Irmak Zileli “Gözlerini Kaçırma”da yalnız bir kadının ruh
hallerini yansıtırken annelik hallerinden kadınlık hallerine, insanlık durumlarına
uzanan bir öykü anlatıyor.
“Gözlerini Kaçırma” (Mayıs 2014, Remzi Kitabevi) merak
uyandırıcı bir şekilde, bir teaser’la başlıyor. “Korktuğun başına geldi işte.
Bebeğinin üstüne oturdun ve yanmaktan kurtuldun,” diyor. Olayın nasıl olduğuna,
ayrıntılarına girmiyor ama ilk sayfadan bir “üçüncü sayfa haberi”nin
derinliklerine dalacağımız kansını oluşturuyor. Romanın kahramanının bilerek ya
da bilmeyerek küçük kızının ölümüne neden olduğu bilgisi sonraki sayfalarda
okumamızı etkileyecek kaçınılmaz olarak. Oysa Irmak Zileli, bu teaser’ı
kullanmasaydı bile ilgi çekecek bir öykü anlatıyor. Zaten kendisi de ilerleyen
sayfalarda esas konuya yoğunlaşıyor. Teaser da, teaser’ın merak ettirdikleri de
geride kalıyor.
“Gözlerini Kaçırma”nın ana kahramanı Didem, tanımadığı bir
adamla bir gecelik bir ilişkiden hamile kaldığını öğreniyor ve babası belli
olmayan bu bebeği doğurmaya karar veriyor. Babasız çocuk doğurmak da, o çocuğun
babasız olarak büyümesi de kolay göğüslenecek bir durum değil. Toplumun nasıl
tepki vereceği bir yana ailenin bakışı bile koskoca ve bitmek bilmez sorunlar
yumağı demek. “Babasız”lığın çocukta yaratacağı psikolojik ve pedagojik
sonuçlar da olayın önemli bir boyutu.
Didem’in ailesi çevresinde gelişen romanın ilerleyen
sayfalarında babasız çocuk doğurma kararının anlık bir hevesle alınmadığını
anlıyoruz. Didem, nüfus kağıdında babası olan bir çocuk gibi görünse de ve
dışarıdan bakıldığında anne – baba ve çocuktan oluşan bir çekirdek ailenin
üyesi olsa da aslında “babasız”. Babası yaşamında hep bir otorite simgesi
olarak yer almış ama gerçek anlamda var olmamış. Kızıyla ideal aile tanımı
içinde ve daha çok dışarıdan iyi bir aile gibi görünme arzusunun dışında
ilgilenmiyor, bağ kurmuyor. “Normal” bir aile gibi görünmek ona yetecek, bu
görünümü sağlamaya, korumaya çalışıyor.
Didem de babasız çocuk doğurmak da dahil bir çok eylemi ile
bu verili “normal” aile yaşantısına tepki olarak yorumlanacak şeyler yapıyor.
Evlenmeden baba evinden ayrılıp kendi evini kurması da böyle bir örnek. Aileden
ve toplumdan gelen tüm dayatmalara, kurallara karşı çıkmaya çalışıyor. Onları
sorguluyor, mantıksızlıkları, akıl dışılıkları ortaya çıkarıyor. Babasına karşı
sessiz bir protesto yürütürken, annesi ile açıkça tartışıyor, tavır koyuyor.
Anne, baba ile kız arasında bir tampon haline geliyor.
Annesi babası arasında da bir karı koca ilişkisi göremiyor,
hissetmiyor Didem. Babanın ismen var gerçekte yok olmasını, o boşluğu anne
sevgisi ile de dolduramamış. Roman boyunca annesinin sevgisizliğinin ardında
yatan sırrı çözmeye çalışıyor. Ailede anneanneden başlayan annesi ile devam
edip sonuçta kendisine ulaşan, yani kuşaktan kuşağa geçen bir yalnızlık hali
var. Didem de insanın doğası gereği yalnız olduğuna inanıyor. Kendini yalnız
hissediyor.
Babasızlık, anneden sevgi ve ilgi görememe Didem’in
yaşamını, ilişkilerini de etkiliyor, belirliyor. Kendinden yaşça büyük, babası
gibi erkeklerle ilişki kuruyor ve bu aşklarla baba sevgisinin eksikliğini
telafi edemediği için de mutsuz oluyor. Bu mutsuzluğu gidermek için her şeyi
yapabilir, örneğin en yakın arkadaşının kocası ile aşk ilişkisine girebilir.
Cinsel arzularını ifade etmede de çok açık sözlü Didem.
Özellikle kadın yazarların romanlarında görülmemiş derecede bir dobralığı var
bu konuda. Bir erkeğe arzu duyduğunda açıkça belirtiyor. Cinsel arzularını aşk
ya da sevgi – şefkat arayışı olarak yorumlamıyor ya da kamufle etmiyor. Oysa
onun kişiliğini oluşturan “sevgisizlik – yalnızlık” halinde tüm bu duyguları
sevgi – şefkat arayışı olarak ifade edip, kamufle edebilirdi. Ama o hayatının
her alanında olduğu gibi cinsel arzularını ifade ederken de genel ahlak’ın
dayattığı söylemin tersine açık yürekle konuşuyor.
