Heinrich Böll, Palyaço’da
2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında bir zamanların Nazilerinin nasıl yeni
kimlikler bularak varlıklarını sürdürdüklerini ve önemli konumlara geldiklerini
bir Palyaço’nun gözünden anlatıyor. Böll’ün Palyaço’su
(Mart 2013, Çev. Ahmet Arpad, Can yay.) varlıklı ve etkili bir ailenin çocuğu.
Okuyup önemli bir meslek sahibi olmadığı ve meslek olarak palyaçoluğu seçtiği
için ailesince dışlanmış.
Hans’ı sevgilisi tarafından terk edilip ruhsal bunalıma
girdiği bir dönemde tanıyoruz. Sevgilisinin bırakıp gitmesi onu öyle derinden
etkilemiş ki işine odaklanamıyor. Sarhoş olarak çıktığı sahnede yaptığı hatalar
sonucunda ayağını sakatlıyor. İşsiz, cebinde sadece bir markla evine,
Almanya’nın o dönemdeki başkenti Bonn’a dönüyor. Üst üste sahnede çıkardığı
rezaletler nedeniyle iş teklifleri alması imkansız. Menajeri en az altı ay
ortalarda görünmemesini öğütlüyor. Seyirciye rezaletlerini unutturması gerekli.
Borç alabileceği insanların listesini yapıyor. Yakın
arkadaşları, kardeşi, annesi, babası, babasının sevgilisi... Liste pek uzun
değil. Listeyi hazırlarken ve sonrasında onları tek tek telefonla ararken
geriye dönüşlerle 2. Dünya Savaşı’nın son günlerinde yaşadığı çocukluğunu ve
sevgilisi Marie ile tanıştığı ilk gençlik günlerini hatırlıyor.
Başta anne babası olmak üzere çevresindeki birçok kişi Nazi
ideolojisine bağlıdır. Öyle ki, müttefik kuvvetlerinin top sesleri çok
yakınlardan duyulmaya başlamasına rağmen hala savaşı kazanabileceklerine
inanmaktadırlar. Çocuklar da tam birer Nazi gibi yetiştrilmiştir. Birbirlerini
ihbar eder, Nazi ritüellerini coşkuyla uygularlar. Hans’ın babası evlerinin
bahçesinde mahalleli çocuklara silah eğitimi verilmesine bile izin verir.
Hans’ı derinden yaralayan olay ise ablasının bir uçaksavar birliğine ziyarete
yollanması ve uçaksavar birliğinin bombalanması sonucunda ölmesidir.
Çevrelerinde Nazi ideolojisinin etkisine kapılmamış tek kişi
okul arkadaşı Marie’nin kırtasiyecilik yapan babasıdır. Bu yoksul ve prensip
sahibi adam Hans’a evinin kapılarını açar. Marie ile yaşadıkları aşka da engel
olmaz. Hans’a tutulan Marie okulunu son sınıfta sınavlar öncesinde bırakacak,
hayatını sevgilisine adayacaktır.
Hans’la Marie ilk zamanlar yoksulluk çekseler de Hans’ın
palyaçolukta başarılı olması ile harcadıkları paranın tutarını düşünmeden lüks
otellerde mutlu günler de yaşarlar. İlişkilerini sakatlayıp sonunda
ayrılmalarına neden olan tartışma kiliseye bağlı bir Katolik olan Marie’nin
evlenip çocuk yapmak istemesi Hans’ın ise aileyi bir burjuva kurumu olarak
gördüğü için evlenmeye karşı çıkması ile gelişir. Doğacak çocuklarının Katolik
inancına göre yetiştiremeyeceğini düşünen Marie düşük yaptıktan sonra Hans’ı
terk eder ve çocukluk arkadaşı Züpfner’le evlenir. Züpfner Almanya’daki Katoliklerin
lideridir. Hans bu olaydan Marie’nin bağlı olduğu Katolik kilisesinin
yöneticileri sorumlu tutar. Onların telkinleri ile Maire’nin kendisini terk
ettiğine inanır.
Hans bir yandan yardım istemek için ailesini ve eski
arkadaşlarını ararken bir yandan da Marie’ye ulaşıp kendisine dönmeye ikna
etmek için planlar yapar. Marie’ye uzun mektuplar yazmış ama hiç cevap
alamamıştır. Mektuplarının ona ulaştırılmadığına inanmaktadır. Marie’yi
kendisinden uzaklaştırdığına ve mektuplarını iletmediğine inandığı kişilerle
konuşur, onlardan destek isterken kendini tutamayıp suçlar, ağır eleştiriler
yapar.
Telefon edip para istediği kişilerin hemen hepsi savaş
öncesinde sıkı birer Nazi’yken savaş sonrasında yargılanıp ceza almak bir yana
ülke yönetimini yönlendirecek önemli pozisyonlara gelmiştir. En önemli örnek
ablasını ölüme yollayan annesidir. Protestan inancına sıkı sıkıya bağlı bir
zamanların Nazisi olan annesi sivil toplum kuruluşlarında önemli görevler
almıştır ve barışçı mesajlar vererek dolaşmaktadır. Babası da savaş sonrasında
daha da zenginleşmekle kalmaz, basının ekonomik konularda danıştığı en önemli
iş adamlarından biri olur. Okul çağlarında arkadaşlarını “Yahudi kanı taşıyor”
diye ihbar edenler de Katolik kimlikleri ile yeni Almanya’nın Hıristiyan
Demokrat yöeticileri olmuştur.
