Big Sur



Ünün getirdiği yoğun ilgiden, şehrin kalabalığından gündelik hayatın baskısından bunalan bir yazarın herkesten uzağa, doğanın ortasında küçük bir kulübeye sığınmasının öyküsü anlatılıyor Big Sur’de.
Beat Kuşağı’nın efsane isimlerinden Jack Kerouac başyapıtı sayılan, Beat Kuşağının kült romanı Yolda’yı (Ayrıntı yay.) uzun uğraşlardan sonra yayınlatmayı başarınca geç de olsa üne kavuşur. New York’da annesiyle beraber yaşadığı, sürekli içki içerek zamanını tükettiği evi gazetecilerin ve hayranlarının akınına uğrar. Bu yoğun ilgiden bunalan Kerouac Batı Yakası’na San Francisco’daki arkadaşlarının yanına kaçar. Niyeti, şair ve yayıncı dostu Lorenzo Monsanto (Lawrence Ferlinghetti) ile gizlice buluşup, kimselere görünmeden onun Big Sur korusundaki kulübesine gitmektir. Orada altı hafta boyunca odun keserek, su çekerek, yazarak uyuyarak, yürüyüşlere çıkarak alkolden arınacak, kendine gelecektir.     
San Francisco’ya ayak basınca planını unutup doğruca Monsanto’nun City Lights Kitabevi’ne gider ve eski dostları ile buluşur. İki gün boyunca hiç ara vermeden içer, barları dolaşır, sohbet ederler. Monsanto Big Sur’e götürmek üzere otel odasına geldiğinde Kerouac yerde şişelerin arasında yatmaktadır. Monsanto herhalde bu haftayı böyle geçirmek istiyor diyerek Jack Duluoz’u (Jack Kerouac) almadan Big Sur’a gider. Duluoz uyanıp kendine geldiğinde hızlı bir hamle yapmazsa bu ortamı terk edemeyeceğini anlar. Hemen toparlanıp yola düşer. Zor bir yolculuktan sonra Big Sur’a Monsanto’nun kulübesine ulaşır.
Big Sur’de zorlu bir doğa vardır. Yüksek tepeler, denize doğru inen derin yarlar, kayalıklı dik yamaçlar, bol rüzgâr, yağmur... Kulübe ormanlık alanın içinde küçük bir derenin yanındadır. Biraz uzakta sahile vurmakta olan dev Okyanus dalgalarının uğultusu derenin şırıltısına karışmaktadır. Üç hafta boyunca mutlu bir dinginlik içinde dinlenir, kendine gelir, alkolizmin etkilerinden, halüsinasyonlardan, kabuslardan kurtulur. Yalnızlığın keyfini çıkartır. Kim olduğunu, nerede olduğunu, saatin kaç olduğunu tamamen unutur. Pasifik Okyanusu’nun seslerini dinleyerek “Deniz” adlı uzun şiirini yazmaya başlar.
Üçüncü haftanın sonunda canı iyice sıkılmış, kent hasreti en yüksek düzeye varmıştır. Otostop yaparak San Francisco’ya dönmeye karar verir. Ama otostop günleri çok geride kalmıştır. Artık kimse arabasına tanımadığı sefil görünümlü kişileri almamaktadır. Zor ve yorucu bir yolculuktan sonra San Francisco’ya varır. Burada Yolda romanının kahramanları ile vakit geçirirken tüm iyimser bakışına rağmen hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını görecektir. Herkes olgulaşmış, durgunlaşmış, iş güç sahibi olmuş, çoluğa çocuğa karışmıştır. Dostlarıyla geçirdiği günler sırasında, gençlik yıllarından en yakın arkadaşı, Yolda’nın baş kahramanı Cody Pomeray (Neal Cassady) metresi ile tanıştırmakla kalmaz, Duloz’u küçük oğluyla yaşayan Billie (Jackie Gibson Mercer) adlı genç kadının evine yerleştirir. Duloz, Pomeray’ın metresinden kurtulmak için kendisini o eve yerleştirdiğini hissetse de Billie ile ilişki kurmaktan çekinmez. Kısa sürede Billie de ona âşık olur ve geleceğe ilişkin planlar kurmaya başlar. Sürekli içerek, sohbet ederek ve sevişerek geçen günlerden sonra Duloz, Billie ile karakterlerinin uyuşmadığını, onunla uzun süreli bir ilişkiye giremeyeceğini anlar ama Billie ısrarlıdır. Duloz alkolizmin üst seviyelerine ulaşıp kabuslar görmeye başlayınca yine Big Sur’a gidip arınmaya karar verir ama bu kez yanına Billie’i, oğlunu ve Ben Fagan (Philip Whalen) ile sevgilisi Româna Swartz’ı (Lenore Kandel) da alır. Böyle kalabalık bir grupla arınma değil hesaplaşma yaşanacağı bellidir. Hesaplaşma da tahmin edilebileceği gibi Duloz ve Billie arasında olur.
Big Sur’un (Nisan 2013, çev. Nevzat Erkmen, Siren yay.) kapağında “Yol Devam Ediyor!” sloganı var. Slogan reklam amaçlı gibi görünse de romanı tam olarak ifade ediyor. Jack Kerouac, on beş yıl önce birlikte Yolda efsanesini oluşturdukları arkadaşları ile tekrar buluşarak hem anıların yeniden yaşanamayacağını anlatıyor hem de kendisi, yaşamı ve tabii tüm geçmişi ile de hesaplaşıyor. Usta çevirmen Nevzat Erkmen’in kattığı tadla Big Sur şehrin çılgın kalabalığından kırlara kaçıp kendiyle başbaşa kalacakların nasıl bir deneyim yaşayacağına da iyi bir örnek.   
01.08.2013

Yorumlar