Klasik müzik dediğimizde Bach ve Mozart’la birlikte ilk akla
gelen üç isimden biridir Beethoven. Aydın Büke “Müziğin Dönüm Noktası” alt
başlığını taşıyan biyografi çalışması “Beethoven”de bu büyük bestecinin yaşamını
kaleme alırken aynı zamanda başarıya ulaşmanın ne kadar zor ve emek isteyen bir
iş olduğunun öyküsü de anlatmış oluyor.
Beethoven müzisyen bir aileden geliyor. Dedesi, babası
müzikle geçimini sağlıyor. Beethoven’in müzik yeteneği de küçük yaşlarda keşfediliyor.
Sekiz yaşındayken ilk konserini veriyor. Ondan Mozart’tan bildiğimiz, o dönemde
sıkça rastlanan bir küçük yetenek yaratmak istiyor babası. Ama Beethoven’in üne
de paraya da ulaşması için çok uğraşması, kendi kanıtlamak için defalarca
sınavlardan geçmesi, çok çalışması gerekiyor. Müzik tarihinin akışını
değiştiren bu büyük yetenek eğer bu büyük emeği verip yerini perçinlemeseydi
belki de döneminde anlaşılamayacak hatta unutulup gidecekti.
Türkiye biyografi çalışmaları açısından kurak bir ülkedir.
Türk yazarlarının, sanatçılarının biyografileri pek yazılmaz. Öncelikle
biyografi yazarlığının yoğun emek isteyen bir çaba olmasından kaynaklanıyor
sanıyorum bu durum. Ama bu yoğun çabaya girmeyi göze alsanız da klasikleşmiş
yazar ve sanatçılar hakkında yeterli kaynak olmamasından dolayı sonuç almanız
pek mümkün olmaz. Daha yakın tarihlerden biri hakkında yazmaya kalkarsanız da
mirasçıların engellemeleriyle “özel hayatın gizliliği” gibi hukuki zorlamalarla
karşılaşırsınız. O nedenle biyografi yazan çok az yazarımız vardır. Bu
biyografiler edebiyat dışı bir sanat alanında ise eser sayısı iyice azalır.
Örneğin müzik alanında biyografi yazan yazar sayısı ikiyi, üçü geçmez. Bunların
en önemli ve verimlilerinden biri Aydın Büke’dir.
Aydın Büke’yi Dünya müziğinin en önemli adlarının yaşam
öykülerini yazdığı kitaplarıyla tanıdık. Bach, Mozart, Chopin, Clara Schumann
yaşam öykülerini yazdığı bestecilerden. Yeni çalışması “Beethoven”i de (Ekim
2014, Can yay.) eklersek “1700’lerin başından, 1800’lerin sonuna dek geçen süreyi
ayrıntılı olarak incelemiş” oluyor.
Aydın Büke bir flüt sanatçısı. Bu niteliğini öğrendiğinizde
kitaplarını daha çok müzisyen bakışı ile yazdığını düşünebilirsiniz. Ama Aydın
Büke yaşam öyküsünü yazdığı bestecilere tek yönlü bakmıyor. Onları öncelikle
yaşadıkları dönem içinde değerlendiriyor. Siyasi ve toplumsal olarak yaşam
öyküsünü yazdığı sanatçıyı konumlandırıyor. Aynı zamanda da o sanatçının
yaşadığı çağda müzik dünyasında neler yaşandığına bakıyor ve yerini tespit
ediyor. İnsani ilişkilerini önemsiyor.
Biyografilerin okunurluğunda, çok okura ulaşmasında en
önemli unsur nasıl kaleme alındığı. Akademik nitelikte bir biyografide bir
olayı, bir gelişmeyi hatta tarihi yazarken kaçınılmaz olarak olabildiğince çok
kaynağa ulaşmak gereklidir. Daha popüler biyografilerde ise öykünün akışı,
çekiciliği önemsenir, bazen bu nedenle gerçekler ihmal edilir. Aydın Büke
akademik ve popüler anlayışları dengelemeye çalışan bir bakışla biyografilerini
yazıyor ki ben de bu tür çalışmaları daha çok tercih ediyorum. Hiçbir zaman tek
bir kaynağa iltifat etmiyor. Yazıla yazıla doğru kabul edilmiş yanlış bilgileri
özellikle sorguluyor, tartışıyor. Kendi görüşünü, yorumunu, eleştirisini de
yazmaktan çekinmiyor. Bu yanıyla akademik ama akıcılığa, öyküye de önem veriyor
ve metni dipnotlara boğmuyor. Olabildiğince az dipnot veriyor. Meraklısı için
kaynakça da, dizin de zaten kitabın sonunda yer alıyor. Böylelikle okurun ana
metinden kopmamasını sağlıyor ve edebi niteliği de olabilecek bir eser ortaya
çıkartıyor. Belki türlere göre diskograpya koymak da faydalı olabilir.
Müzikseverler yaşam öyküsünü okudukları bestecinin eserlerini daha bilinçli ve
zaman akışını da izleyecek bir biçimde dinleyebilir.
