Osmanlı’dan başlayarak Türkiye’yi yönetenlerin hep İstanbul
için “yeni” planları olmuş. İstanbul’un mevcut halini beğenmemişler ve radikal
olarak değiştirmek üzere şehir planları yapmışlar. Bunların bir bölümü hayata
geçmiş, çoğu planlandıklarıyla kalmış, raflarda unutulmuş. Murat Gül, “Bir
Kentin Dönüşümü ve Modernizasyonu” alt başlıklı Modern İstanbul’un Doğuşu’nda (Nisan 2013, çev. Büşra Helvacıoğlu,
Sel yay.) Osmanlı’nın son döneminden başlayarak İstanbul’un nasıl dönüştürülmek
istendiğini, bu amaçla hazırlanan projeleri ve bu projelerin akıbetini
1960’lara kadar uzanan süreçte inceliyor.
“İstanbul gibi kaotik ve sürekli inşaat halindeki bir şehrin
bugünkü durumunun sorumlusunun kim olduğu” entelektüel çevrelerde en çok
tartışılan sorulardan biridir. Genel kanı İstanbul’u bu hale Adnan Menderes’in
soktuğudur. Menderes’in 1950’lerde başbakan olduktan sonra hayata geçirdiği
imar planı ile gerçekleştirmiştir kentin bir daha geri dönülemez bir biçimde
değişip çirkinleştirilmesi...
“On dokuzuncu yüzyılın ortalarında İstanbul; kaotik, aşırı
kalabalık, kanalizasyon sisteminin neredeyse hiç olmadığı, kötü idare edilen,
sık sık her biri bir faciayla sonuçlanan yangınların yaşandığı, yetersiz ulaşım
sistemiyle cebelleşen bir şehirdi” diyen Murat Gül, Osmanlı’nın son
dönemlerinde şehirlerin planlaması üzerinde düşünülmeye başlandığını anlatarak
söze giriyor. Şehrin böyle kalamayacağı konusunda herkes hem fikir. O nedenle
planlar yapılıyor, şehri değiştirirken modernleştirmek de isteniyor. Yapılan
planlar hayata geçirildiğinde karşımıza çıkan İstanbul’u da ikinci cümlede
anlatıyor Murat Gül; “Bir yüzyıl sonra ise; geniş caddeleri, savaş sonrası
modernist mimarisi, on dokuzuncu yüz yılın geleneksel sokak mimarisinin çoğunu
yok eden kent bloklarıyla bir metropole dönüştü ve kentsel form değişti.”
İstanbul’u modernleştirme amaçlı ilk planlar 1800’lerde
yapılmaya başlanmış. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, derin ekonomik
krizlerin ve dış borçların batağında olunmasına rağmen yabancı uzmanlar
çağrılıp İstanbul için planlar çizdirilmiş. Bu planların çoğu parasızlıktan
hayata geçmemiş ama küçük de olsa bu dönemin planlarından kalma caddeler,
meydanlar, apartmanlar var.
Cumhuriyet’in ilan edilişi ile birlikte Ankara’nın başkent
olması ile bütün ağırlık yeni başkente verilip örnek bir başkent imar edilirken
İstanbul unutulmaya terk edilmiş, ihmal edilmiş. Zamanla bu tutum yumuşamış ve
İstanbul’un “Yeni Türkiye”ye uyumlu “laik ve modern” bir kent haline
getirilmesine karar verilmiş. Müslüman kentlerin modernleştirilmesinde planlar
hayata geçiren ünlü Fransız kent planlamacısı Henri Prost görevlendirilmiş.
Prost uzun yıllar İstanbul’da yaşayarak planlamalar yapmış ve İstanbul’un
dönüşümü için öneriler getirmiş. İlk zamanlar büyük bir hevesle bu dönüştürme
çalışmalarına girişilse de İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında
yaşanan ekonomik zorluklar bu planların tamamen hayata geçmesini engellemiş.
Savaş sonrası iktidara gelen Adnan Menderes uzun zamandır
ihmal edildiğini düşündüğü İstanbul’u değiştirmeye, geliştirmeye istekliymiş.
1950’lerde kırlardan kentlere, özellikle İstanbul’a doğru yaşanan büyük göç
İstanbul’da hem konut hem de ulaşım sıkıntısı yaşanmasına neden olunca kentin
modernleştirilmesini gerekli kılmış. “Menderes’in imar programı, yüzyıl önce
Paris’e muazzam dönüşüm yaşatan Baron Hausmann’ın projesinin bir yansıması
niteliğindeydi” diyor Murat Gül. “Bu dönemde İstanbul’da pek çok bina yıkıldı,
kentin tarihi merkezine devasa bulvarlar açıldı ve şehir geleneksel mimarisini
aşarak dışa doğru genişlemeye başladı.”
Murat Gül, kitabında sanılanın aksine Menderes’in İstanbul
planının yeni ve orijinal olmadığını kanıtlarıyla anlatıyor. CHP de iktidarda kalsa İstanbul için benzer bir
plan uygulanacaktı, diyor. Çünkü Menderes CHP
iktidarında davet edilen Henri Prost’un planlarını esas almış. Prost’un
planları Türk uzmanlara revize ettirilip uygulamaya konulmuş. Yapılan büyük
caddelerin Prost’un planlarından aynen alındığını görüyoruz. Menderes sonrası,
özellikle Bedrettin Dalan döneminde yapılanlar kitapta yer bulmuyor ama aynı
mantığın sürdürüldüğünü modernleşme uğruna tarihi eserlerin de kentin kimliğini
oluşturan ya da simgesi sayılabilecek yapıların da yıkılıp yolların açıldığını,
İstanbul’un sürekli büyütülürken çirkinleştirildiğini biliyoruz.
30.05.2013
Yorumlar