Atilla Birkiye “On Kadın, Bir Hayal”de yaşlanmakta olduğunu
hisseden bir Don Juan’ın yaşadığı aşk kırgınlıklarını anlatıyor.
Ömrünün sonbaharında olduğunu düşünen bir adam. Yalnız
yaşıyor. Atilla Birkiye’nin romanlarının değişmez mekânı İstanbul’da, Boğaz’a
bakan bir evde... “Aşk o eve hiç uğramadı, ne kadar çok beklediysem, ne kadar
çok umut ettiysem. Boğaz’ı her ân içime çektiğim o eve uğramadı...” diye
başlıyor roman. Ömrü boyunca yaşadığı karşılıksız aşklarının bir bilançosunu
çıkartıyor. On kadınla kuramadığı aşk ilişkisini anlatıyor. O aşk kırgınlıkları
yüreğini dağlıyor, yalnızlığı daha da artıyor.
Kitabın arka kapağında “İnsan bir ömre kaç aşk sığdırır?”
diye soruluyor. En az on aşkı yıllar sonra bile “O aşkları niye yaşayamadım?
Nerede yanlış yaptım?” diye sorgulayan, “zamanında verilmeyen bir öpücüğün,
tutulamayan bir elin, çalmayan bir telefonun izini sür”en birinin yaşamına
onlarca aşk girdiğini düşünmeden edemiyor insan. O nedenle de “Don Juan”
diyorum.
“On Kadın, Bir Hayal” (Şubat 2015, Literatür yay.) lise
çağlarında yaşanan karşılıksız iki aşk öyküsü ile başlıyor. İlk gençlik
çağlarının çekingenliklerini, kendi kendine gelinle güvey olup bir türlü aşkın
ifade edilememesini anlatıyor Atilla Birkiye. Sonra araya bir Dubrovnik öyküsü
giriyor. Yine bir kırık aşk öyküsü okuyacağımızı düşünüyoruz. Öyle de başlıyor.
Bir aşkın ilk adımlarını atmak umuduyla gelmiş. Dubronvik’te buluşalım kadını
umutla bekliyor. Ama araya Beşir Fuat’ın daha önce hiç yayımlanmamış bir
kitabını bulma çabaları da giriyor. Üstelik romantik şiire hiç de sıcak
bakmadığı bilinen Beşir Fuat’ın şiirlerinden oluşan kitabının el yazmalarını
gün ışığına çıkartmak amacında. Bir taşla iki kuş vurmak istiyor.
Bu öyküyü yarım bırakıp bu kez 80’li yıllarda, 12 Eylül
Askeri Darbesi ertesinde filiz veren evli, üstelik başka bir erkekle de
ilişkisi olan bir genç kadınla yaşadığı bir karşılıksız aşka geçiyor. Anlatıcı
kahramanımız “kararlı” bir âşık. İlgi duyduğu kadınların evli olması ya da başka biriyle aşk yaşamaları onu
caydırmıyor. Yavaş yavaş yakınlaşıyor, dostluklarını kazanıyor, o dostluğu aşka
doğru çevirmeye çalışıyor. Sabırlı. Yıllarca bekleyebiliyor. Âşık olduğu
kadının yeni ilişkilere girmesi, başka birine âşık olması da onu caydırmıyor. O
aşk da bir gün biter, yine bana döner ve ben ona aşkımı ifade ederim, diye
düşünüyor herhalde. Böylesine kararlı ve gözükara olmasına rağmen bir o kadar
da çekingen. Bunun nedeni olarak da yıllarca sabırla ve yılmadan kurduğu
ilişkinin yanlış bir hareketle onarılmayacak biçimde bozulabilecek olmasını
gösteriyor ama bence yapısı böyle, tereddütlerin adamı. Nitekim öyle bir ilişki
de yaşıyor. Yıllarca tüm reddedilmelere karşın bağını sürdürmeyi başardığı bir
ilişkisini birlikte aynı evde sürdürme aşamasına gelmişken “göbeklenmişsin,
kilo almışsın” diyerek kadının karınına bir şaplak atınca bu densizliğinin
cezasını terk edilerek çekiyor.
Atilla Birkiye önceki romanlarında ve özellikle
denemelerinde aşka bakışını açıklarken "aşk bir kadının bedeniyle
başlar" diyor ve "aşk karşılıklı sevmektir, dokunmak, sevişmektir;
gerçek aşk paylaşmaktır, hayatı ve daha fazlasını" diye ekliyordu. “On
Kadın, Bir Hayal”de yaşanan karşılıksız aşklarda da kitabın anlatıcı kahramanı
kadınlara bu anlayışla tutuluyor, âşık oluyor. Önce kadının bedenine, duruşuna,
bakışına, hatta saçlarına tutuluyor. Özellikle ilerleyen yaşlarda yaşanan
öykülerde cinsellik iyice ağır basıyor. İlişkiler sevişmeyle sonuçlanmadığı
müddetçe anlatıcı kahraman onun aşk olduğuna inanmıyor. Hatta birkaç öyküde
anlatıcı âşık olduğu kadınla sevişmesine rağmen yine de ikna olmuyor. O
sevişmenin cinsel ilişki ile sonuçlanmamış olması nedeniyle aşk olamayacağını
ya da aşka dönüşmediğini düşünüyor.