Aydın Büke, “Beethoven” biyografisini de bu anlayışla kaleme
almış. Beethoven, siyasi açıdan çok çalkantılı bir dönemde yaşıyor. 1789
Fransız Devrimi yaşanıyor. İmparatorluklar dağılıyor, yeni devletler kuruluyor
ve en önemlisi Napoleon tarih sahnesine giriyor. Beethoven tüm bu gelişmeleri
yakından izliyor. Zaten ilgisiz kalması da pek mümkün değil. Savaş gelip kapıya
dayanıyor. Bombalar tepesinde patlıyor ve Beethoven’in yaşamının büyük bir
bölümünü geçirdiği Viyana’yı Fransızlar işgal ediyor.
Beethoven önceleri Napoleon’u beğenip takdir ederken imparatorluğunu
ilan edip giderek despotlaşması ile nefret etmeye başlıyor. Diğer besteciler,
icracılar gibi Beethoven’in de Avusturyalı yöneticilerle, prenslerle, kontlarla
her zaman ilişkisi olmuş. Onlardan destekler almış, hamiler edinmiş. Dedesi ve
babası gibi, döneminde yaşayan diğer müzisyenler gibi sarayın himayesine girip
daha rahat çalışma olanaklarının yolunu aramış. Onlara besteler adamış, sipariş
ettikleri eserleri bestelemiş. Kuşkusuz siyasi tavırlarında bunların da etkisi
olmuştur.
Beethoven’in masonlukla ilişkisi her zaman sorgulanmış.
Aydın Büke de arada Beethoven’in eserlerinden birkaçında masonik göndermeler,
simgeler olduğundan söz ediyor ama bestecinin mason olup olmadığı ya da
masonlarla nasıl bir ilişkisi olduğu hakkında bir şey yazmamış. Oysa, Beethoven
çevresindeki birçok kişinin mason olduğu biliniyor, dönem itibariyle de
masonluk oldukça popüler. Beethoven’in siyasi tavrını, yüksek konumlardaki
kişilerin desteğini alırken bu durumun etkisi olup olmadığının araştırılmasında
fayda olduğunu düşünüyorum. Aydın Büke’nin yazdığına göre Beethoven prenslerin
kontların himayesine girmekle kalmamış, uzunca bir dönem de Viyana’yı terk
etmesin diye Avusturyalı soylu dostları tarafından maaşa da bağlanmış.
Beethoven yaşam öyküsünde karanlık kalmış ya da tam olarak
aydınlatılamamış birçok dönem var. Bu dönemler daha çok kanılar ve yorumlarla,
akıl yürütmelerle anlatılmaya çalışılmış. Aydın Büke bu kanılara, akıl
yürütmelere şüpheyle yaklaşıyor, en doğru bilgiyi bulmaya ve yazmaya çalışıyor.
Doğru bilgiyi bulamamışsa da bunu açıkça belirtmekten geri durmuyor.
Beethoven yaşam öyküsünde karanlıktı kalmış ve detektiflik
öyküsüne konu olabilecek olay 6 Temmuz 1812 günü bir kaplıca kenti olan
Teblitz’de “Ölümsüz Sevgiliye” hitaben kaleme aldığı mektubun kime yazıldığı.
“Ölümsüz Sevgili”nin kim olduğu iki yüzyıldır müzik tarihçilerini
uğraştırıyormuş. Ama bir türlü bu mektubun Beethoven’in yaşamına girmiş
kadınlardan hangisine yazıldığı konusunda görüş birliğine varılamamış. Bu
konuda en son araştırma 2009’da yayımlanmış.
Beethoven’in genç yaşta ölen kardeşinin karısı ile
mücadelesi, yeğeninin vesayetini alma çabaları da ilgi çekmiş. Beethoven ile
yengesi arasındaki kıyasıya mücadelenin geri planında karşılıksız bir aşk
olabileceğinden bile şüphelenilmiş.
Beethoven çok verimli ve yenilikçi bir besteci. Beste yapma
hızı ve bestelerindeki yenilikler dinleyicilerini olduğu kadar eserlerini icra
edenler için de şaşırtıcı. Duyma yeteneğini yitirene kadar çok başarılı bir
piyanist olarak tanınan ve belki de o nedenle besteciliği iyi
değerlendirilemeyen Beethoven çalınamaz denilen kendi bestelerini etkileyici
bir biçimde seslendirmesi ve doğaçlama yeteneği ile dikkati çekiyor.
Kıskanılıyor. Eserlerinin icrasında yaşadığı sıkıntılar, müzisyenlerin “bu eser
çalınamaz” diye isyan etmeleri ve çoğunlukla değerini vererek çalmamaları da
Beethoven’in hak ettiği üne erişmesini geciktiren önemli engeller olmuş. Hem
eserlerin yazılış süreçleri hem de icralarında yaşananlar, Beethoven’in
notalarının yayıncıları ile yaşadıkları da oldukça ilginç.
Beethoven aşk hayatında ise bir türlü aradığı mutluluğu
bulamamış. Hayatına birçok kadın girmiş ama uzun süreli bir ilişkisi olmamış.
Filimlere konu olan bu karşılıksız aşkların Beethoven’in eserlerine esin
kaynağı olduğu gibi eserlerin yapısını da etkilediği, derinde yatan hüznün
kaynağının bu karşılıksız aşklar olduğunu düşünmemek elde değil.
Aydın Büke’nin “Beethoven”ini okuduktan sonra kitaptan edindiğiniz yeni
ve ufuk açıcı bilgiler ışığında bu büyük bestecinin eserlerini bir kez daha
dinleme arzusu ile doluyorsunuz. Ben de öyle yaptım. 30.10.2014
Yorumlar