Roman Gibi ya da “Kitaplara ve Okumaya Dair”



“Kitaplara ve Okumaya Dair” alt başlığını taşıyan Roman Gibi’de Daniel Pennac okuma alışkanlığının edinilmesinden başlayıp kitap okurunun haklarına varan okuma eylemi hakkında görüş ve deneyimlerini paylaşıyor.
Pennac’ın biyografisinde Dünyaca tanınmış bir yazar olmasının yanında eğitimci ve pedagog olduğu da yazılı. 1944 doğumlu, babasının sömürgelerde subay olması nedeniyle küçük yaşta yatılı okula verilmiş. 1970’de Fransızca öğretmeni olarak göreve başlamış. Yatılı okul zamanlarından beri sıkı bir kitap okuru. Kendi çocuklarına, öğrencilerine de kitap okuma alışkanlığını aşılamaya çalışmış. Roman Gibi’de (2. Baskı Mart 2013, çev. Mustafa Kandemir, Metis yay.) okuma alışkanlığının kazandırılması çabasında yaşanan başarıları ve tabii düşkırıklıklarını anlatıyor.
''Bu sayfaların pedagojik işkence malzemesi olarak kullanılmaması rica olunur'' diye başlayan kitapta Pennac deneme ile öykü arası bir anlatım biçimiyle, kısa bölümlerde bir okurun nasıl yaratılacağının yanında bir kitap düşmanına nasıl kolayca dönüşülebileceğini de anlatıyor. Anne babaların çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırmak için yaptıkları en önemli yanlışı anlatarak söze giriyor ve “Okumak fiilinin emir kipine tahammülü yoktur” diyor. “Oku!” “Oku! Okusana diyorum, sana okumanı emrediyorum!” “Odana çık ve oku!” gibi emirlerin bir çocuğu okumaktan soğutmak için birebir olduğunu hikaye ediyor. Çocuğumuzu kitap okusun diye odasına yollayıp biz televizyonun karşısına geçiyoruz. Kitap okumak ceza, televizyon seyretmek ödül oluyor. Sonuçta çocuk kitap okumaya çalışırken masanın başında uyuyor.
Pennac en tehlikeli şeyin okumayı bir angarya ya da ceza haline getirmek olduğunun altını çok kalın bir şekilde, birçok örnekte çiziyor. “10 sayfa oku, televizyon seyredersin.”, “Kitabını bitirirsen interneti kullanabilirsin” gibi uygulamaların, özellikle son zamanlarda örneklerine sıkça rastladığımız çocuk kitap okunsun diye televizyonu kapatmanın tersine tepeceğini söylüyor Pennac. Çünkü kitap okumayı ceza televizyonu ya da interneti ödül yapıyorsunuz, diyor. Aksine çocuk kitap okumanın zevkli bir şey olduğunu düşünmeli, hissetmeli.
Kitap okumayı engelleyici eylemler yapsak belki de çocuğun kitap okumasını daha kolay sağlayacağız. “Yeter artık okuma! Gözüne yazık” diyen anne-babalarımıza rağmen yorganı çekip fener ışığında kitap okuyanlarımız ne kadar çoktur.
Çocukları kitap okumaktan alıkoyacak birçok şey var gündelik hayatımızda. Televizyon, sinema, internet... Çocuk için okumayı engelleyici unsurlar olarak görülen bu şeylerin büyüklerin kitap okumamasının da başlıca bahanesi olduğunu söylüyor Pennac. Ve soruyor; çocuklarına kitap okuması için baskı yapan büyüklerin kaçı kitap okumaya zaman ayırıyor? Neden hiç kitap okumaya zamanınız yok!
Anne-babalar kitap okumanın kutsal bir iş olduğunu düşünüp çocuklarını okusun diye zorladıkça çocukların okumaktan kaçacağını küçük öykü parçalarıyla örnekliyor Pennac. Bu tür zorlamalar, emirler yerine kitap okumayı zevkli hale getirmek gerektiği düşüncesinde. Kitap okumanın bir ödül ya da hediye haline getirilmesini öneriyor. Birlikte kitap okumanın çocuğu okumayı öğrenmeye en fazla motive eden eylemlerden biri olduğunu söylüyor. Gece uyumadan önce okuduğunuz birkaç sayfalık bir masalın çocukta ne unutulmaz anılar bıraktığını hatırlatıyor. Çocuğumuza birkaç sayfa masal okumanını bile bir süre sonra bize nasıl bir yük gibi geldiğini, bundan kaçmanın yollarını aradığımızı hatırlatıyor. Bizim istemeyerek yaptığımız bir işi çocuğumuz niye yapsın!
Anne-babayı çocuğa kitap okuma külfetinden çocuğun okula gidip okumayı öğrenmesi kurtaracaktır. Okumayı öğrenme sürecinde “Oh, artık kendi okuyor” diye çocuğu yalnız bırakmanın da önemli bir yanlış olduğunu söylüyor Pennac. Okumayı öğrenmek için zorlanan çocuğun kitaplardan çok kolay soğuyabildiğini anlatıyor.    
