M. Sadık Aslankara “Ömürdeğer”de seksenlik bir yazarın o güne kadar yaşadıklarını değerlendirmesini, geçmişiyle hesaplaşmasını farklı düzlemlerde anlatıyor.
Mutlu Varlık Tunçoku Cumhuriyetin 10. yılında, 1933’de doğmuş.
Bir cumhuriyet savcısının oğlu. Küçük ilçelerde meslek yaşamını sürdüren
babanın tek amacı oğlunu iyi okullarda okutup cumhuriyet için iyi bir vatandaş,
faydalı bir kişi yetiştirmek olmuş. Mutlu Varlık belki babasının hayal ettiği işi
yapmamış ama ünlü bir tiyatro yazarı olmuş.
Mutlu Varlık’ı doğup büyüdüğü Sarayköy’deki Devlet
Tiyatrosu’nun açılışına giderken tanıyoruz. Yıl 2013. Saraykent adını almış
olan kentteki tiyatro perdelerini Mutlu Varlık’ın bir oyunu ile açacak ve galada
yazarın sekseninci yaşı da kutlanacak.
Sarayköy, Denizli’nin bir ilçesi ve “Ömürdeğer”in (Ağustos
2014, Can yay.) yazarı M. Sadık Aslankara’nın doğum yeri. Sarayköy üzerinden
romanın kahramanı Mutlu Varlık ile Aslankara arasında bir bağ kurabilir ve
Aslankara, Mutlu Varlık’ta kendini mi anlatıyor, kendiyle mi hesaplaşıyor diye
sorabiliriz. Kuşkusuz her yazar karamanlarına kendinden bir şeyler katar ama
okur olarak ben yazarın yaşam öyküsü ile roman kahramanının yaşadıklarını
karşılaştırarak yapılan değerlendirmelerin doğru olmadığını düşünüyorum. O bir
başka okuma türü ve sanırım edebiyatın sosyolojisine girer. Bu romanı okurken
böyle bir iz sürmeye çalışmak olası. M. Sadık Aslankara romanları, öyküleri,
yazıları ile tanıdığımız bir yazar ama tiyatro eserleri de vermiş. Özellikle
Denizli’de tiyatronun gelişiminde önemli roller oynamış. Onlarca yıllık emeğin
sonucunda da Denizli, Devlet Tiyatrosu sahnesi olan nadir kentlerden biri
olmuş. Denizli Devlet Tiyatrosu 24 Kasım 2011’de perdelerini açmış. Ekşi
Sözlük’teki yorumlara göre Denizlililer Devlet Tiyatrosu’na büyük ilgi
göstermiş, 550 kişilik salonda tüm oyunlarını kapalı gişe oynuyorlarmış.
Romanda kullanılan diğer adlandırmaları dikkate alırsak
Aslankara’nın Sarayköy’ü simge olarak kullandığını düşünebiliriz. Mutlu Varlık otel
odasının penceresinden baktığında denizi görüyor oysa Sarayköy denize oldukça
uzak bir ilçe. Tıpkı bağlı olduğu Denizli gibi. Ben romanı Denizli’de
geçiyormuş gibi okudum. Bir başka okur Sarayköy’de simgelenen kenti bir başka
Anadolu kentini düşünerek okuyabilir.
Mutlu Varlık tipik bir “huysuz ihtiyar”. Hemen her şeye
eleştirel gözle bakıyor ve hiç memnun olmuyor. 80 yaşına girdiğini bile kabul
etmiyor. Oyununu sahneleyecek tiyatronun binasından başlayıp müdüründen
oyuncularına dek her şeyi için söyleyecek sözleri var. Oyunun son provasında
tiyatro oyuncuları ile buluşması, daha sonra ziyaretine gelen edebiyat dergisi
çıkartmak isteyen genç ve kız arkadaşı ve kendi çabalarıyla tiyatro kurmakta
olan gençlerle sohbetlerinde hep bu bakışı görüyoruz. Mutlu Varlık günlük
hayatında yalnız bırakılmaktan ne kadar şikayetçi ise tiyatrocuların ve
gençlerin onu önemli bir tiyatro yazarı olarak görüp saygı göstermeleri, fikir
danışmalarından da memnun değil. Esas memnun olmadığı ise bizzat kendisi.
Mutlu Varlık, otel odasında yalnız kaldığında kendi ile
büyük bir hesaplaşmaya giriyor. Kuşkusuz doğup büyüdüğü Sarayköy’ü Saraykent
adını almış ve geçmişten hiçbir iz bırakmamacasına değişmiş bulmak anılarının
canlanmasına ve geçmişi ile hesaplaşmasına neden olmuştur ama esas tetikleyici
unsur başrolde oynayan kadın oyuncunun ona “Nili”yi hatırlatmış olması. “Nili”,
tam adıyla Nilüfer Özmen, Mutlu Varlık’ın içindeki yazarlık cevherini keşfedip
onu bu yolda ilerlemeye yönelten edebiyat öğretmeni, ilk (platonik) aşkı.
