Ferat Emen kendini gizleyip yapıtı ile okuru başbaşa
bırakmak isteyen yazarlardan. Biyografisi gayet kısa ve öz; “1972 yılında
doğdu. İstanbul’da yaşıyor.” Yeni yazarlar arasında çok yaygın olan bu tavır
“Benim yaşam öykümü bilmenizi istemediğimi bilin” diyor. Hiç bilinmek
istemeseler kitaplarına biyografi koydurmazlardı. Kitabın başına biyografi
koyan yayınevine de bu işe ikna olup sayfanın tamamını dolduran usta yazarlara
da bir mesaj yolluyorlar. Esas olan yapıttır yazanın kimliği değil, diyorlar.
Elli bin çeşit kitabın yayınlandığı, birçoğunun okurla
karşılaşmak bir yana kitapevine bile ulaşma şansı bulamadığı bir ortamda
yapıtın varlığını fark ettirmesi kolay olmuyor. Dergilerde yayımlanan öyküleri ise
dergi editörleri dışında hemen hiç kimsenin okuduğunu sanmıyorum. Belki bir göz
atılıyor, o kadar. Son on yılda dergilerde yayımlanan bir öykü hakkında
konuşulduğunu duymadım. Ferat Emen’in dergilerde yayımlanan öyküleri de birçok
iyi öykü gibi es geçilmiş. O da biyografisine “dergilerde öyküleri yayımlandı”
cümlesini koymadığı gibi öykülerini önce dergisinde yayımlayıp sonra kitap
olarak çıkartan editörüne de bir vefa hissi duymamış. Son dönem yazar
adaylarında sıkça rastladığımız gibi ilk kitabıyla hemen ortaya çıkmış gibi
yapmak istemiş. “İstemiş” dememin nedeni 24 Haziran 2013’de “Kitap Galerisi”
adlı blog’a verdiği röportajda söylediği okuru ajite edecek sözleri (kitapgalerisi.blogspot.com.tr/2013/06/ferat-emen-roportaj.html).
Dikkatli okurlar olduğunu biliyor olmalı.
“Hiç ortada olmamak”, “fotoğrafının bile bulunmaması” Dünya
yayıncılığında yazar tanıtma yöntemlerinden. Ferat Emen de bu tanıtım
yönteminin farkında olmalı ki bir röportaj ve internette dolaşan bir fotoğrafla
bu yöntemlere yüz vermeyeceğini belli etmiş. Zaten öykü kitapları için kampanya
yapan, tanıtım ve pazarlama için uğraşan yayınevleri de yok. Öykü kitapları
daha çok iyi edebiyat yayımlama arzusunu tatmin ve tabii “bu iyi öykücü iyi bir
roman yazabilir” umudu ile yayımlanıyor. Ferat Emen’le ve kitaplarıyla ilgili
bir kampanyaya rastlamadım.
İyi okurlar kadar hiçbir şeyi kaçırmayan editörler de var.
“Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti”ne (Aralık 2014, Everest yay.) Ömer Erdem dikkatimi
çekti. Ferat Emen’in ikinci kitabı olduğunu da anımsattı. Bir anlamda bu iyi
yazarı atlamışsın, uyarıyorum, demiş de oldu.
“Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti”nin başında yer alan
kıpkısa biyografinin ikinci cümlesi “Daha önce Notos Yayınları’ndan “Hüsniye
Hanımın Ağzı” isimli kitabı çıktı” şeklinde. 2013’de yayımlanan “Hüsniye
Hanımın Ağzı”nı sanıyorum bir ödül vesilesi ile okumuş olduğumu bu cümle
sayesinde anımsadım. Kitapta günümüzde hâkim öykü anlayışından farklı öyküler
vardı.
Günümüzde hâkim öykü anlayışı derken tabii ki dergilerde ve
öykü kitaplarında yer alan başka bir deyişle “vasat”ı oluşturan öyküleri kast
ediyorum. Neredeyse yirmi yıldır, büyük şehirde yaşayan, orta sınıfa mensup
insanın kendine ve topluma yabancılaşması sonucunda yaşadığı bunaltılar
yazılıyor çoğunlukla. Köy bir yana küçük şehirden ya da kasabadan bile pek söz
eden yok. İşlenen konular iki elin parmaklarını geçmez. Bu öykülerdeki birinci
tekilde gelişen anlatım birliği de akademik düzeyde incelenmeye değer.
Bu nedenle Barış Bıçakçı ya da Ahmet Büke gibi şehri farklı
bir bakış ve üslupla anlatan yazarları ayrı bir dikkatle okuyor, Mustafa Çiftçi
gibi Yozgat’ı yazan yazarları takibe alıyoruz. Ferat Emen de bu farklı yazarlardan.
