1990’lı yılların başı Kadıköy’de bir sahaf yaşlı ama dinç
birinin zaman zaman vitrinine baktığını fark ediyor. Alıcı gibi değil, zaten
içeri girmiyor, bir süre vitrindeki kitaplara bakıp gidiyor. Sonunda bir gün
adam içeri giriyor ve gidip geldikçe sahafla ısınıyorlar, aralarında sohbetler
başlıyor. Birlikte çay içip sahbet ediyorlar ama adam geçmişi ile ilgili
konuşmayı sevmiyor ve hemen sohbeti kesiyor. Ziyaretler seyrekleşip, adam
görünmez olunca sahaf Bahtiyar İstekli merak ediyor ve İhsan Beyin izini bir
huzurevinde buluyor. Ziyaretine gidiyor. Bir süre sonra da ölüm haberini
alıyor. Huzurevinden arayanlar Bahtiyar Bey için bırakılmış bir emanet olduğunu
söylüyor.
İhsan Bey’den kalan küçük ahşap kutudan eski Türkçe yazılmış
bir tomar mektup çıkıyor. Yine eski Türkçe “Ölümümden sonra yakılacak
mektuplar” yazıyor üzerinde. Mektuplar İhsan Bey’in ömrü boyunca sakladığı bir
sırrı, bir aşk öyküsünü anlatıyor.
Günümüz postmodern romanlarının giriş bölümlerine benzeyen
bu öyküyü “Fatma Cevdet Hanım’dan İhsan Bey’e Yakılmamış Mektuplar”ın (Kasım
2013, İş Bankası Kültür yay.) önsözünde okuyoruz. Postmodern romanlarda
kurgulanan yapı karşımıza gerçeklik olarak çıkıyor.
1920 yılında İstanbul’dayız. Tıp fakültesi öğrencisi İhsan
bir arkadaşının aracılığıyla ancak bir anlığına gördüğü Fatma Cevdet’e mektup
yazıyor. Fatma Cevdet 16- 17 yaşlarında. Kızıltoprak’ta bir köşkte dadılarla,
mürebbiyelerle yaşıyor. Piyano çalıyor, Fransızca konuşuyor, edebi gelişmeleri
izleyip yeni kitapları, dergileri okuyor. Evden ancak müzik dersi için ya da
konser, sinema, tiyatro gibi etkinliklere katılmak üzere yanında arkadaşları ya
da dadısı varsa çıkabiliyor. İki gencin karşılıklı görüşebilmeleri çok güç. O
nedenle ilişkilerini esas olarak mektuplarla sürdürüyorlar. Bu mektuplaşma
köşkün hizmetkârlarının aracılığıyla üç yıl sürüyor.
16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilmiş ve Meclisi Mebusan
dağıtılmış. İtilaf Devletleri sıkıyönetim ilan etmiş. Anadolu’da Kurtuluş
Savaşı... Fatma Cevdet’le İhsan Bey’in mektuplaşmaları sürerken Türkiye büyük
bir değişim yaşıyor. Mektupların satır aralarında 20’li yılların İstanbul’unu
hissediyoruz ama tam olarak göremiyoruz. Çünkü Fatma Cevdet esas olarak İhsan’la
ilişkisine yoğunlaşmış. Ülkede, şehirde yaşanan gelişmelerden de ancak bu
ilişkiye olumlu ya da olumsuz etkide bulunduğunda söz ediliyor ya da sevgiliye
günboyu neler yaptığını anlatırken satır arasında geçiyor. Ama o yıllarda
İstanbul’da yaşam, kadın – erkek ilişkileri gibi konularda birçok bilgi
edinebiliyoruz.
Fatma Cevdet ve ailesi hakkında bir bilgi bulunmasa da
ailesinin varlıklı ve kültürlü olduğu anlaşılıyor. Sanat olaylarını yakından
izliyorlar. Baba bir devlet görevlisi, konser verecek düzeyde müzikle
uğraşıyor, tiyatro eserleri adapte ediyor. Amca gazetelere köşe yazıları
yazıyor. Nâzım Hikmet’le tanışıyorlar. Baba ve teyze Kurtuluş Savaşı’nın genç
kumandanı Mustafa Kemal’le de tanışıp görüşmüşler. Dönemin sanatçılarının,
Refik Halit Karay, Mesut Cemil, Münir Nurettin Selçuk, Celal Sahir Erozan,
Kemal Niyazi Seyhun, Karl Berger ve Paul Langen’in adları mektuplarda geçiyor.
“Babam Sofya’da iken Mustafa Kemal Paşa da orada
ataşemiliter imişler” diye yazıyor Fatma Cevdet. Nâzım Hikmet hakkında yorumu
ilgiye değer. “Olmuyor İhsan, olmuyor.” diye yorumluyor “Askerden şair olmuyor.
-Nazım bahriyelidir- Sizi üşütmüş, üşümek de bir şey mi bu beyin yanında,
dondurma tenekesi hatt-ı ıstıva sayılır!”
İşgal İstanbulu’nda değişen, batılılaşan yaşama tanık
oluyoruz. Kadınlar çarşaflı peçeli ama topluma katılabiliyorlar. Arkadaşlarıyla
buluşabiliyorlar. Gizli saklı da olsa flört ediliyor. Fatma Cevdet Hanım da
İhsan Bey’le önce kapı aralığından görüşecek, sonra gözden ırak yerlerde
buluşacak ve nihayet sevdiğini birkaç gece gizlice misafir de edecektir.
Fatma Cevdet Hanım’la İhsan Bey her aşk öyküsündekine benzer
şeyler yaşıyor, yanlış anlaşmalarla sık sık darılıp hemen barışıyor, buluşmak
için fırsatlar yaratmaya çalışıyor, çeşitli aksiliklerle mutsuz olup hoş
raslantılarla seviniyor. Onlar bunları yaşarken Anadolu’da Milli Mücadele
gelişiyor. Önce İzmir kurtuluyor, nihayet İstanbul’da işgal kalkıyor. İki
sevgili için de yeni bir yaşam başlıyor.
“Yakılmamış Mektuplar” 1920’ler İstanbulu’nda geçen bir aşk
öyküsünü postmodern bir roman tadında anlatıyor. Bir roman olarak da okumak
olası dönemin yaşam biçimini öğrenebileceğimiz bir tanıklık olarak da...
06.03.2014
Yorumlar