Derslerin, müfredatın bir parçası olarak kitap okumanın da kitap okuma sevgisi aşılayacağına öğrenciyi okumaktan soğuttuğu kanısında. Fransa’da da bizdeki 100 Temel Eser uygulamasına benzer bir biçimde müfredatın bir parçası olarak klasik romanlar okunuyormuş. Pennac, öğrencilerinin hemen hiçbirinin bu kitapları doğru dürüst okumadığını, okuma eylemenin onlara bir işkence gibi geldiğini anlatıyor örnek hikayelerle. Aksine dersi kaynatmanın bir yolu gibi görünen öğretmenin müfredat dışı bir kitabı okuması, öğrencinin dinlemesi yöntemi ile kitaplara, okumaya ilginin arttığını deneyimlemiş.
Kitap okumayan çocuk edebiyat dersinde başarısız oluyor ve biz soruyoruz; “Edebiyat’ta başarısız olması sınıfta kalmasına sebep olur mu?” Matematiği iyi ise gerisi önemli değil, diye içimizi rahatlatıyoruz. Çünkü “Niçin kitap okumalı?” sorusuna verdiğimiz cevap “Gerekli olduğundan!” Gerekli olduğunu düşünenlerin artık gerekmediği için hiç kitap okumadıklarını söylüyor Pennac. Çünkü, okul bitmiş, geçinebilecek bir iş bulunmuştur. Artık kitap okumak yerine maç seyredilebilir. Çünkü şimdi kitap okumak gerekmiyordur. Pennac, “Peki, öğretmen okumayı buyuracağına ya aniden kendi okuma mutluluğunu paylaşmaya karar verseydi?” diye soruyor.  Kafalarda “okumak gerek” diye bir dogma varken kitap okumak gereklilikten mutluluğa dönüştürülebilir mi? 
Pennac, “Yüksek sesle okuyan insan, kitabın seviyesine çıkarır bizi” teziyle kitap okumayı sevmeyen, hatta nefret eden öğrencilerine okuma sevgisini nasıl aşıladığının öyküsünü anlatıyor. Bebekliğinde masallar dinlemiş, çocukluğunda okuduğu öykülerle düş dünyalarına dalmış, daha sonra “okumak gerek” diyen anne-babalar ve öğretmenlerin büyük katkısı ile okumaktan soğumuş gençlere okuma keyfini nasıl yeniden kazandırdığının öyküsü var “Okuma Ödevi Vermek” başlıklı bölümde. “Mucizevi bir şey olmadı” diyor Pennac. “Okuma zevki çok yakındaydı. (...) Sadece bir kitabın bizlere sunacağı şeyin ne olduğunu unutmuştuk” diyerek öğretmen olarak önemli bir işlevi olmadığını, öğrenciyle kitabın buluşmasında çöpçatanlık yapmakla yetindiğini belirtiyor. “Okumayla barışmanın tek şartı şu; Karşılık olarak hiçbir şey beklememek. Ama hiçbir şey. Kitabın etrafına okuma öncesi edinilmesi gereken bilgilerden bir siper dikmemek. En küçük bir soru bile sormamak. En küçük ödev bile vermemek. Okunan sayfalara tek bir kelime bile eklememek. Değer yargısı yok, kelime açıklaması yok, metin çözümlemesi yok, yaşam öyküleri hakkında bilgi yok...” Okumanın bir armağan olması... Bunu başardığınızda öğrenciler için okumak bir zevk olacaktır, Pennac’a göre.  
Pennac her okurun kendine göre bir tarzı olduğunu ve buna asla karışılmaması gerektiğini söylüyor ve kitap okurunun haklarını sıralıyor; 1) Okumama hakkı; 2) Sayfa atlama hakkı; 3) Bir kitabı bitirmeme hakkı; 4) Tekrar okuma hakkı; 5) Canının istediğini okuma hakkı; 6) ''Bovarizm'' hakkı; 7) Canının istediği yerde okuma hakkı; 8) Çöplenme hakkı; 9) Yüksek sesle okuma hakkı; 10) Susma hakkı.
Kitabın adının Roman Gibi olması boşuna değil. Daniel Pennac çok iyi bir anlatıcı. Benim baştan beri bir pedagoji kitabının sıkıcılığında özetlemeye çalıştığım konuları kısa bölümlerde az ve öz söyleyerek akıcı bir dille anlatıyor. Deneme ile öykü arasında bir anlatım bulmuş. Unutulmayacak özlü sözler de söylüyor, hoş anekdotlar da, kendi yaşadıklarından olduğunu düşüneceğiniz öyküler de anlatıyor. “Okuma zevki nasıl kazanılır?”, “Okumayla tekrar nasıl barışılır?” gibi sorunlarınız yoksa bile edebiyat zevki alarak okunan bir kitap Roman Gibi.
16.05.2013

Yorumlar

Çok ama çok kitap okuyan bir anne olarak 20 yaşındaki oglumun kitaplara elini sürmemesini hep garip bulmuştum, sanırım sorumun cevabı bu kitapta. Hemen alıp okumalıyım. Emeğinize saglık.