Geç Kalan Adam



Sefa Kaplan “Geç Kalan Adam”da “Sükut suikastına uğramış bir yazar”ken hakkında yazılmamış hiçbir şey kalmamış bir edebiyat klasiği, kültü haline gelmiş olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yaşam öyküsünü anlatıyor.
Mehmet Kaplan, Orhan Okay, Zeynep Kerman ve inci Enginün gibi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki vefalı asistanları ve öğrencileri sayesinde akademik düzeyde hakkında en çok araştırma yapılan yazarlardan biri haline geldi Tanpınar. Eserleri çeşitli boyutlarıyla araştırıldı, yaşam öyküsünün ince ayrıntıları aydınlatılmaya çalışıldı. İyi bir bibliyografyası yapıldı. Neredeyse yayımlanmamış, dergi sayfalarında kalıp kitaplaşmamış hiçbir eseri kalmadı. Mektuplarını da okuduk, en mahrem notlarını, günlüklerini de. Tek eksiğimiz dört başı mamur bir Tanpınar biyografisiydi.
Sefa Kaplan “Geç Kalan Adam”ı (Kasım 2013, Doğan Kitap) akademik yaklaşımların dışında, alışılmış yapıdan farklı bir biyografi anlayışı ile yazmış. Çağdaş bir roman yapısında. Kitap “Ah kendime ve Paris’e bu kadar geç kalmasaydım” cümlesi ile başlıyor. Bu cümle aynı zamanda kitabın anahtar cümlesi de. Tanpınar’ın her yere ve her şeye geç kalmış olma duygusunu rehber alarak gelişiyor biyografi.
“Devrinin bütün entelektüelleri gibi belirgin bir telaş içinde olmuştu hep. Yahya Kemal’in gölgesinde kalmayan iyi bir şair, metodu ön plana çıkaran iyi bir edebiyat tarihçisi, insan talihinin değişik çehreleri üzerinde makul bir derinlik arayışı ile gezinen bir romancı, farklı pencere ve ufukların peşinde koşan bir fıkra muharriri olma arzusu, eline avucuna bakan bir abla ile enişteye para yetiştirme mecburiyeti ile birleşince telaş bile az kalıyordu aslında. Kendini mütemadiyen hasta, her zaman para ihtiyacı içinde ve asıl yapması gereken eserden uzak hissetmesi, 52 yıllık ömrünün mühim bir tarafını özetleyen üç solgun anahtardı.” Bu cümleler Tanpınar’ın yaşam öyküsünün ana hatlarını özetlemekle kalmıyor, Kaplan’ın biyografisinin de bakış açısını oluşturuyor.
Tanpınar görmeyi çok arzu ettiği Paris’e ancak 52 yaşındayken gidebilmiş. Alıntıladığım ilk cümlede görüldüğü gibi Paris’e olduğu gibi yaşamında birçok şeye de geç kaldığı inancında. Sefa Kaplan, bir yandan bu geç kalmayı/bırakılmayı toplumsal etkileri açısından incelerken esas olarak Tanpınar’ın bireysel yapısına yoğunlaşıyor.  Paris’in parklarında, bahçelerinde, sokaklarında gezinirken hem içindeki batı – doğu tartışmasını sonuçlandırmaya çalışıyor hem de geçmişle bir hesaplaşmaya giriyor Tanpınar. Aslında geçmişi hatırlarken yaşadığı hesaplaşma sonucunda ortaya çıkacak portrenin kendisini rahatsız edeceğini de biliyor. Ona göre yaşamı derin bir hayal kırıklığıdır. 
Benden geriye ne kalacak, diye düşünür. Yaşamını yalnız bir adam olarak sürdürmüştür. Anne ve baba sevgisini doğru dürüst yaşamamış, ablası da annesinin boşluğunu dolduracak bir rol oynamamıştır yaşamında. O nedenle ablası, eniştesi ve yeğenleri ile yaşadığı evi bir türlü benimsememiştir. İlk fırsatta kaçar ama onlara yaşamboyu maddi destekte bulunmaktan da vazgeçmez.
Yaşamında kayda değer aşkların sayısı pek fazla değildir. Esas olarak iki önemli aşk yaşadığını düşünür. Bunlardan biri, Huzur’daki Nuran karakterinin izler taşıyan aşkıdır. Kadın evlidir ve onunla bir ilişkinin gelişmesini olası görmez. Diğeri ile ise kalıcı bir ilişki oluşturmaktan, evlenmekten kendi kaçar.
Dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin önemli yazar, sanatçı ve entelektüellerinden oluşan bir dost çevresi vardır. Adalet ve Mehmet Ali Cimcoz,  Güzin ve Abidin Dino, Sabahattin Eyüboğlu, Hasan Ali Yücel, Ahmet Kutsi Tecer ona evlerinin kapısını açmakla kalmaz her zaman desteklerler. Ama onlar için de sonuçta “Kırtipil Hamdi”dir, “Hamdicik”dir ve bu durum Tanpınar’ı huzursuz eder. Hasan Ali Yücel ve özellikle Ahmet Kutsi Tecer’in dostlukları ona önemli kapılar açar iş yaşamında. Öğretmenlik görevine başlamasından, üniversitede öğretim üyesi olmasına ve nihayet milletvekilliğine kadar birçok göreve onların desteği ile gelir. Tanpınar’a Ankara’da ulaşılmaz kapıları açar, karar verici konumdaki kişilerin kulağına adını fısıldarlar. Uzun Avrupa yolculuğuna çıkıp 52 yaşında bile olsa Paris’i, Londra’yı görmesini sağlayan bursu da Tecer’in desteği ile alır. Paris’e geldiğinde de kapısını ilk çaldığı ev Dinolar’ındır. Dinolar’a gittiği için eski dostu Necip Fazıl, “Edebiyat Fakültesinde Tanpınar, ilmi ve bedii bir Moskova çeşmesidir” diye yazacaktır (s.95). En değerli akademisyenlerin komünist diye üniversiteden atıldığı bir dönemde “komünist” diye Necip Fazıl tarafından ihbar edilmesi Tanpınar’da nasıl bir ruh hali yarattı, üzerinde düşünmeye değer.         
