Serbest Düşüş



Nilüfer Kuyaş “Serbest Düşüş”te “Saman alevi gibi tutuşup saran” arzusuna kapılıp kendinden oldukça genç bir adamla bir bahar aşkı yaşayan bir olgun kadını anlatıyor.
Şirin altmış yaşına yaklaşmış, yaşlandığını düşünen bir kadındır. Evli. Evlenme çağında bir kız bir de erkek çocuğu var. Bir sanatçı. Resim yapıyor, fotoğraf çekiyor. Yeni bir serginin hazırlıklarını yapıyor.  
“Tam gençliğin bittiği ve arzunun bitmediği yerde duruyor”. Mayıs ayı, diye anlatıyor. Nişantaşı’nda mahalle bakkalında karşılaşıyor arzulayacağı erkekle. Bruno adını veriyor genç adama ve hayal mi gerçek mi olduğu konusunda okuru kuşkuda bırakacak şekilde anlatmaya başlıyor. Bir yasak aşk öyküsü okuyacağımızı düşünüyoruz. Şirin, Bruno ile sevişecek ve hayatı tamamen değişecek diye umuyoruz.  
Nilüfer Kuyaş “Serbest Düşüş”e (Eylül 2013, Can yay.) yaşlanma korkusu ile bir daha tadamayacağı hazların peşine düşen bir kadının öyküsünü anlatacakmış gibi başlasa da insanoğlunun cevap aradığı birçok temel sorusunu deşmeyi ihmal etmiyor. Şirin arzu ile yaklaştığı bu genç adamın kendisi gibi bir yarası, acısı olduğunu öğreniyor ilk buluşmalarında. Bruno 11 Eylül’ü İkiz Kuleler’de yaşayan ve binadan sağ olarak kurtulan az sayıda insanlardandır. Şirin de gençlik çağlarında Güney Fransa'da bir tren kazası geçirmiş, ölümle burun buruna gelmiştir. Bruno’da ruh ikizini bulmuş gibi olur. Yarasını paylaşacaktır. Ama Bruno 11 Eylül’ü belleğinde gömmüştür ve tekrar hatırlamak, yüzleşmek istememektedir. Ölümü yaşamış olanların insan ilişkilerinde çok daha cesur davrandıklarını, kolayca uçlara gidebildiklerini bildiği için Bruno’da oynamak istediği arzu oyunu için doğru eşi bulduğunu düşünür Şirin. Karşısındaki adamın kendisini arzuladığı bilgisiyle bu oyunu kurar. Kısa sürede de oyunun kuralı olmadığını, oyunun iplerinin elinde olmadığını anlar.
İlişkiyi başlatan da bitiren de Bruno olacaktır. Üstelik bu arzu oyununu bir süre oynar sıkılınca da kendi güvenli hayatıma dönerim diye düşünen Şirin kendini öyle kaptırır ki oyun bitmesin ister. Bruno her şeyin bittiğini bildirdiğinde de oyuna devam etmek isteyecektir. Oysa sadece üç kere buluşmuşlardır ve Bruno olayı bir kaçamak olarak değerlendirdiği için de sürdürmek istemez. Şirin derinden yaralanır ve kendiyle hesaplaşmaya girişir. Bir başka büyük felaket yaşanmasa belki de bu hesaplaşmanın girdabından kurtulamayacaktır. Van Depremi onu yaşamın gerçeklerine döndürür.
Şirin arzusunun peşine düşmekle bir çılgınlık yaptığını düşünüyor. Elli yaşını çoktan geçmiş, yetişkin iki çocuk sahibi, kocası Ekrem’i seven bir kadın olduğu için bu çılgınlığa kapıldığını düşünüyor. Çocuklar evden uzaklaşmıştır. Biri New York’da diğeri Japonya’dadır. Sevgilileri vardır ve ergeç evlenip iyice kopacaklardır. Şirin’in kocasıyla ilişkileri de iyice gevşemiş, hatta kopma aşamasına gelmiştir. Ekrem ona hep sevgiyle, tutkuyla yaklaşsa da ilişkilerinde eski sıcaklığı bulamamaktadır. Bir başka kadının varlığından, aldatıldığından da şüphelenir. Arzularının peşine düşüp çılgınlık yapmaya dur demesi gerektiğini de bu tabloyu düşünerek tekrar tekrar idrak eder. Yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilse de arzusunu son kez yaşamak için bu yapıyı yıkamayacağını, terk edemeyeceğini anlar. Her şeyi geride bırakıp Dünya’nın kıyısından atlayıp “serbest düşüş” yapacak kadar çılgın olamayacağını anlar. Ailenin koruyup kollayıcı yapısına döner.
Nilüfer Kuyaş “Serbest Düşüş”te birinci tekille üçüncü tekil arasında geçişler yaparak bir anlatım kursa da aslında bir iç monolog geliştiriyor roman boyunca. Kadın kahramanının kendisi ile hesaplaşmasında başta yaşamı, insani erdemleri, değişim arzusunu, sadakati, yaşlanma ve ölüm korkusunu, gelecek kaygısını tartışıyor. Edebiyat tadını yitirmeden gündelik yaşama gizli felsefi sorunlara cevaplar arıyor, cevaplar veriyor.
24.10.2013

Yorumlar