Seray Şahiner “Antabus”da (Mayıs 2014, Can yay.) sıradan bulup görmezden geldiğimiz ve tabii yazmaya da değer bulmadığımız konuları yazıyor. Gazetelerin üçüncü sayfalarında rastladığımız, en fazla “yine mi!” deyip geçtiğimiz, yaşayanlar için sonu ölüme ya da hapishaneye varan derin trajediler, yaşamdan gerçekler...
Leylâ İstanbul’a göç etmiş muhafazakâr görünümlü,
değerlerine bağlı bir ailenin kızı. Yoğun baskı altında yetişmiş. Evden
burnunun ucunu çıkartmasına bile izin verilmeden büyümüş. Tek başına bakkala
bile yollanmamış. “İstanbul benim için, evin penceresinden görünen inşaat
manzarası demekti” diye anlatıyor. Babasının bir an önce ev alma arzusu ile 15
yaşındayken bir konfeksiyon imalatçısına veriliyor. Bundan sonrası on yıl
içinde bir üçüncü sayfa haberi olarak sonuçlanacak acı bir öykü. Genç kız orada
gördüğü ilk yakışıklı delikanlıya âşık oluyor, patronunun cinsel saldırısına
uğruyor ve alel acele birisiyle evlendiriliyor.
Seray Şahiner daha ilk sayfada bu on yılın sonunda ne
olacağını, üçüncü sayfada nasıl bir haber okuyacağımızı da yazmış. Haber “Kızıyla
Ölüme Atladı” başlığını taşıyor. 25 yaşındaki üç aylık hamile Leyla Taşçı
kızıyla birlikte balkondan atlamış. Komşular kocasıyla sık sık kavga ettiğini
anlatmışlar muhabire. Ayrıntılara indikçe alkolik koca, hemen her gece dayak
faslı gibi yine bildikleşen hatta klişe denebilecek olaylar var. Eskiden arabesk
filmlerde izlediğimiz bir konu. Ama o kadar da gerçek. Kocaları, sevgilileri
tarafından öldürülen kadınların sayısının her geçen gün arttığını da biliyoruz.
İş o noktaya vardı ki eski kocalar boşandıkları karılarını namus bahanesi ile
öldürmeye başladılar. Kadın cinayetleri o denli sıradanlaştı ve normalleşti ki
artık filmi de yapılmıyor, romanı da yazılmıyor. Filminin, romanının “sıradan”
bulunup okunmayacağı düşünülüyor. Çünkü roman sanatı 300 sözcüklük bir sözlükle
orta okul düzeyinde algısı olanlar hedeflenerek yazılıyor artık. Giriş,
gelişme, sonuç olsun yeterli “biçim” diye bir dert yok. “Nasıl anlatmış”a değil
“ne anlatmış”a bakılıyor.
Seray Şahiner’in “Antabus”da yaptığı en önemli iş bu çok
ciddi olmasına rağmen sıradanlaşan aile içi şiddet ve sonucunda kadın cinayeti
olayını farklı, kendine has bir dil ve yapı ile anlatmak olmuş.
Olayları başkahraman Leyla’nın anlatımı ile dinliyoruz. Ama
doğrusal bir anlatım değil bu, sonu ilk sayfasında anlatılarak başlıyor ve
zaman bir ileri bir geri gidip geliyor. Sanki Leyla yaşadıklarını, yaşam
öyküsünü yeni tanıdığı ama güvendiği birine anlatıyor gibi. Leyla’nın sert bir
anlatımı var. Argoya, küfüre sık kullanmıyor ama gerektiğinde de lafını
esirgemiyor. Patronunun tecavüzünü “Haydar Abi beni sikti” diye anlatıyor
örneğin. Kendine, yaşadıklarını ironik, biraz dışarıdan bakan, kendiyle alay da
edebilen bir dille, mizahı esirgemeden anlatıyor Leyla. Hoş sohbet birinin
akıcılığında bir anlatımı var.
“Antabus”un iki ayrı sonu var. “İntihar etmeyip diretseydi,
dişini sıksaydı” diyebilecekler için bir son daha yazmış Seray Şahiner. Leyla
kızıyla balkondan atlıyor ama ölmüyor ve hastanede gözünü açıyor. İki yıl
içinde başına gelecekleri ve sonunda okuyacağımız haberi de yine bu bölümün
başında veriyor; “Kocasını bıçakladı, serbest kaldı”. “Leyla Taşçı (27) eve
alkollü gelip çocuklarını ve kendisini döven eşini bıçaklayarak öldürdü.
Mahkeme cinayeti ağır tahrik altında işlediği; iki kızı olduğu ve ayrıca hamilelik
durumunu göz önünde bulundurarak Leyla Taşçı’yı serbest bıraktı.” İzleyen
sayfalarda da Leyla dişini sıksaydı başına neler gelecekti, kocasını
bıçaklayacak hale nasıl gelecekti onu okuyoruz. Kitaba adını veren “Antabus”un
ne olduğunu da bu kısa ve hızla okunan romanı okurken öğreneceksiniz.
05.06.2014
Yorumlar