Romanları “anlatımının sadeliğiyle içeriğinin yoğunluğu”yla
dikkati çeken bir yazar Gerbrand Bakker. Dolambaç’ta
adının Emilie olduğunu söyleyen Hollandalı bir kadının Galler'in kuzeyinde eski
bir çiftlik evinde yaşadıklarının öyküsünü aynı üslupla anlatıyor.
Aylardan kasım. Hava rüzgârsız ve nemli. Emilie, yavaş yavaş
çevreyi tanıyor. Haritada işaretlenmiş ama şimdi ot bürümüş bir patikayı ortaya
çıkartmaya çalışıyor. O Galler’in, bulunduğu yörenin coğrafyasını tanımaya
çalışırken biz de onu tanımaya, neden burada olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
Emilie, Amsterdam’ı, kocasını, anne-babasını, işin terk
etmiştir. Bu terk etmenin bir kaçış olduğunu anlıyoruz sayfalar ilerledikçe.
Nereye gittiğini kimseye bildirmemiştir. Cep telefonu kapalıdır. Hollanda’yı
terk etmeden önce banka ve kredi kartı hesaplarından kendisini birkaç ay
geçindirecek para çekmiş ve iz bırakmadan kaybolmuştur.
Emilie, bulunduğu yöreyi tanıyıp, kır hayatına alışmaya
çalışırken yavaş yavaş geride bıraktığı hayatına dair küçük parçalar da ortaya
çıkmaya başlar. Yanında Emily Dickinson’ın Collected Poems’ini (Toplu Şiirler)
getirmiştir. Dickinson hakkında çok ayrıntılı bir biyografi hatta şairin bir de
çerçeveli resmi vardır. Büyük yatak odasını çalışma odası haline getirmiştir.
Ama hiç çalışmaz. İlerleyen sayfalarda Emily Dickinson’ın şiirleri hakkında bir
doktora çalışması yaptığını ama üniversitedeki görevinden tatsız bir olay
sonucunda ayrılmak zorunda kaldığı için bu çalışmanın da yarım kaldığını anlarız.
Anlarız diyorum, çünkü Gerbrand Bakker doğa betimlemeleri yapıyor, Emilie’nin
çiflik hayatına alışıp çevreyi düzenleme, patikayı ortaya çıkarma çalışmalarına
başlamasını uzun uzun anlatıyor ama kahramanının kişiliğini oluşturacak
bilgileri anlatmak yanlısı değil. Bilgileri satır aralarında yakalamaya
çalışıyorsunuz.
Emilie doktora çalışmasını sürdüremiyor ama Emily
Dickinson’ın şiirleri yalnız günlerinde ve gecelerinde ona arkadaş, hatta
kılavuz oluyor. Doğayı o dizelerle anlamaya çalışıyor. Şiirde anlatılanla
gerçekte yaşananları karşılaştırıyor, kendi kendine tartışıyor.
Dolambaç (Haziran
2013, çev. Türkay Yalnız, Metis Yay.) iki kanaldan gelişiyor. Bir yandan Emilie’nin
Galler’deki çiftlik evinde yaşadıklarını okurken diğer yandan geride bıraktığı
kocasının ve anne-babasının onun ardından neler yaşadıklarını okuyoruz.
Emilie’nin arkasından üzüldüklerini, merak ettiklerini söylemek mümkün değil.
Annesi ve babası pek tepki vermiyorlar. Kocası yalnız yaşamaktan memnun ama
yine de, usulen de olsa karısını araması, nerede olduğunu bilmesi gerektiğini
düşünüyor. Tanıştığı bir polisin yardımıyla geç de olsa Emilie’yi aramaya
başlıyor. Bir dedektiflik şirketi Emilie’nin adresini kolayca buluyor.
Emilie’nin roman boyunca adı verilmeyen kocası ve polis
arkadaşı Galler’e doğru yola çıkıyor. Niyetleri Emilie’yi bulunduğu yerden alıp
getirmek. Bu arada kocasının düşündüklerinden, hatırladıklarından yine satır
aralarını deşerek Emilie’nin iki kaçma sebebi olabileceğini öğreniyoruz;
hastalık ve bir öğrenciyle yaşanmış (ya da yarım kalmış) yasak bir aşk.
Emilie, çiftlik evinde geçirdiği yalnız gecelerde vücudunu
yoklayan ağrıları anlatırken bir hastalığın varlığını da ima ediyor. Önce hafif
ağrı kesiciler alıyor onlar yetmeyince de daha kuvvetlilerini...
Bu arada Emilie’nin hayatına insanlar girmeye başlıyor.
Zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için gittiği dükkanların sahipleri ile tanışıyor.
Tuttuğu evin arazisinde koyunları otlayan çiftçi çıkageliyor ve nihayet bir
geceliğine diye konuk ettiği delikanlı evin sürekli konuğu oluyor.
Emilie, Dickinson’ın şiirindeki gibi ölmeye yattığında
birçok konu kafamızda aydınlanmıştır.
Dolambaç, Gerbrand
Bakker’in ikinci romanı. İlk romanı Yukarıda
Ses Yok’la Uluslararası Dublin IMPAC ödülünü almıştı. Dolambaç’la da 2013 Independent Yabancı Roman Ödülü’nü kazandı. Dolambaç anlatımıyla, konusunun işleyiş
biçimiyle değişik, iyi bir roman.
04.07.2013
Yorumlar