Anlatıcı kahraman yalnız yaşamayı seçmiş bir insan. Ellili
yaşlarda, altmış olmak üzere. Bir çok yaşam ilkesi var. Aşka, insan
ilişkilerine bakışında kanıları pekişmiş gibi. Gibi diyorum çünkü aşk ilke
kabul etmez. Nitekim öyle de oluyor. Tutkuyla bağlandığı kadınla birlikte
aşkını yaşamak için bu ilkelerden vazgeçmeye de razı. Örneğin ilke olarak
evlilik kurumuna karşı olsa da eğer sevdiği kadınla yaşadığı ilişkiyi aşka yani
sevişme ve cinsel birleşme de içeren bir hale geçirmeyi sağlayacaksa evlenmeye
razı. Aynı şekilde çocuk fikrine çok uzak olduğunu söylese ve kadınların çocuk
doğurma arzusunu hoş karşılamasa da yine gerçek anlamda aşk için çocuk sahibi
bile olabilir.
İki – üç öyküde bir Dubrovnik’e dönüyoruz. Dubrovnik
öyküsünün “roman”ı oluşturan on karşılıksız aşk öyküsünün birleştirici anlatısı
olarak yazıldığını düşünüyorum. Ama kahramanımız anlatmaya Dubrovnik’te değil
“İstanbul’da, Boğaz’a bakan bir evde” başladığı için bu duygu oluşmuyor. Trajik
intiharıyla belleklerde yer eden Beşir Fuad’ın kitabının izini sürmek de
romanın genel yapısı ile bir bağ kurmuyor. Kopuk kalıyor. Dubrovnik’te beklenen
kadının öyküsü de anlatılmayıp sadece beklenti hali, yaşanan ıssızlık
duygusunun üzerinde yoğunlaşıldığı için bu parça parça anlatılan öykünün
diğerleri ile bağdaşması iyice zorlaşıyor. Bu öykü ya tamamen çıkartılmalıydı
ya da daha ayrıntılı işlenip romanın diğer anlatıları ile bağlar kurması
sağlanmalıydı, diye düşünüyorum.
Kitaba roman denmesini tırnak içine aldım çünkü aslında tek
bir kahramanı olan ve o kahramanın ağzından anlatılan on ayrı öykü anlatılıyor
ki son yıllarda bu tür öykü kitaplarına sıkça rastlanıyor. Belki roman yerine
anlatı denebilirdi.
“On Kadın, Bir Hayal”i arka kapakta tanıtırken “karşılıksız
aşkların kitabı; aynı zamanda anlatım dilini "zorlayan" bir roman”
denmiş. Atilla Birkiye, kısa ve öz yazmayı seven bir romancıdır. Minimalist
bile diyebiliriz. Bu kitapta bu minimalist anlayışını değiştirmiş ve okurun da
dikkatini çekmek amacıyla bu durum kitabın arka kapağında belirtilmiş.
Atilla Birkiye “lirik” bir anlatımla yazmasının yanında çok
uzun cümleler de kuruyor. Sanırım bu uzun cümleleri kahramanının ikircikli ruh
halini okurun daha iyi kavraması için tercih etmiş. 124. sayfadaki “Güneş
batmak üzere” diye başlayan 14 satırlık cümle bunun tipik bir örneği. Sevdiği
kadınla buluşmaları, birlikte geceyi geçirmeleri, bu sıradaki ruh hali, kadının
gitmesinden sonra hissettiği yalnızlık ve terk edilmişlik duygusu ve nihayet
tamamen ayrıldıkları anlatılıyor. Bu cümleyi daha önceki Birkiye metinlerinde
okusaydık sanırım en az on cümleden oluşan bir paragraf okumuş olurduk.
Bu uzun cümleler kahramanın düşünürken değişen ruh halini
anlamamıza yardımcı olsa da okuru yoracağını düşünüyorum. Anlatımın
lirikliğiyle birlikte okumanın daha da güçleşeceği, bu tür cümleleri ayrı bir
dikkatle okumak gerkeceği de bir gerçek. Ayrıca, Türkçe’nin doğru kullanımını
önemsediğimi bildiğim Atilla Birkiye’nin bu uzun cümlelerde yazım kurallarına
pek aldırış etmediğini, noktalar bir yana virgüllerde de cimri davrandığını da
söylemek olası.
“On Kadın, Bir Hayal”deki on öyküde yaşamını aşklarla
kurmuş, aşklarla varolmuş bir erkek artık tamamen yalnız kaldığı bir yaşta
hayal ettiği aşkı bulamadığı on kadının öyküsünü şiirsel bir dille ve ağır
basan hüzünle anlatıyor.
12.03.15
Yorumlar