Kökleri ilkçağa, 4–5. yüzyıllara uzanan bir sanat, kendini
ifade etme biçimi. Mağara duvarlarına yapılan çizimler sanatın başlangıcı
sayılsa da graffitinin ilk örnekleri olarak da gösteriliyor. Akropol’de,
Pompei’de, Mısır’da Luksor Tapınağı’nda yazı ile resimin, grafiğin birarada yer
aldığı mesajlar görülüyor. Halka açık alanlara yazılan ya da çizilen resim,
yazı, slogan ve mesajların tümüne de graffiti deniyor.
Graffiti’nin bugünkü anlamıyla uygulanması ise 1940’larda
Berlin’in Doğu ve Batı diye duvarla ikiye bölünmesi ile başlamış. İlk
graffitiler Berlin Duvarı’na yapılmış. 1960’larda ABD’de duvar yazıları olarak
görülmeye başlamış. 1970’lerde Afrika ve Hispanik kökenli gençlerin kendilerini
ifade yolu olarak tercih etmeleri ile graffiti fenomen haline gelmiş.
Duvarlardan metro trenlerine atlayınca da iyice yaygınlaşmış.
Graffiti, yeraltı kültürünün bir parçası. Esas olarak
yasadışı bir sanat. Yasak olan yerlere gizlice yapılıyor. O nedenle sanatçının
çok hızlı çalışması, daha sonra yakalanıp tutuklanmaması için kimliğini gizli
tutması gerekiyor. Hemen hepsinin birer takma adı var. Aynı zamanda graffiti
kişiye özel bir iş değil diğer sanatçılar mevcut bir graffitiye katkıda
bulunabiliyor, müdahale ediyor, hatta tamamen değiştirebiliyor.
Graffitinin sanat olarak kabul edilmemesinin nedeni
“vandalizm” boyutu. Graffiti yapılıcak duvar seçilirken niteliğine bakılmıyor.
Tarihi bir eser, özel, konut, kamu malı ayrımı yapılmıyor. Bu yanıyla da
vandallık sayılıyor.
Kendine has müziği, dansı ve giyimleri ile Hip Hop kültürünün
etkisi ile günümüzde yazının yanında çizime, resme de önem veren bir hal almış
graffiti. Sanata dönüşmeye başlamış. Graffiticiler kendilerini “sokak ressamı”
diye adlandırmaya başlamış. Hugo Martinez, Bozo Texino, Taki 183 gibi isimlerin
ünlenmesi ile de sanat dünyasının ilgisini çekmeye başlamış. Graffiti’yi nasıl
dönüştürüp müzeler ve galerilerde sergilenen, alınıp satılabilen bir kültür
endüstrisi ürünü haline getireniliriz diye düşünmeye başlamışlar. Sanıyorum bu
dönüştürme işlemi sırasında “Çağdaş Kent Sanatı” adlandırılması yapılmış.
Graffiti yasalar dahilinde yapılmaya, sanatçısı kimliğini
açıklamaya başlamış. Filmleri, kitapları, web siteleri, bilgisayar oyunları ile
kültür endüstrisinin parçası haline gelmiş.
Türkiye’de de, özellikle İstanbul’da yaygın olarak
graffitileri görmemize rağmen sanat olarak izlemek, toplu olarak görüp üzerinde
fikir yürütmek mümkün olmamıştı. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi,
Türkiye’de bir ilki gerçekleştirip duvarlarını “Duvarların Dili: Graffiti /
Sokak Sanatı” sergisine açmış. Roxane Ayral küratörlüğünde gerçekleşen sergide
Amerika, Almanya, Fransa, Japonya gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye'den de
sanatçılar yer alıyor. Farklı kuşaklardan ve anlayışlardan gelen sanatçılar
Pera Müzesi’ne özel işler yapmışlar. Beyoğlu Belediyesi bir duvarını, Beşiktaş
Belediyesi de beş duvarını ve bir çöp kamyonunu sokak ressamlarının kullanımına
açmış. Sergi Martha Cooper, Henry Chalfant ve Hugh Holland gibi fotoğrafçıların
graffiti ile ilgili fotoğrafları ve videoları ile desteklenmiş. Pera Müzesi’nin
film etkinlikleri de 12 Eylül–2 Ekim tarihleri arasında “Sokaklar Bizden
Sorulur!” adıyla graffiti ve hip hop kültüründen yola çıkarak sokak sanatçıları
ile ilgili çekilmiş filmlere ayrılmış.
5 Ekim’e kadar sürecek olan “Duvarların Dili: Graffiti /
Sokak Sanatı” sergisi kuşkusuz “graffiti müzelik olabilir mi, olmalı mı?” diye
bir tartışma açacak. Pera Müzesi duvarlarında Güncel Sanat kapsamında
değerlendirilebilecek çok etkileyici işler var. Görüp öyle tartışın derim. Bir
de merak sorusu; sergi bittiğinde müze duvarlarındaki bu işler nasıl korunacak
yoksa boyayla kaplanıp kaybolup gidecek mi? Korumak mümükün görünmüyor.
27.08.2014
Yorumlar