Mutlu Varlık, oyuncularla sahnelenecek eserindeki kadın
karakterler hakkında konuşurken ömrü boyunca hep Nili gibi kadınları aradığını,
bulamayınca da oyunlarındaki tüm kadınları Nili’ye benzettiğini fark ediyor.
Nili’yi hatırlaması ile de kendi ile özellikle yazarlık
yaşamı hakkında bir hesaplaşmaya giriyor. Mutlu Varlık kendini Leyla Erbil,
Ferit Edgü, Tahsin Yücel, Erdal Öz gibi 50 Kuşağı'ndan bir yazar olarak
görüyor. Onlar gibi 50’li yıllarda dergilerde öyküler yayımlatarak edebiyata
başlamış. 60’lı yıllarda yayımlanan ve iyi eleştiriler alan öykü kitabının
yayımlanışına kadar da 50 Kuşağı’ndan bir yazar olarak değerlendirilmiş. Ama
sonra tiyatro yazarlığına yönelmiş ve bir daha öykü yayımlatmamış. Ünlü bir
tiyatro yazarı olmasına rağmen o hep tiyatro yazarlığını teknik bir şey olarak
görmüş ve iyi bir edebiyatçı olarak anılmayı arzulamış. Şimdi, seksen yaşında
ve ömrünün son demlerinde olmasına rağmen yazdığı romanla edebiyata dönüş
yapmayı kuruyor. Ama bir yanıyla gerçekçi biri olduğu için de “kim basar benim
romanımı, kim hatırlar” diye düşünmeden edemiyor ve bir türlü romanının son
düzeltmelerini bitirip yayımlatamıyor.
Mutlu Varlık’ın kendi ile hesaplaşması, tiyatrocularla,
edebiyat ya da tiyatro heveslisi gençlerle buluşmalarında düşündükleri yazarın,
yazarlık, yaratma sorunları, edebiyat ve tiyatro alanlarındaki ilişkiler, değer
yargıları gibi birçok konuda görüşlerini paylaşmasını da sağlıyor.
M. Sadık Aslankara’nın yer isimlendirmede simgeselliği
tercih ettiğini söylemiştim. Romanın ikinci boyutunun geçtiği “Birada” böyle
bir yer. Burada küçük bir karmaşa olduğunu belirtmeliym. Roman 1933’den 2013’e
dek süren somut bir zaman aralığında Türkiye’de yaşananları Mutlu Varlık’ın
yaşam öyküsüne bağlı olarak parça parça anlatıyor. Sarayköy, Ankara, İstanbul,
İzmir gibi gerçek yer adları da var ama diğer yandan da “Birada”, “Anaada” gibi
yer adları var. Mutlu Varlık’ın Sarayköy’de yaşadıkları ne kadar gerçekçi bakış
açısıyla yazılmışsa “Birada”da yaşadıkları da o kadar masalsı hatta ütopik.
“Birada”da roman distopya halini alıyor. Mutlu Varlık, yılın
büyük bir bölümünü adanın yüksek bir tepesindeki bir değirmende geçiriyor. Eray
Ak’ın da belirttiği gibi (Cumhuriyet Kitap, 21.08.2014) “Tunçoku'nun adası,
geniş Türkiye fotoğrafının küçük ölçekte resmedilmiş hâli adeta.” Oradaki insan
ilişkilerini, yaşananları seksenlik Mutlu Varlık’la 14 yaşındaki Merve arasında
yaşanan karşılıksız aşk ilişkisinden yola çıkarak anlatıyor Aslankara. Mevcut
iktidarın nasıl din temelli bir otokrasiye dönüşeceğini, insan hayatının her
anının kontrol altına alınıp farklı düşünen hiç kimseye yaşam hakkı
tanınmayacağını öngörüyor.
Mutlu Varlık’ın Merve ile yaşadıkları, özellikle cinsel
çağrışımlı sahneler, Merve’nin Mutlu Varlık’ın zaafından faydalanmak amacıyla
yaptığı kışkırtıcı hareketler ilk anda Nabokov’un Lolita’sını hatırlatıyor. Ama
işe Merve’nin babası ve diğer adalılar karışınca esas bağın Melih Cevdet
Anday’ın “Raziye”si ile kurulduğunu görüyoruz. Raziye’dekine benzer bir aşk
üçgeni var ve Mutlu Varlık’ın adalılarla ilişkileri, onlara bakışı yoğun olarak
Raziye’nin dayısını anımsatıyor. Aslankara da bu benzeşmelerin farkında olduğu
için hem Lolita’yı (s. 90 – 91), hem de Raziye’yi anıyor, kahramanının yaşadıklarıyla
karşılaştırıp tartışıyor (s. 154). Mutlu Varlık’a yaşadıklarım Razide’kine
benzemeyecek dedirtiyor ama Birada’da yaşananlar Raziye’nin 2013 versiyonu
gibi. Türk aydını Türk halkını, Türk halkı Türk aydınını anlamıyor. Türk aydını
görüşlerini anlatmaya çalışınca da önce garipseniyor, dışlanıyor, sonra da
düşman görülüp yok edilmeye çalışılıyor.
18.09.2014
Yorumlar