Orhan Pamuk “Kafamda Bir Tuhaflık”ta bir bozacının yaşam
öyküsüyle birlikte 1960’lardan 2012’ye İstanbul’un yaşadığı kentsel ve
toplumsal değişimi anlatıyor.
Orhan Pamuk’un bir “İstanbul romancısı”dır ama şimdiye dek
İstanbul’u tüm coğrafyası ile, tüm yaşayanları ve sınıfları ile kuşatan,
kapsayan romanlar yazmamıştır. Onun ana mekânı Nişantaşı ve çevresi,
kahramanlarının gittiği kadarıyla da Cihangir ve Beyoğlu’dur. Varlıklı
insanların ,zenginlerin romanlarını yazar. Orhan Pamuk “Kafamda Bir Tuhaflık”ta
(Aralık 2014, Yapı Kredi yay.) ilk kez yoksulları anlatıyor. Üstelik roman
Nişantaşı gibi varlığı bilinen bir semtte değil kurmaca iki mahallede,
“Duttepe” ve “Kültepe”de geçiyor. Bu kurmaca iki mahallenin dışında tüm
İstanbul yeni kurulan mahalleleri ile birlikte varolan gerçeğe uygun olarak
anlatılıyor. Orhan Pamuk’un bu mahalleleri gerçek adıyla anmama, örneğin tarif
ettiği konumlara uygun olarak “Gültepe” ya da “Seyrantepe” dememesinin sebebi
gerçeğe ne kadar uygun diye gereksiz tartışmalar açılmasını istememesinin
yanında köyden kente göçün, önce gecekondulaşma sonra “kentsel dönüşüm” adı
altında apartmanlaşma aşamalarını anlatırken birçok mahallenin ortak
niteliklerini taşıyan birer simge olarak ele almak istemesi olabilir.
Roman geleneksel edebiyatımızda da sıkça işlenmiş, dinler
tarihinden de anımsadığımıza benzer bir öykü ile başlıyor. Romanın kahramanı Mevlut’un
evlilik öykülerinde Hz. Yakup’un evlenmesinin öyküsüne bir gönderme olduğunu
düşünüyorum. Hz. Yakup dayısının iki kızından küçüğü Rahel’e âşık olur,
evlenmek ister. Dayısı yedi yıl karın tokluğuna çalışırsa Rahel’i onunla
evlendireceğini söyler. Yedi yıl sonra evlilik zamanı gelince dayı bir şölen
verir ve o gece büyük kızı Lea’yı eş olarak gönderir. Yakup geceyi birlikte
geçirdiği kızın Rahel olmadığını ancak sabahleyin anlar. Dayısına neden böyle
yaptığını sorduğunda ablası varken küçük kardeşle evlenemeyeceği cevabını alır.
Yakup bir yedi yıl daha çalışır ve Rahel’le de evlenir.
Romana dönersek Mevlut amcasının oğlu Korkut’un düğününde
gördüğü ve sadece bir an bakışlarının buluşabildiği gelinin kız kardeşine
tutuluyor ve ona yıllarca karşılıksız mektuplar yazıyor. Sonra da bu kızı bir
gün köyünden kaçırıyor. Kaçırdığı kızın gözlerine tutulduğu kız değil ablası
olduğunu anlıyor. Ama kızdan soğuyacağına kaderine razı oluyor ve mutlu bir
evlilikleri oluyor. Tek sorun kıza mektup yazma ve kızı kaçırma sürecinde
kendisine yardımcı olan amcasının küçük oğlu Süleyman’ın tüm gerçekleri bilmesi
ve bir gün açıklayacak olması. Bu sorun Mevlut’un kafasındaki tuhaflığın en
önemli nedeni. Peki Mevlut’un gerçekten de kafasında bir tuhaflık var mı?
