Vivet Kanetti “Huysuz Büyüyor... Bari”de ilk romanının
kahramanı ile bizi 70’li yıllarda, 17 yaşındayken tekrar buluşturuyor.
Vivet Kanetti yirmili yaşlarının ilk yıllarında kaleme
aldığı ve “kendime ait bir ses bulamadım” endişesi ile saklayıp onlarca yıl
sonra yayımlattığı “Huysuzun Teki”nde (Mayıs 2011, Everest yay.) kahramanının ergenlikten
genç kızlığa geçiş sürecinde yaşadıklarını aile çevresine yoğunlaşarak anlatmış,
Huysuz’un annesi, babası, dayısı, aile dostları profesör, annesinin arkadaşı
Filiz gibi büyüklerin dünyası ile ilişkilere yoğunlaşmıştı.
“Huysuz Büyüyor... Bari”de (Eylül 2014, Everest yay.) Huysuz’la liseyi bitirmiş ama üniversite
giriş sınavlarını kazanamamış bir halde karşılaşıyoruz. Arkadaşlarının çoğu
üniversiteyi kazanmış, bazıları yurtdışında okuma hazırlıkları yaparken Huysuz
hiçbir yere giremeyecek düşüklükte puanı ile odasına kapanmış. Arkadaşlarının
yüzüne bakamayacağını, neden üniversiteyi kazanamadığını sorgulamalarına dayanamayacağını
düşünüyor. Ama evde de durum pek içaçıcı değil. Ailenin tüm fertleri, aile
dostları hayretler içinde. Annesi kendisine dikkati çekmek için Huysuz’un
kasten bunu yaptığını düşünüyor. Ama roman Huysuz’un üniversite sınavını
başaramamasının nedenleri üzerinde gelişmiyor.
Huysuz’un utancından eve kapanması onun ailesine daha
yakından bakmasına aile meclislerinde, eşin dostun biraraya geldiği
toplantılarda konuşulanları daha dikkatli ve can kulağıyla dinlemesini
sağlıyor.
“Huysuz Büyüyor... Bari” diyaloglarla, sohbetlerle ve
Huysuz’un yorumlarıyla gelişiyor. “Huysuzun Teki”nde tanıdığımız aile fertleri
ve anne babasının dostlarını daha derinlemesine ve en gizli sırlarına dedikodu
ya da söylenti diyebileceğimiz bir düzeyde de olsa vakıf olabileceğimiz bir şekilde
tanıyoruz. Romanın ilerleyen sayfalarında okur olarak hoş sohbet, ağzından bal
damlayan birinin evine misafir olmuş gibi hissediyorsunuz. Vivet Kanetti
anlatımı ve kurduğu dille bu havayı başarı ile sağlamış ve okuru da anlatıya
bağlamış. Babaanne, baba, dayı, yenge derken öykü iyice dallanıp budaklanmakla
kalmıyor, seksenli yılların Nişantaşı’sının betimlemeleri önce İstanbul, sonra
ülke çapında genişliyor ve hemen herkes anlatıcının ironik ve keskin zeka
pırıltıları saçan diliyle yaptığı eleştirilerinden payını düşeni alıyor.
Ailenin tiyatrocu üyelerinin provalarını Huysuzların evinde
yapmaya başlaması ile de anlatı farklı bir boyut kazanıyor. Çehov’un Martı’sının
okuma provalarını yapıyorlar. Böylelikle Martı’da yaşananlarla Huysuz’un çevresinde
gözlemledikleri arasında paralellikler kurup, karşılaştırmalar yapmak mümkün
oluyor. Diğer yandan da Türk tiyatrosu da anlatının eleştiri alanına
giriyor.
Vivet Kanetti anlattığı ortamlar ve zaman dilimi konusunda
bilgi sahibi olmayanların anlatının derinliğindeki göndermeleri çözemeyecekleri
bir yapı kurmuş. Bir başka söyleyişle Kanetti’nin göndermelerini çözenler
anlatıdan daha çok keyif alacaklar.
Araya gerçek adının Yonca olduğunu öğrendiğimiz Huysuz’un
üstkat komşularının oğlu Oğuz’la flörtü girse de anlatı büyüklerin yaşadıkları
ile gelişiyor ve ikinci bölümü oluşturan Bodrum günlerinde Huysuz tamamen bir
dinleyici haline geliyor. “Huysuz”un huysuzluğunun da sadece adında kaldığını
da belirtelim.
Çağlayan Çevik’in Vivet Kanetti ile söyleşisinde (Radikal
Kitap, 19.09.2014) belirttiği gibi “Bodrum bölümünde gerçek hayattan birtakım
karşılıklar var…” ve göndermeler daha da netleşiyor. Ama ne kadarı gerçek
anılara dayanıyor ne kadarı yazarın hayal gücünün ürünü bilebilmek olanaksız. Son
Osmanlı Prenseslerinden birinin kızı ile sonradan görme çok zengin bir ailenin
oğullarının nişan hazırlıkları çevresinde gelişen diyaloglar anlatının
gerçeklik boyutunu ister istemez daha çok merak ettiriyor.
“Huysuz Büyüyor... Bari” anlatımının akıcılığıyla, keskin ve
ironik diliyle, eleştiri oklarını batırmadaki cüretkârlığıyla keyifle okunacak,
gizli ve açık göndermeleriyle, 70 – 80’ler Türkiye’sine yönelik, hayattan
sanata, sanattan politikaya uzanan eleştirileriyle konuşulacak bir anlatı.
09.10.2014
Yorumlar