İbrahim Yıldırım’ın “Madam Samatya...ve Diğer Şüpheliler”inde 1970’li yıllarda Samatyada’ki bir apartmanda gerçekleşen üç şüpheli ölüm olayının izlerini 2007’de sürmeye çalışan bir yazarın öyküsünü okuyoruz.
Romanın kahramanı Murat şüpheli ölümlerden çalıştığı
yayınevi için “Yakın Geçmişteki Sır Ölümler” adlı bir kitap hazırlarken
haberdar olmuştur. 70’li yıllarda bu ölümleri aynı zamanda akademide resim
öğrencisi olan Yusuf Şimşek adlı bir genç gazeteci izlemiş ve birçok habere
konu etmiştir. Murat, titizden de öte takıntılı bir
yazar - editördür ve eğer birer cinayetse faili meçhul kalmış bu ölümleri daha
ayrıntılı incelemeye karar verir ve kitabın yayınlanmaması, hatta işinden
olması pahasına izleri sürer.
Neredeyse kırk yıl önce yaşanmış olayların izini sürmek pek
kolay değildir. Olayın şahitlerinin bir çoğu ölmüş olabileceği gibi olayların
yaşandığı apartmanın bile hâlâ yerinde durup durmadığı şüphelidir. Murat işe
Samatya’ya olay yerine giderek başlar. Ölümlerin yaşandığı zamanda Sobacıyan
Palas’ta yaşayanların kimliklerini öğrenir. Sonra da haberleri yapan 70’lerin
genç gazetecisi, şimdinin ünlü ve gizemli ressamı Yusuf Şimşek’i arar. Yusuf
Şimşek’i aslında kimse tanımıyordur, bir fotoğrafı bile yoktur. İnternet
aramalarından bir sonuca ulaşamaz. Ressamın eserlerini sergileyen galeriden de
cevap alamaz. Galeriyi defalarca ziyaret edip adeta tacize varan bir şekilde
ısrar edince Yusuf Şimşek’i en iyi bilen diye bir resim eleştirmenine yönlendirilir.
Sait Alaplı aksi ve zor biridir ama Murat’a zorla da olsa bazı bilgiler verir.
2011 yılında kapatıldığı akıl hastanesinde yaşadıklarını kaleme alırken
Alaplı’nın ve sonradan e-posta yoluyla bağlantı kurduğu Yusuf Şimşek’in anlattıkları
ile aslında “görsel- yazınsal- işitsel” bir labirente doğru yönlendirildiğini
fark eder Murat. Onların anlattığı öykülere kapılmasa sonu akıl hastanesine
varan olayları yaşamayacağını düşünür. 2008 yılı Mart’ından beri Ressam Yusuf
Şimşek sandığı birini öldürmeye teşebbüsten tutukludur ve sonuç olarak cezai
ehliyeti olmadığı kanısıyla akıl hastanesine kapatılacak hale gelmiştir.
İbrahim Yıldırım peşine düştüğü olaya, kişiye kafayı takıp
aklı dahil her şeyini yitiren kahramanların ağzından romanlar yazmayı sever.
Kahramanının olayın ya da kişinin izini sürdükçe karışan kafası yazdıklarına
yansır. Yine kahramanının aşırı meraklı ve saplantılı olması nedeniyle
genellikle gözünün önünde duran ve olayı çözmesine yarayacak şeyleri göreceğine
gereksiz ayrıntılarda boğulmasını, çıkmaz sokaklarda kaybolup önce kendini
sonra okuru gerçeklikten koparmayı ve sonunda çok farklı bir yerde hiçbir şeyi
çözmediği izlenimi vererek romanın başındaki haliyle bırakmayı sever. Bu
İbrahim Yıldırım’ın romanlarında sıkça başvurduğu bir “oyun”.
Böyle bir anlatı kuşkusuz kendine has bir yapıyı da
gerektiriyor. İbrahim Yıldırım oyununu (romanlarını) postmodern anlayışla
kuruyor. Çok katmanlı yapılar oluşturuyor. Anlatılar içiçe geçiyor. “Madam
Samatya”da da (Ekim 2013, Doğan Kitap) Murat’ın 2011’de kaleme aldıkları,
2007’de yaşadıkları ve 70’li yıllarda yaşananların mektup ve güncelerle
anlatıldığı anlatılar var. Yine her
romanda mutlaka en içte izi sürülüp içerdiği gizler çözülmeye çalışılan
metinler var. Ve bu çok katmanlı yapıyı doğrusal bir biçimde ya da düzenli
geçişlerle değil karmaşık bir biçimde kronolojide bir ileri bir geri gidecek
şekilde metinleri içiçe geçirerek kuruyor.
Böylece hem anlatım hem de yapı olarak başta anlatılan
polisiye olay sadece okurda merak uyandıracak, romana bağlayacak bir unsur,
“teaser” olarak kalıyor. Bir anlamda İbrahim Yıldırım’ın romanlarını birer
polisiye parodisi olarak da niteleyebiliriz. Bir polisiyeyi okumaya başlarken
her zaman başında ya da sonunda katilin kimliğinin açıklanacağı önbilgisine
sahipsek bir İbrahim Yıldırım romanı okurken de her zaman katilin izini süren
roman kahramanının sonunda olayların ve kendi yaşadıklarının şehvetine kapılıp
katili bulmadan/bulamadan romanın sonuna varacağımızı biliyoruz. Ama önceki
romanlarında olduğu gibi “Madam Samatya”da da biraz dikkatli okuma ve fikir
yürütme ile katilin kim olduğunu anlamak mümkün. “Katil kim?” sorusuna bir
cevap bulmak benim gibi polisiye severlerin sporudur ama İbrahim Yıldırım’ın
öyle bir derdi olmadığı da açık.