Varsa, kitabın başında bir iki kez söylenmesine rağmen bu hali romana neden
yansımıyor? Mevlut yaşadıklarına razı, hırsları ve tutkuları olmayan, huzuru
bozulmasın diye insanların suyuna giden, sağcıyla sağcı solcuyla solcu olabilen
sıradan biri olarak kalıyor. Mevlut’un
ve romanın diğer kahramanı Ferhat’ın bazı davranışlarının “Masumiyet Müzesi”nin
Kemal’ini hatırlattığını, “Kara Kitap”ın Gazeteci Celâl’ine açık göndermeler
yanında Mevlut’un ve Ferhat’ın sadece bir kez gördükleri kadınlara tutulup izlerini
sürmeleri, takip etmeleri gibi önceki romanlara göndermeler de olduğunu
belirtmeliyim.
Orhan Pamuk yoksul bireyin romanının yazılmadığını düşünüyor
(bkz. Cumhuriyet Kitap 11.12.14). Hemen Latin Amerika, Çin ya da Hint
edebiyatlarından örnekler sıralayabiliriz ama Dünya edebiyatı bir yana Türk
Edebiyatında da yoksul bireyin ustaca işlendiği örnekler var. Özellikle
toplumcu çizgideki yazarlarımız hem yoksul bireyi hem de Orhan Pamuk’un konu
edindiği köyden kente göç ve gecekondulaşmanın yarattığı sorunları işlediler.
Orhan Pamuk’un Kültepe’si Gültepe’yi anıştırdığı için “Kafamda Bir Tuhaflık”ı
okurken sık sık Laitfe Tekin’in “Sevgili Arsız Ölüm”ünü (1983) andım. Latife
Tekin, Pamuk’un sözünü ettiği mahallelerde yaşananları içeriden bir bakışla
anlatıyordu. Başarısı “büyülü gerçekçilik”le, masalsı bir anlatımla konuyu kendine
has ve benzersiz bir hale getirmesiydi.
Orhan Pamuk yoksul bireyi içeriden bakışla yazamayacağının
bilincinde, bunu da söyleşilerinde açık yürekle belirtiyor (bkz. radikal.com.tr/kultur/yoksul_kahramanim_mevlut_hamlet_gibidir-1248366).
O nedenle Mevlut’u tipikleştirmiyor, farklı ve kendine özgü bir kahraman olarak
yazıyor. Dışarıdan bakışın ya da anlatımı içselleştiremenin esas yarattığı
sorun anlattığı mahallelerdeki yaşamın somutlaşamaması. Örneğin yoksulluğun
nasıl yaşandığını, insan ilişkilerine nasıl yansıdığını hissedemiyoruz. Kentsel
ve toplumsal değişim daha ağır basıyor, daha çok anlatılıyor. Sosyal medyada
Orhan Pamuk’un yaklaşımı “turistik bakış” olarak tanımlanmış. Abartma da olsa
bu yaklaşım Orhan Pamuk’un İstanbul betimlemelerinde vardır ama “Duttepe” ve
“Kültepe”yi daha çok gazetecilerin anlamaya ve çözümlemeye çalışan bakışı ile
ele alıyor. Romandan sırf gözlemle yetinmediğini, bu konuda yapımış
araştırmaları da okuduğunu anlıyoruz. Ele aldığı zaman dilimi ile ilgili olarak
sıkı bir medya taraması da yaptırmış. Kendisi için bilgi derleyen, röportajlar
yapan asistanları olduğunu söylüyor. Özellikle 70’lerin sonu ve 80’lerin
başında yaşanan bir çok çarpıcı olaya da değinmiş. Seks filmleri furyasının
başlaması gibi tarihlerde bazı zamansal kaymalar olsa da roman kronolojik bir
akış izliyor. Ama 12 Eylül askeri darbesinden sonra İstanbul’da yaşanan sürekli
kimlik kontrolleri, sokağa çıkma yasakları gibi sıkıyönetim uygulamaları romana
yansımamış. Mevlut’un 80 sonrası sokaklarda dolaşırken duvarlara yazılı siyasi
sloganları görmesi de mümkün değil, çünkü darbe sonrası duvar yazılarının
üzerleri boyanmıştı. Gazi Mahallesi’nin yaşadığı değişim de diğer mahallelerin
aksine siyasallaşmaya doğru oldu. Bu görülmemiş, anlatılmamış.