Palyaço, 1963’de yayınlandığında büyük bir tepki ile
karşılanmış. Böll, din aleyhtarlığı ile suçlanmış. Tepkilerden çekinen
kitapçılar ya romanı satmamış ya da tezgah altına koymuşlar. Heinrich Böll,
1985’de yazdığı Sonsöz’de romana yapılan eleştirilere cevap verirken, alınan
tavrı da kabul etmediğini söylüyor. Böll, Katolik inancını değil Almanya’da o
inancı temsil ettiğini söyleyenlerin kültürsüzlüğünü eleştirdiğini söylüyor.
Böll bu kişilerin devlet kurumlarında aldıkları görevlerde laik toplumda
onaylanması mümkün olmayan işler yaptıklarını belirtiyor. Almanya’nın tekrar
silahlanmaya başlanmasının sorumlusu olarak da onları görüyor. Katolik anlayışı
ile romana getirilen eleştirilerin yanlış olduğunu öne sürüyor.
Palyaço, dinin
kurallarını toplumun kuralları olarak dayatmaya
karşı bir eleştiri olarak okunabilir kuşkusuz. Böll, laik bir toplumda
din kurallarına göre yaşanmasının dayatılamayacağını, neyin ahlaki neyin
ahlaksız olduğuna Katolik Kilisesi’nin yöneticilerinin karar veremeyeceklerini
savunuyor.
Heinrich Böll’ün Sonsöz’de değinmediği aslında çok önemli
bir gerçeklik eski Nazilerin yeni Almanya’da önemli devlet görevlerine gelmiş
olması ve hala eski fikirleri ile toplumu yönlendirmeleri, yönetmeleri. Anlaşılan
din eleştirisi ağır basmış ve bu konu geride kalmış ya da bir gerçeklik olarak
kabul gördüğü için değinilmemiş.
Palyaço tezli bir
roman. Böll de Sonsöz’de zaten bunu açıkça belirtiyor. Palyaço’da tartışmaya açtığı konuların birçoğunun da 1985 yılı itibariyle
aşıldığını, bir anlamda romanın eskidiğini de söylüyor. Savaş sonrası Almanyası’nın
ilk on yılında etkili olan kafa yapısı ile çocukları yetiştirmenin mümkün olmadığını
da ekliyor.
Palyaço Almanca’da
1963 yılında yayınlanmış. Yeni baskıda belirtilmemiş ama Türkçede ilk
yayınlanışı da 1968’de Ahmet Arpad çevirisi ile Altın Kitaplar’dan. 45 yıllık
bir çeviri. Ahmet Arpad ya da kitabın editörü çeviriyi ne kadar elden geçirdi
bilemiyoruz, bir açıklama yok ama zaman içinde çeviriler eskiye biliyor. Çeviride
eski bir tad var.
Almanya’da dinin toplum üzerindeki etkisinin sonraki
yıllarda nasıl bir gelişimi olduğunu bilemiyoruz ama bizim de aralarında
bulunduğumuz birçok ülkede laik bir devlette dinin toplum yaşamındaki yeri
tartışması oldukça güncel ve sıcak. O nedenle Palyaço’da tartışmaya açılan konuların halen önemini koruduğunu
söyleyebiliriz. Bu konularda yapılan tartışmalar için Palyaço bir kaynak olabilir. Ama romanın yazarının bile değinmediği
çok daha önemli, temel konular var Palyaço’da
tartışmaya açılan. Hans, ailesinin kendisi için öngördüğü yaşam biçimine karşı
çıkmakla kalmıyor onların ahlak anlayışının sahte olduğunu, düzenin bozuk
olduğunu düşünüyor. “Herkes birbirinin ne olduğunu biliyor ve birbirine
gülüyor.” Eğitimini yarıda bırakıyor ve palyaço oluyor. Bunun karşılığı olarak
da ailesi onunla ilişkisini kesiyor, toplumdan dışlanıyor. Yani toplum kendi
gibi olmayanı kabullenmeyeceğini, kurallara uymayanın aralarında yeri olmadığı
mesajını veriyor. Hans palyaço olarak sevdiği kadınla birlikte yaşamını
sürdürmeye çalışırken gündelik hayatta da birçok baskı ile karşılaşıyor.
Evlilik kurumuna karşı çıkması kadar bir ev sahibi olmadan otellerde yaşaması
da ailesi ve toplum için bir sorundur. Toplumun dayatıığı kurallara
uymadığınızda nasıl dışlanacağınızın güzel bir örneğini günlük hayattan küçük
ama yaralayıcı örneklerle anlatıyor Böll Palyaço’da.
Heinrich Böll’ün düşündüğünün aksine din tartışması bir yana
koyulsa da roman kalıcı ve tartışması süren birçok sorunu ele alıyor.
Palyaço anlatımı
ile de başarılı bir eser. Din, toplumun dayatttığı yaşama biçimi gibi konularda
Thomas Bernhard’ı hatırlatacak şiddette ve acıtıcı bir dili olmasına rağmen
Hans’ın düştüğü durumu yansıtırken yaptığı betimlemelerdeki hüzün tonuyla
Bernhard’dan farklı. Geriye dönüşlerle kurulan anlatım kurgu açısından da
oldukça başarılı. Hans’ın sevgilisi tarafından terk edilmiş, beş parasız, sakat
ve umudunu yitirmiş bir Palyaço haline gelişini merak unsurunu hiç düşürmeden,
edebi tadını kaybetmeden anlatıyor Böll.
18.04.2013
Yorumlar