Yaşamında en önemli rolü oynayan ve derin bir dostlukla bağlı olduğu Yahya Kemal’le ilişkisi hem sevip hem de biraz şüpheyle karşılama haline tipik bir örnektir. Yahya Kemal’le kurduğu usta - çırak ilişkisinde en küçük bir falsosunda bu bağın kopacağının farkındadır. Örneğin Yahya Kemal’in hem dostu hem de en büyük rakibi olan Ahmet Haşim’le görüşmüş olması bile bu ilişkinin zayıflaması için yeterlidir. Her usta - çırak ilişkisinde olduğu gibi onların aralarında da eserleri üzerinden gelişen ve pek fazla dillendirilmeyen ama kırgınlıklar yaratan gizli bir çekişme vardır. Tanpınar ustasının eserlerini görmesini ve gereken kıymeti vermesini bekler, bunun işaretlerini görmeyince de için için kırılır.
Tanpınar’ın yaşarken yayınladığı çok az sayıda eseri var. Küçük bir şiir kitabı, iki roman, bir deneme kitabı, iki küçük antoloji, bir edebiyat tarihi ve bir kaç çeviri... Meşhur “Sükût suikastına uğramış yazar” imajı da bu yayınlanmama durumundan kaynaklanıyor.  Sefa Kaplan, mezardaki Tanpınar’ın ağzından ve biyografinin yazarı olarak mezardaki Tanpınar’a yazdığı “Aşiyan’dan Mektuplar” başlıklı 2. ve 5. Bölümlerde Tanpınar’ın hayatı hakkındaki doğru ya da yanlış inanışları sorguluyor. Kültürel yapısının nasıl oluştuğunu anlamaya çalışıyor. Eserleri ile yaşamı arasındaki bağlantıları, yaşamının eserine nasıl yansıdığını sorguluyor. Örneğin Mehmet Kaplan’ın yazdığı Sultanahmet Camisi’nin penceresinden içeri bakıp ağladığı efsanesinin doğruluğunu araştırıyor. Tanpınar’ın yaşarken kendisinin inandığı gibi hiç de “sükût suikastına uğramış” bir yazar olmadığını aksine oldukça tanınmış olduğunu gösteriyor. Tanpınar’ın çok az sayıda eser yayımlamış olması yayıncıların ilgisizliğinden değil kendi titizliğinden kaynaklanan bir şey. Örneğin tek şiir kitabının ölümünden sadece bir yıl önce yayımlanmış olması onun şiirlerini bir türlü son haline sokup yayıncısına teslim etmemesinden kaynaklanıyor. Üstelik yayınlanmamış şiir kitabı için önemli bir avans almış ve yayıncısı ısrarla kitabı soruyor. 
Günlüklerinin yayımlanması ile en çok şaşırılan Tanpınar’ın siyasi tercihleri oldu. “Muhafazakâr” bir yazar olarak oluşturulan Tanpınar imajının yanlış olduğu ortaya çıktı. Günlükleri hakkında yazarken değinmiştim; Tanpınar, hayatı boyunca CHP’li olmuş, tek parti iktidarının gerekliliğine inanmış, Atatürk’e ve İnönü’ye hayranlık duymuş ve CHP’den milletvekili seçilmiş, CHP’nin resmi yayın organlarında yazmış. Demokrat Parti’ye karşı olmuş, 27 Mayıs 1960 askeri darbesini desteklemiş.  Ama yazdıklarına bakarsanız edebiyat ve sanat anlayışında, tarih bilincinde, yaşama bakışında “muhafazakâr”mış izlenimine kapılıyorsunuz. Sefa Kaplan, Tanpınar’ın kendisini batılı anlamda demokrat olarak tanımladığını ve komünizme sıcak bakmasa da “demokrat sosyalist bir teşekküle girerim”  dediğini vurguluyor. Tanpınar’ın komünistlik suçlamasıyla bir hafta hapis de yatmış olduğunu belirtiyor.
Sefa Kaplan “Geç Kalan Adam”da Tanpınar’ı belirli kalıplara koyup idealize edenlere karşı onu tüm gerçekliği ile tanıyıp olduğu gibi sevmek gerektiğini anlatıyor. “Geç Kalan Adam” anlatımı ile de dikkati çeken bir kitap, roman havasında olmasının yanında Kaplan Tanpınar’ın kendine has üslubunu da başarıyla kullanıp biyografiyi Tanpınar’ın kaleminden çıkmış gibi bir havaya da büründürmüş. Anlatımda tek takıldığım çoğu kişide “Nurullah”, “Cahit” gibi ön isimlerle yetinilmesi. Belki metnin akışı öyle gerektiriyordu ama dipnotlarda soyadları belirtilebilirdi. Örneğin “Cahit” Cahit Irgat mıdır yoksa Cahit Sıtkı Tarancı mı okur kolayca ayırt edemeyecektir. 
Sefa Kaplan roman tadında bir anlatımla ama Tanpınar’ın yaşamı ve yapıtları ile ilgili olarak akla gelebilecek hemen her soruya cevap arayan bir yaklaşımla “Geç Kalan Adam”ı yazmış. Tanpınar’ı hem gerçekten tanımak isteyenlere hem de edebi tadı olan iyi bir biyografi okumak isteyenlere öneriyorum.
16.01.2014

Yorumlar