Emrah Polat “Alocu Tilki’nin Serencamı”nda başına hiçbir şey
gelmeyecekmiş gibi yaşayan bir dolandırıcının eski yaşamına dönmesinin mümkün
olmadığı bir olaydan sonra başından geçenleri anlatıyor.
“Alocu Tilki’nin Serencamı”nın (2014, İletişim yay.) iki ana
ekseni var. Bir yanda neşeli bir dolandırıcılık öyküsü, diğer yanda belden
aşağısı tutmayacak şekilde sakatlanmış birinin, bir omurilik felçlisinin
yaşadıkları. İkisi de aynı kişi.
Tilki Selim aileden dolandırıcı. Amcasından öğrendiği
“aloculuk” yöntemini kullanarak insanları kandırıp dolandırıyor. Büyük paralar
kazanıyor. Olağanüstü konuşma ve ikna etme yeteneği ile telefonla aradığı
kişileri yüksek mevkide ya da önemli bir kişi olduğuna inandırdıktan sonra
paralarını alıyor. Burada başarının ölçütü dolandırılan kişinin “iyilik
yaptım”, “muhtaç birine yardım ettim” inancı ile durumu olabildiğince geç,
hatta hiç fark etmemesi, dolandırıcının yakalanmaması. Tilki Selim bu işte
başarılı oluyor, birkaç olay dışında yakalanmamayı başarıyor. Yakalandığında da
küçük cezalar yiyor. Onun başını belaya sokup dönülmez bir biçimde hastaneye
gitmesine neden olan dolandırıcılıktan kazandığı para ile yatırım yapması, bir
bara ortak olması.
Romanın girişinde Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”ndan“Büyük
bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler” alıntısı
var. Emrah Polat’ın esas amacı da bu “büyük hastalık” ve sonrasında yaşananları
anlatmak. Alocu’luk okuru romana bağlamak ve belki de “büyük hastalık”
bölümünde anlatılanların ağırlığını bir nebze hafifletmek amacıyla yazılmış
gibi.
İletişim Yayınları’nın künye sayfasında yazarların
biyografileri yer alır. Sanıyorum yazarlardan kaynaklanıyor, genellikle bu biyografiler
bir - iki cümle ile adeta geçiştirilir. Yazar hakkında doğru dürüst bir bilgi
verilmez. Emrah Polat’ın biyografisi de kısa ama onlara göre çok daha
bilgilendirici. Daha önce yayınlanan kitaplarında yer almayan üç cümle ise
yazarı doğrudan romanına bağlıyor; “2000 yılında manik depresif bozukluk
sebebiyle psikoza girdi ve maalesef yüksekten atladı. Ölmedi. Ancak belkemiği
kırıldığı için yürüyemiyor.”
Emrah Polat, bir omurilik felçlisi olarak hastanede
yaşanacakları kendi durumundan yola çıkarak çok etkileyici bir biçimde, hatta
“aşırı” gerçekçi bir bakışla anlatıyor. Ama bu anlatıma ne kendisini koyuyor ne
de duyguları abartıyor. Dışarıdan diye bileceğimiz, Burcu Aktaş’la söyleşisinde
ifade ettiği gibi “‘acıya’, ‘şiddete’ belli bir mesafeyle” yaklaşan soğuk bir
dil kullanmış (Radikal Kitap 7.11.14). Hastanede yaşananların yoğun kasvetini
ironik, hatta mizahi bir dille anlatmış. O büyük acıyı komik yönlerini bularak
bir nebze hafifletmiş, okunaklı hale getirmiş.
Tedavi edilmesi çok zor, hatta imkansız olan bir hastalıkla
mücadelede, iyileşmeye çalışırken girilen ruh halleri ve yaşananlarsa bire bir
yansıyor, ulaşıyor okura. Aşırı gerçekçi dememin sebebi de bu.
Öte yandan insanın en onulmaz hastalığa yakalansa bile nasıl
umudunu yitirmediği, en küçük bir hareketten, yoruma açık bir sözcükten bile
nasıl umutlar ürettiğinin öyküsü de anlatılıyor. Tabii özel hastane çarkının
nasıl işlediğini, insanların umutlarının nasıl paraya çevrildiğini ve hastanın
iyileşme arzusundan yararlanarak nasıl büyük faturalar çıkartıldığını da görüyoruz.
İnsanları tatlı dili ile bir telefon konuşmasında dolandırıp parasını alabilen
zeka ve yetenekteki Tilki Selim’in konu iyileşmek olduğunda, hiç umut
olmadığını bile bile “ya faydası olursa” diye önerilen pahalı tedavi
yöntemlerine parasını son kuruşuna kadar verişini de okuyoruz.
“Alocu Tilki’nin Serencamı” kısa ve etkileyici bir roman.
Okuru sarsıyor ve kendine birçok soru sormasına neden oluyor. En önemli soru da
romanın sonunda tekerlekli sandalyede hastaneden taburcu edilen Tilki Selim’in
başına daha neler geleceği.
04.12.14
Yorumlar