Mevlut, 17 Haziran 1982’de Rayiha’yı kaçırıyor ve
Beyşehir’den İstanbul’a gelirlerken tek bir askeri kontrolle karşılaşmıyorlar.
Oysa özellikle şehirlerarası yolculuk yapanların kent girişlerinde kimlik kontrolünden
geçirildiği bir ortamda ilk bölümün adına uygun şekilde “Kız Kaçırmak Zor İş”ti.
Gerçek yaşamda olsa Mevlut ve Rayiha yakalanır, Mevlut tutuklanır, Rayiha da
babasına teslim edilirdi ki kuşkusuz roman tamamen başka yöne doğru gelişirdi.
Orhan Pamuk “bilgi romanı” yazdığını söylüyor. Böylece roman
türlerine yeni bir katkıda bulunmuş oluyor. “Kafamda Bir Tuhaflık”da da önceki
romanlarda olduğu gibi bilgi yoğunluğu anlatıyı eziyor. Orhan Pamuk bir “Dünya
romancısı”dır. Romanları 62 dile çevrilmiş. Yani Orhan Pamuk sadece Türkçe
okuyan okur için yazmadığını bilir. O nedenle ve yazarlık anlayışından gelen detaycı,
pekiştirmeci yaklaşımla olayları Türkiye’yi, İstanbul’u hiç bilmeyen bir kişiye
anlatır gibi yazar ve betimlemeleri aşırı detaylandırır, önmesediği şeyleri
tekrar tekrar anlatarak okurun kafasında pekiştirmeye çalışır. Tabii yabancı,
özellikle Batılı okura anlatılanın cazip hale de getirilmesi gerekir ki burada
devreye “oryantalizm” girer. “Bozacılık” mesleğini yazmanın oryantalist
yaklaşım için uygun olduğu görülüyor. Ama yabancı bir okuru gecekondulaşma ve
nihayetinde kentsel dönüşümün uzun uzun anlatılması ne kadar çeker
kuşkuluyum.
Orhan Pamuk “Kafamda Bir Tuhaflık”la yazarlığında bir
çemberi tamamlamış ve “Cevdet Bey ve Oğulları”na dönmüş. “Kafamda Bir Tuhaflık”
Laurence Sterne’in 1759’da yayımlanmış “Tristam Shandy”isini anımsatıyor. Pamuk
da Stendal gibi elindeki ayna ile toplumu, kahramanlarını romana yansıtıyor.
Çehov gibi duvara asılı tüfek varsa mutlaka patlıyor.
“Kafamda Bir Tuhaflık”ta diğer kahramanların da konuşması,
yaşananları farklı bakış açısından anlatması yeni ya da “farklı bir teknik”
değil. Üçüncü tekilden birinci tekile geçen, diğer kahramanlara da söz veren
birçok roman var. Pamuk da romanlarında bu yöntemi değişik biçimlerde
kullanmıştı.
Orhan Pamuk romanlarını hep erkek bakışı ile anlatır.
Kadınlar ikinci planda, genellikle de varolamadan kalır. Bu kez kadınlar da
sözü alıyor ve romanın gidişini etkileyici yorumlar ya da açıklamalar
yapıyorlar. Böylece üçüncü tekilde, romanın kahramanı Mevlut’un yaşadıkları ile
tekdüzeleşebilecek olan anlatı çok renklileşip “roman” yapısını alıyor. Romanın
diğer kahramanlarını birinci tekilde konuşturarak romana katmak Ferhat’ın kaçak
elektrik kullanımıyla ilgili anlattıklarında olduğu gibi anlatının sarkmasına,
ana öyküden kopmalara da neden olmuş. Bazı söz almalar ise çok kısa tutulduğu
için gereksiz kalmış.
“Kafamda Bir Tuhaflık” klasik biçimde yazılmış, kolay
okunan, okura İstanbul’un 50 yıllık kentsel ve toplumsal değişimi ve bozacılık,
yoğurtçuluk gibi kaybolan meslekler hakkında bolca bilgiyi bir ailenin
tarihçesi içinde, aşk öyküleri ile birlikte veren bir roman.
08.01.2015
Yorumlar