Yıl 1983. Tüm Türkiye’ye ağır bir karanlık hâkim. Darbe
henüz olmuş. Hapis edilenler, öldürülenler, gözaltında kaybedilenler… Sokağa
çıkma yasağı, her adım başı kimlik kontrolü. Duvarlarda arananların afişleri…
Askeri cunta üç kişinin bile bir araya gelmesine izin vermiyor. Kitapevleri,
dergiler, gazeteler kapanmış. Toplanma ve gösteri yapmak diye bir kavram
unutulmuş. O karanlıkta en küçük kıpırtı umut ışığı oluyor.
Erdir Zat’ın dediği gibi; “Mozaik böyle bir toplumsal
iklimde ortaya çıktı. Hayatımızın üstüne çöken kara bulutları öneren bir
çağrısı vardı ve bunu olabilecek en iyi zamanda, 1983 gibi hayli erken zamanda
dillendiriyordu: Ölümden Önce Bir Hayat Vardır.”
“Ölümden Önce Bir Hayat Vardır” albümü kaset olarak
yayınlandığında 1983’müş. Kasetten önce konser vardı, konserden önce de
kulaktan kulağa fısıldanmaya başlamıştı Mozaik’in kurulduğu. Konser verecekleri
haberi ise oldukça şaşırtmıştı. Cunta herhangi bir şekilde insanların bir araya
gelmesini istemediği için konserlere de izin vermiyordu. İzin almayı
başarmışlardı. Ancak üçüncü başvuruda sıkıyönetimden izin çıktığını yazıyor
Ayşe Tütüncü.
Mozaik’in ne çaldığını bilmiyorduk ama o konserde olmak
geçen yıl Gezi Parkı’nda olmak gibi bir duyguydu. Konsere gidecek, salonu
dolduracak ve darbecilere onlar istemese de toplanıp müzik dinleyebileceğimizi,
gülüp eğelenebileceğimizi, karanlığı bir nebze aydınlatabileceğimizi
gösterecektik. Konser Beyoğlu Küçük Sahne’deydi. Mozaik Latin Amerika’nın Yeni
Türkü Akımı’ndan Parra’lardan, Victor Jara’dan, Yunanistan’dan Theodorakis’ten,
Farantouri’den, Almanya’dan Brecht’ten şarkılar çalıyordu. Bu müziklere
aşinaydık. Yabancı dillerde de olsa devrimci şarkılar söyleniyor, gelecekten,
umuttan, özgürlükten söz ediliyordu. Dilimizin dönmediği şarkılara coşku ile
eşlik etmiş, neyse demiştik, diktatörler yabancı dil bilmiyor.
Müzik aletlerini çalanlar, şarkıları söyleyenler yüzlerine
aşina olduğumuz kişiler, hatta arkadaşlarımızdı. Ayşe Tütüncü, Serdar Ateşer,
Bülent Somay, Mehmet Güreli, Ümit Kıvanç… Oldukça iyi müzik yapıyorlardı. Bizi
şaşırtmışlardı.
Mozaik, müzik serüveni boyunca da dinleyicilerini şaşırtmaya
devam etti. Mozaik’le aynı dönemde, 80’lerin karanlığında Yeni
Türkü, Ezginin Günlüğü ve Bulutsuzluk Özlemi de günümüzü aydınlatmaya
başlamıştı. Onların belirli bir çizgileri vardı ve o çizgide gittikçe
ustalaşıyorlardı. Ama Mozaik her yeni albümünde farklı bir müzikle geliyordu.
Mozaik’e ilk albümünde hayran olan birçok arkadaşımın bu değişiklikleri
kavrayamadığını, o zamanlar “özgün müzik” denilen müzik türünden uzaklaşarak rock
müziğe yakınlaşmalarına kızdıklarını, küstüklerini bilirim.
Bence Mozaik’in doruk noktası, üçüncü
albümleri “Çook Alametler Belirdi”dir. O albümde tam aradıkları müziği buldular.
Artık müziklerinde rock tınıları çok kuvvetliydi ve elektro gitarın, davulun
sesi güçlü duyuluyordu. Pink Floyd, Deep Purple, Yes gibi rock gruplarına
benzer tınıları vardı ama bizdendiler. Kendi bestelerini çalıyor, bizden
konuları, sorunları şarkılarına Türkçe söz olarak yazıyorlardı.
Mozaik’in ilk albümü 1983 son albümü
Plastik Aşk 1990 tarihini taşıyor. 2014 yılında bu albümleri tekrar dinlemek
eski ve iyi bir dostla karşılaşmak gibi iç titretiyor. O yüzden bir dinleyici
Facebook’ta “Mozaik Bizim Gençliğimizdi” demiş.
Ada Müzik, “Mozaik Külliyat”ı Erdir
Zat’ın sunuşu ve Ayşe Tütüncü’nün grubun tüm öyküsünü içtenlikle anlattığı
yazısının da yer aldığı bir kitapçıkla birlikte 6 CD olarak yayımlamış. Son iki
CD’de 1983 – 1993 arasında kaydedilmiş ama albümlerde yer almamış şarkılar var.
Bilenler için iyi bir anımsama vesilesi, ilk kez dinleyecekler için büyük bir
müzik ziyafeti.
20.08.2014
Yorumlar