olanı,
duygusallıktan uzak, ama yaratıcı merhamettir, ne istediğini bilir, sabırla
acıyı paylaşarak, gücünün son damlasına kadar, hatta gücünün de ötesinde her
şeye katlanmaya kararlıdır.” Hofmiller’in “zayıf, duygusal” merhametine
karşılık “yaratıcı merhameti” Edith’in doktoru Condor temsil ediyor. Dr. Condor
“yaratıcı merhamet”in simgesi olarak roman boyunca yavaş yavaş belirginleşmekle
kalmıyor, Hofmiller’ın merhametini doğru yöne yöneltmesi için de uzun uzun
öğütler veriyor. Ama Hofmiller doktorun söylediklerinden çıkarması gerkeen
dersi çıkartmayı başaramıyor.
Merhamet’te anlatılanlar bize Yeşilçam melodramlarını
hatırlatıyor. Bu konuyu işleyen birçok film biliyoruz. Sanırım bu Yeşilçam’ın
Hollywood’dan doğrudan esinlenmesinin bir sonucu. Zira Merhamet, 1946’da
sinemaya da uyarlanmış.
70 yıl koruma süresi
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre eserlerin korunma
süresi eser sahibinin ölümünden itibaren yetmiş yıl. Bu süre dolduktan sonra
bir eserin sahibinin mirasçılarından izin almaya ve tabii telif ücreti ödemeye
gerek kalmadan istediğiniz sayı ve şekilde o eseri basabiliyorsunuz. Bu yasa
maddesinin uygulamada yararları da var zararları da... 70 yıl süresi dolunca
eser sahiplerinin mirasçılarının hiçbir hakkı kalmıyor. Telif ücreti
alamadıkları gibi eserlerin bütünlüğünü de koruyamıyorlar. Dedelerinden
ninelerinden miras olarak bir apartman kalmış olsa sonsuza kadar o apartmanın
kirasını alabilirler ama geriye sanat eserleri örneğin 10 roman kalmışsa 70 yıl
dolunca bir kuruş bile telif ücreti alamazlar.
MEB’in 100 Temel Eser uygulaması ile ilgili yaptığım bir
araştırmada 2009 yılında piyasada çeşitli kalınlıklarda 27 çeşit Savaş ve
Barış, 41 çeşit Don Kişot, 52 çeşit Tom Sawyer, 36 çeşit Sefiller olduğunu
tespit etmiştim. Yine 2009’da Kitap Çevirmenleri Meslek Birliği ÇEVBİR üyesi
deneyimli 5 çeviribilimci ve çevirmenden oluşan İntihal İnceleme Komisyonu,
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “100 Temel Eser” listesinde yeralan 10 eserin,
50 yayınevi tarafından yayımlanmış 154 basımını inceledi. Kitaplar şunlardı;
İvan Turgenyev'in Babalar ve Oğullar'ı (11 basım), Jack London'un Beyaz Diş'i
(14 basım), Cervantes'in Don Kişot'u (14 basım), Gustave Flaubert'in Madam
Bovary'si (14 basım), Nikolay Gogol'ün Ölü Canlar'ı (10 basım), Daniel
Defoe'nun Robinson Crusoe'u (18 basım), Lev Tolstoy'un Savaş ve Barış’ı (12
basım), Victor Hugo'nun Sefiller'i (25 basım), Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı
(14 basım), Honoré de Balzac'ın Vadideki Zambak'ı (22 basım). Amacı intihal ve
kısaltma vakalarını olabildiğince belirlemek olan komisyon incelemelerinin
sonucunda 154 basımdan 58 tanesinde yoğun intihal, birçok diğer basımda da
ciddi ölçülerde kısaltmalar tespit etti.
Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nın 19. maddesi ile 70 yılık
koruma süresini doldurmuş Türk ve Dünya Klasiklerinin haklarını Kültür ve
Turizm Bakanlığı koruyabilirdi. Çünkü 70 yıllık süre dolduğu için eser
sahibinin haklarını mirasçıları tarafından korunması mümkün değil, yasa koyucu
bu açığı bakanlığı görevlendirerek kapatmış. Türkiye Yayıncılar Birliği'nin
ısrarla başvurdu ama bakanlığı hakları koruması için ikna etmek mümkün olmadı.
Milli Eğitim Bakanlığı, 100 Temel Eser listelerine alıp öğrencilere önerse de
Kültür Bakanlığı, Türk ve Dünya kültürünün temel taşlarını oluşturan bu
eserleri "memleketin kültürü bakımından önemli gör"medi, onların
haklarını korumak için bir girişimde bulunmadı.
1995’e kadar Türkçeye çeviri eserlerde koruma süresi 10
yıldı. Bu değişiklikle birçok klasik eserin önemli edebiyatçı ve çevirmenlerce
yapılmış çevirileri basılamaz oldu. 70 yıllık koruma süresinin dolması ile
birlikte zamanında yapılıp daha sonra basılamayan bu çeviriler günyüzüne
çıkıyor. Bu da koruma süresinin sonsuz olmamasının bir faydası.
Stefan Zweig 1942 yılında Brezilya’da karısı ile birlikte
intihar etmiş. Zweig’ın eserlerinin koruma süresi geçen yıl doldu. 2012 yılı
içinde Zweig’ın Satranç adlı eseri 8
ayrı yayınevi tarafından yayınlanmış. İyi çeviriyi bulup okumak okurlara
düşüyor.
Koruma süresi bitmeden önce Zweig’ın bazı eserlerinin yayın
hakkına sahip olan Yordam Yayınları bu enflasyondan zarar gören
yayınevlerinden. Yordam, çıkar yolu iyi ve farklı yayıncılıkta bulmuş.
Zamanında usta çevirmenlerin yaptığı çevirileri Savaş Çekiç’in tasarımı ile
kağıdı ve baskısıyla özel bir dizi olarak yayımlamış. Dizinin ilk kitapları
Salah Birsel’in çevirdiği Bir Kalbin
Ölümü – Mürebbiye, Tahsin Yücel’in çevirdiği Satranç Ustası – Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ve Amok – Usta İşi, Behçet Necatigil’in
çevirdiği Korku, Deniz Banoğlu’nun
çevirdiği Merhamet.
21.03.2013
Yorumlar