Babasız çocuk doğurma kararı ile hem sevgi eksikliğini hem
de yalnızlığını gidermeyi amaçlıyor. Çocuk doğduktan sonra onu aşırı
sahiplenişi ile de bunu gösteriyor. Kendine iki kişilik bir dünya kuruyor.
Çocuk büyüyüp anneden kopmaya başlayınca da tekrar eski korkuları depreşiyor ve
nihayet baştaki ruh haline, teaser’daki olayın nedenine ulaşmış oluyoruz.
Didem’in kızı Rüya ile kurduğu ilişki, birlikte yaşadıkları,
yalnız bir anne olarak çocuk yetiştirme deneyimi ile ilgili olarak ayrıntıları
yakalayan güçlü gözlemleri var Irmak Zileli’nin.
Tüm olaylar Didem’in çevresinde gelişse de iki farklı boyuta
açılıyor roman. Bunlardan birincisi anneanne Kamile Hanım ve anne Hicran’ın
öyküleri. Kâmile Hanım “iyi bir eş, iyi bir anne olmak için kendi hayallerinden
vazgeçmek zorunda kal”mış. Doğurduğu çocuğun isminde ifade bulduğu gibi onun
için “Hicran” olmuş bu durum. Vazgeçişler ve kabullenmelerle yaşamış. Kızı
Hicran’ın yaşadıkları da pek farklı değil. O da aşkını kalbine gömüp ailesinin
kendisine uygun gördüğü erkekle evleniyor. Didem, evin içinde annesini bir
varlık olarak hissetmediğini söylüyor. Kadınlık, annelik görevlerini tam olarak
yerine getiren ama bunları yapması gerektiği için yaptığını da hissettiren bir
tavırda. Melankolik bir halle evin içinde dolaşıyor ve Madam Bovary gibi klasik
romanlara sığınıyor.
Çocukluk çağlarında annesinin varlığını böyle tanımlayan
Didem’in evden ayrılıp çocuk doğurduktan sonra anlattığı Hicran ise daha farklı
konumda. Kızının dayatılan yaşam biçimlerine isyan edip evden ayrılmasını,
yalnız bir kadın olarak yaşamasını ve nihayetinde babasız bir çocuk doğurmasını
ilk anda hep tepki ile karşılıyor ama sonuçta kızını yalnız bırakmıyor. Sürekli
onun yanınıda, bilgi ve deneyimlerini aktararak onu doğru yola, verili aile
düzenine çekmeye çalışıyor. Yani normalde her annenin davranacağı biçimde
davranıyor. Üzerinde çok durulmasa da babanın kızıyla daha evden ayrılışından
itibaren ilişkisini kestiğini ve çocuk doğduktan sonra Didem’le hiç
görüşmediğini anlıyoruz. Ama Didem bu konuya hiç kafayı takmıyor, örneğin
çocuğu babasına göstermek gibi bir teşebbüste bulunmuyor.
Romanın çeperini genişleten ikinci boyut Didem’in
arkadaşları. Her birinin kendine has aşk, evlilik ve nihayetinde çocuk doğurma,
yetiştirme öyküsü var. 35 - 40 yaşlarındaki bu kadınlar iyi bir iş, iyi bir
aile gibi hedeflere ulaştıktan sonra kendilerini ailenin çekirdeğine kısılmış
hissetmeye başlayıp yeni arayışlara giriyor. Farklı öykülerle kadınlık
hallerinin, aile ilişkilerinin değişik boyutlarını görüp karşılaştırma olanağı
da buluyoruz. Bu arada Didem’in babasız çocuk doğurma kararının arkadaş ve iş
çevresinde çok büyük bir tepki ile karşılanmadığını da belirteyim. Didem’in bu
kararı alırken 35 yaşında olduğunu ya da zaten oldum olası aykırı bir tip
olması nedeniyle babasız çocuk sahibi olma kararının da bu aykırılıkların yeni
bir örneği olduğunu düşünmüş olabilirler.
“Gözlerini Kaçırma”nın kahramanının ikinci tekilde, kendi kendine “sen”
diyen bir anlatımı var. Tüm yaşananları Didem’in bakış açısından ve onun
anlatımı ile okuyoruz. Doğrusal bir anlatımı yok. Sondan başa anlatmaya
başlıyor sonra araya annesinin, anneannesini öyküleri giriyor. Irmak Zileli iyi
bir anlatıcı. Zaman zaman “tekrar mı?”, “sarkama mı var?” gibi hisler uyandırsa
da iyi bir yapı kurmuş. Anlatım sıkmadan ve merak ettirerek akıyor. Didem’in
bakışının aykırılığı yaşananlara eleştirel ve ironik bir dille bakma avantajı
sağlamış, başka bir değişle kahramanını ruh hali anlatıma başarıyla
yansımış. 14.08.2014
Yorumlar