Akif Kurtuluş “Ukde”de geçmişi, gerçekleri unutmak,
unutturmaya çalışmak, yüzleşmeden kaçınmak gibi olguları ülke olarak yüz yıldır
konuşup, tartışıp bir sonuca vardırmaktan kaçındığımız bir sorun üzerinden
tartışmaya açıyor.
Ermeniler, Türk romanında varlıklarına pek rastlanmayan,
ratlandığında da hayırla anılmayan yurttaşlarımız. Murat Belge “Edebiyatta
Ermeniler”de (2013, İletişim yay.) bu durumu kendi bakış açısıyla irdelemişti.
Belge’nin deyişi ile “Ermeni sorunsalı” ise ya tamamen görmezden gelinmiş ya da
devletin resmi görüşüne dayanarak genellikle milliyetçi bir anlayışla ele
alınmış edebiyatımızda. Kuşkusuz “soykırım” öncelikle konuşulup çözüme
varılması gereken bir sorunsal ama ona gelmek için atmamız gereken birçok adım
var. O adımlar atılmadan “soykırım”ın soğukkanlılıkla, yansız bir bakışla
araştırılması da, tartışılması da mümkün görünmüyor.
“Ukde” (2014,
İletişim yay.) eski mühendis Nuri’nin ölümünden sonra bulunan günlüğünden
aktarılan bir dostluk öyküsü ile başlıyor. Nuri’yle Benjamin’in, bir Türkle bir
Ermeni’nin dostluğu. Milli aidiyetleri, önyargıları akla getirilmeden, üzeri
örtülen tarihi anımsamadan önyargısız bir dostluk kurmak mümkün müdür? Nuri,
Benjamin Ağabey’inin olgunluğu sayesinde bu aşamayı geçmeyi başarıyor. Benjamin
Ağabey’le dostluğu, ondan dinlediği 10 yaşındayken anasız babasız kalıp
giriştiği yaşamda kalma mücadelesinin öyküsü Nuri’yi kendi geçmişini anımsamasını
kolaylaştırıyor. Geçmişinde kendine bile ifade edemediği bir gerçek var. Yalanlarla
örttüğü bu gerçekle yüzleşemediği için de hep derin bir sızıyla yaşamış.
Nuri’nin babası ölen ağabeyinin karısı ile evlenmiş. Bu
evlilikten Nuri doğmuş. Nuri’yi doğurduktan hemen sonra annesi evi terk edip
baba evine dönmüş. Nuri bu durumu hep annesiyle kendi arasında bir sır olarak
saklamış. Geçmişle yüzleşmeyi beceremediği için karısına bile söylememiş.
Nuri’nin sürekli huzursuzluğunun bir nedeni de annesinin babasını sağken
affetmesini sağlayamamış olması. Benjamin Ağabey iki kişinin bildiği bir şey
sır olmaktan çıkar suç ortaklığı olur diyor ve annenin affetmesi değil babanın
af dilemeye gitmesi gerekirdi diye ekliyor.
Akif Kurtuluş “Ukde”de tabu sayılan/saydığımız konularda
toplumsal olarak da tek tek bireyler olarak da nasıl “zımni suskunluk
anlaşması” uygulandığımızı kahramalarının yaşadıklarıyla anlatıyor.
Müslümanlaştırılmış ya da evlat edindirme ve evlendirme
yoluyla Türkleştirilmiş Ermeniler’in varlığı ancak son yıllarda
yüzleşebildiğimiz bir gerçek. Geçmişlerini sorgulayıp dedelerinin ya da
ninelerinin Ermeni asıllı olduğunu öğrenenlerin sayısı artıyor. Ölmek üzere
olan halasının anlattıkları ile Gurbet’in geçmişini keşfi de bu duruma benzer
ama daha acı. Eşini dostunu komşularını ihbar eden bir muhbirin torunu olduğunu
öğreniyor. Akif Kurtuluş bu kendi geçmişi ile tanışma durumunu da ele alıyor. Geçmişi
ile yüzleşip barışmanın ne denli zor olduğunu, yalana nasıl kolayca sığınıp, travmalarla
yaşandığını da anlatıyor. Salâh Birsel’in adını anmadan “Kuşları Örtünmek” adlı
günlüğünden yaptığı “Gerçekler tarihlere ya geçmiyor ya da çok başka kılıklarda
geçiyor” cümlesi romanın anahtarlarından biri sayılabilir.
“Ukde” sadece Ermeni
sorunsalında “soykırım” öncesi tartışıp halletmemiz gereken sorunları gündeme
getiren “politik” bir roman değil. Yaşamın her alanında gizlediğimiz gerçekler
olduğunu, çoğunlukla yalanla yaşamayı, gerçekleri inkar etmeyi tercih
ettiğimizi, geçmişle yüzleşememenin, “affetme hakkı”nı kullanmamanın derin
yaralar yarattığını, o yaralarla ömür boyu yaşamanın olanaksız olduğunu
kahramanlarının diğer öyküleriyle anlatıyor.
Akif Kurtuluş “Ukde”de somut ve sıcak bir sorun üzerinden
çok temel varlık sorunlarını ele alıyor. Üstelik bunu diyaloglarla gelişen kısa
ve öz bir romanda, akıcılığı ve merak unsurunu kaybetmeden, her cümlesini ince
ince dokuyarak yapmayı başarıyor. Etkileyici bir roman.
22.01.15
Yorumlar