Menekşe Toprak “Ağıtın Sonu”nda aşkı ararken kendiyle
yüzleşmek durumunda kalan bir kadının geçmişi ile girdiği hesaplaşmayı
anlatıyor.
“Ağıtın Sonu”nun (2014, İletişim yay.) ana temasını bir
yere, bir kişiye, bir şeye “ait olma
duygusu” olarak tanımlayabiliriz herhalde. Romanın ana kahramanı Fatma gençlik
yıllarını tek başına ayakta kalma, varolma mücadelesi ile geçirdikten sonra
tekrar kendisini başlangıç noktasında bulmuştur. Anasız babasız bir çocuk
olarak akrabaların yanında büyümüş. Zorluklardan yılmadan, yaşamın ve çevrenin
dayattıklarına boyun eğmeden başarılı bir öğrenci olmuş, yurtdışında eğitim
yapma şansını yakalamış. 10 yıl Hollanda - Almanya sınırındaki küçük bir kentte
uluslararası bir telekomünikasyon (cep telefonu) şirketinde çalışmış. Sonra
uyumlu bir birliktelik kurduğunu sandığı sevgilisi ile kopmuş, teknolojideki
gelişmelere ayak uyduramayan şirketin küçülmesi sonucunda güvenli sandığı işini
kaybetmiş. İstanbul’a geleceğe dair hiçbir güvencesi ve tasarısı olmadan
gelmiş.
Kimsesizliğini komşularla gideren yaşlı teyzelerin, her kapı
gıcırtısını merakla izleyen komşuların oturduğu bir apartmanda mobilyalı bir
daire tutmuş ne yapacağını bilmez bir halde karşılaşıyoruz Fatma ile.
Tanımadığı, daha önce yaşamadığı bir kentte yalnız ve umarsızdır.
Kaybedenler kulübünün daimi üyesi olmaktan yeni bir aşkla mı
yoksa yeni bir işle mi kurtulacak? Bu soruya cevap ararken yıllardır aramadığı
arkadaşları ile bağlantı kurup İstanbul’da kendisini nelerin beklediğini, eğer
evlenip bir yuva kursaydı yaşamının nasıl bir hal alacağını da gözlemleme
şansını buluyor.
Başıboş gezdiği bir günde lodos fırtınası ile adada mahsur
kaldığında genç ve çekici bir adamla, Kerem’le karşılaşınca aradığı aşkı
bulduğunu düşünüyor. Kerem farkında olmasa da genç adama karşılıksız bir tutku
ile bağlanıyor. İzini sürüp onunla tekrar karşılaşmanın yollarını arıyor. Tıpkı
gençlik yıllarında aşık olup peşine düştüğü Barış gibi. Barış’la tekrar
karşılaşması ve adamın onu bir gecelik ilişkiden öte düşünmediğini anlaması
bile Kerem’in peşini bırakmasını sağlamıyor. Bir mitingde karşılaşıyorlar. Bir
gecelik ilişki yaşanıyor ve ancak ondan sonra Fatma gerçeği anlıyor. İlkgençlik
yıllarından beri hayalini kurduğu aşk bu değildir. O adamı bir daha görmeyecek,
o geceyi yaşanmamış sayacaktır.
Fatma’nın yaşamında üzerini örtüp unutulmaya terk ettiği
birçok olay vardır. Onlarla yüzleşmedikçe de tek başına kimseden destek almadan
yaşamını sürdüremeyecektir. En önemli yüzleşme de annesiyle olacaktır. Fatma
çok küçükken babası öldürülmüş ve annesi de başka bir adamla evlenip onunla
ilişkisini kesmiştir. Annesinin kendisini bırakıp gitmesini önce
anlamlandıramayan sonra kabullenemeyen Fatma onu yok saymıştır. Tıpkı dedesi ve
ninesinin konuştuğu ana dilinin unutturulması gibi. Tıpkı kültürüne, inanç
yapısına yabancılaşıp, unutması gibi.
Romanın ilk bölümü yalnız kentli kadının yaşama tutunma
çabalarına odaklanırken ikinci bölümde bu kadının yalnızlığının nedeninin
gizleyip, unutmak istediği geçmişinden kaynaklandığını anlıyoruz. Yani
yalnızlık bilinçli bir seçim değil zorunluluk olmuş onun için. İkinci bölüm
olmasa “Ağıtın Sonu” farklı bir düzlemde algılanabilirdi. Ben o algıyı,
gençlikten olgunluğa geçen kadının kendiyle yüzleşmesini, hesaplaşmasını nasıl
sonuçlandırdığını da merak ediyorum. İkinci bölüm her insanın bir tarihi
olduğunu ve onu ne kadar tanısak da aslında onu biçimlendirip bu hale getiren
geçmişini bilemeyeceğimizi anlatıyor. O geçmiş ile yüzleşmeden o kadın da
kendini ve içinde bulunduğu ruh halini anlayamayacaktır.
Menekşe Toprak “Ağıtın Sonu”nda gençliğe veda eden olgun bir
kadının kendine ait bir yaşamı bulmak için geçmişi ile yüzleşmesini masallarla
yoğrulan dobra bir dille anlatıyor.
27.02.14
Yorumlar