İbrahim Yıldırım, ana eksene her zaman bir iz sürmeyi koyup
sonuçta kahramanını çıldırma raddesine getirse de postmodern romanın daha
doğrusu iyi romanın gerektirdiği unsurları ihmal etmez. “Madam Samatya”da da
farklı okumalar gerektiren kahramanlar, olaylar, öyküler var. Öncelikle
kahramanın ruh hali üzerinde durulabilir. Murat, ailenin sevilmeyen, hatta
istenmeyen çocuğu, “kötü tohum”. Annesi severken bile “eşşek oğlum” diye
sevmiş, kalın kafalılığını sürekli vurgulamış. Babası içinse döverek terbiye
edilebilecek biri. Ama o her zaman bildiğini okumuş, kafasına taktığının peşini
bırakmamış. Saplantılı, takıntılı biri olduğunun farkında. Diğer yandan da hep
sevilmeyen, itilen kakılan biri olmuş. Toplumda hor görülmüş, dışlanmış.
Murat’ın çocukluktan itibaren bozulan ruh sağlığı bir cinayet teşebbüsü ile
akıl hastanesinde noktalanınca roman yeni bir kanal da açmış oluyor. Murat
başta doktoru olmak üzere hastane çalışanlarıyla, hemşireyle, hasta bakıcıyla
sürekli takışıyor. İlacını almak istemiyor, yemeğini kimselere bildirmediği
nedenlerle yemek istemiyor. Doktorunun şizofreni, kişilik bölünmesi gibi
teşhislerini doğru bulmuyor, tedaviye direniyor. Çok fazla direnince de önce
dayakla, sonra elektro şokla sakinleştiriliyor. Murat’ın hastane hallerini,
doktorunun tavırlarını anlatırken günümüzde ruh hastalıklarını artık
klasikleşmiş yöntemlerle tedavi edilemeyeceğini tezini de getirmiş oluyor
İbrahim Yıldırım. Bu bölümlerdeki göndermeleri psikiyatri meraklıları
bulacaktır.
Puslu, sisli havası ile Samatya ve semtin sakinleri başlı başına
bir boyut. Samatya’nın çeşitli milletlerden ve farklı dinlerden olan
sakinlerinin aralarındaki ilişkiler kadar dışarıdan gelenlere koydukları
mesafe, kolay benimsemeyen tavır da ilginç. Ölümlerin yaşandığı Sobacıyan
Palas’ın her katında yaşayanlar romanda farklı kanallar açıyor. Sürekli
Mahler’in “Kindertotenlieder” dinleyerek
annesinin karnında ölmüş ve bir akvaryumda muhafaza edilmiş çocuğunu izlemek
zorunda bırakılan Damat’ın durumu ilerleyen sayfalarda aydınlandıkça onu
binasında konuk eden Kınar hanımdan başlayarak diğer apartman sakinlerinin
öyküleri de berraklaşıyor. Kınar Hanım’ın ablası Akabi Sobacıyan, Sahaf Zihni
Sönmezışık, “Köpekli Şahnur” da denilen Şahnur Andonyan, Yaşlı Kantocu Şevval
ile genç akerdeoncu Kör Burhan diğer kahramanlar.
İbrahim Yıldırım’ın romanlarında 70’li yıllarda 12 Mart
Darbesi ile şekillenen toplumsal olaylar sıkça kahramanlarının ruh halini ve
kaderini belirler. Apartmanın bodrum katında misafir edilen anarşist gencin
sürekli haykırmasının nedeninde de yine 70’li yılların toplumsal olaylarının
sonuçlarına açık bir gönderme var.
Yusuf Şimşek bir ressam. Murat onun izini sürerken resim
piyasamızdaki ressam – galeri – eleştirmen yapılanmasını da sorguluyor. Ama
daha da önemlisi Yusuf Şimşek haberinde
“Kavanozdaki Ölü Bebeğin Esrarı” tablosu ile Hieronymus Bosch’a gönderme
yaparak daha romanın başında resim sanatının gizlerine bizi ve kahramanımızı
sokmuş olması. Murat, Bosch’un resimlerinin etkisine hemen girecek bir daha da
çıkamayacaktır. Öyle ki onun bir resminden esinlenip lobotomi ile yani kafası
delinerek iyileşeceğine bile inanacaktır.
Kuşkusuz en önemli kahramanlarından biri “Madam Samatya” da
denilen Kınar Hanım. Onun apartmanının en üst katındaki dairesinde muayene
ettiği kadınlarla ve apartmanda hiçbir ücret almadan dairelerini verip, yedirip
içirdiği misafirleri, onlarla yaşadığı sırlarla dolu öyküleri de bir başka
önemli boyut. Kınar Hanım’ın giz perdesinin arkasında bırakılan yaşam öyküsünü,
kimliğini merak etmemek elde değil.
Bir de sık sık adı anılan Sermet Serdengeçti var. Sermet
Serdengeçti bir tiyatro sanatçısı. 70’li yılların seks komedi furyasının en
ünlü adı. 1976’da, 31 yaşında ününün zirvesindeyken arabasının denize uçması
ile hayata veda etmiş. Denize uçan arabada iki kadın da varmış. Bu garip ve sır
dolu kaza, arabadaki kadınların kimlikleri belki de olayın sık sık altını çizip
ne olup bittiğini anlatmayan İbrahim Yıldırım’ın yeni romanına konu olacak diye
umuyorum.
İbrahim Yıldırım’ın “Madam Samatya”sı iyi bir roman ve düz
ayak çok satarların kolaycılığından sıkılıp iyi edebiyatı özleyenler için iyi
bir okuma serüveni olacak.
21.11.2013
Yorumlar