Ferat Emen’in “fark”ı ilk kitabı “Hüsniye Hanımın Ağzı”nın
arka kapak yazısında çok iyi ifade edilmiş; “Çıplak, yer yer sokak ağzından
çıkan bir dil kullanıyor Ferat Emen. Çoğu kez epeyce sivri. Özel, bazen yerel
sözcüklerle vurgusunu artıran. Bu denli doğrudan bir dille etkide bulunmak
kolay değil. Öte yandan, nereden geldiğini elbette merak ettiren hikâyeler.
Hayattan ama nasıl bir hayattan? Sert. Yeraltından da alıyor suyunu. Protest.
Bazı öykülerde irkiltici. Ferat Emen için öyküsü yazılmayacak hayat yok.”
Ferat Emen, ilk kitabında ulaştığı anlatımla yetinmemiş,
“Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti”nde bir Ekşi Sözlük yazarının dediği gibi “Hüsniye
Hanımın Ağzı” kitabının bir tık daha üstüne çıkan öyküler yazmış.
En çarpıcı öykü, kitaba adını veren, arka kapağa da bir
paragrafı alıntılanan “Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti”. 13 yaşındaki Perihan
bir işyerinin arka odasında sürekli tecavüze uğruyor. Kentin bütün ileri
gelenlerinin katıldığı “yarı resmi, yarı sivil bir cemiyet” oluşturulmuş bu
sürekli tecavüz için. Tecavüz cemiyetinin üyelerinin arasında doktorlar da var,
müteahhitler de, sanayiciler de, oşinograf da, tapu sicil memuru da. Bu kız bu
kadar güzel olmasaydı başına bunlar gelmezdi, diye düşünüyorlar. Ortada bir
pezevenk de olduğu için, alan memnun satan memnun diye düşünüp ağır cezalık bir
suç işlediklerini akıllarından bile geçirmiyorlar. Belki de yakalansak bile
beraat ederiz diye de düşünüyorlar.
Öykünün kahramanları geçtiğimiz yıllarda yaşanan bir toplu
tecavüz olayını hatırlatıyor. Bütün kentin ileri gelenlerinin katıldığı, herkes
katıldığı için de üstü örtülen, gözü pek bir gazetecinin sayesinde ortaya
çıktığında ise yine elbirliği ile herkesin beraat ettirilip neredeyse toplu
tecavüze uğrayan kızcağızın suçlu çıkartıldığı bir olay. Cinayetle
sonuçlanmadığı için toplumun pek ilgisini çekmeyen, kimsenin isyan etmeyeceği
kadar sıradanlaştırılmaya çalışılan bir olay.
İnternette aradığınızda 13 yaşındaki kızlara tecavüz
edilmesine ilişkin bir çok olaya rastlıyorsunuz. Ferat Emen’in öyküsüne konu
ettiği Kocaeli’nin Gölcük İlçesi’nde geçen yıl 24 kişinin tecavüzüne uğrayan 13
yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisi Ö.Y. de olabilir, “olayda rıza var”
denilerek sanıkların en az cezayı aldığı Mardin'de N.Ç. adlı
kızın 13 yaşındayken 24 kişinin
sürekli tecavüzüne uğradığı olay da. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Çarpıcı bir
ayrıntı iki olayda da tecavüz edilen kızlar 13 yaşında toplu tecavüzcüler 24
kişi.
Ferat Emen, bu toplu tecavüzcülerin dünyasına tekme tokat,
onların anlayacağı dili kullanarak dalıyor. Sertten öte çok sert bir dili var.
Düpedüz küfür ediyor. Hakaret ediyor, aşağılıyor.
“Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti” besmele ile açılıyor.
Girişteki adamadan sonra boş bir sayfada “bismillahirrahmanirrahim” ibaresine
rastlıyoruz. Ferat Emen inançlı biri olabilir, her işe de besmele ile
başlayabilir. İlk öykü “Kör”ün girişindeki fıkra tadındaki bölümle birlikte
okuyunca ise kafanız karışacaktır. Biz de toplum olarak böyle “karışık” bir
durumdayız. Bir yandan toplum daha önce hiç olmadığı kadar dindarlaşıyor diğer
yandan hırsızlık, rüşvet gibi çıkar amaçlı suçların yanında cinsel suçlar daha
önce hiç görülmedik bir biçimde artıyor. 2014’de erkekler en az 281 kadın
öldürmüş, 109 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etmiş ya da tecavüz girişiminde
bulunmuş, 560 kadını yaralamış, 140 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde
bulunmuş (bkz. bianet.org). Ferat Emen’in öyküleri bu paradoks gözönüne
alınarak da okunabilir. Yazar var olana edebiyatla dikkati çekiyor. Toplum ne
kadar dindar görünse de o kadar da günahkâr. Dinin emrettiği yaşam biçiminin
tamamen tersini yaşıyor sonra da gidip namazını kılıyor, duasını ediyor. Herhalde
bir namazla tüm günahlarından kurtulduğunu düşünüyor.
Ferat Emen, gazetelerin üçüncü sayfalarında, televizyonların
akşam haberlerinde okuyup izlediğimiz olayları, o olayların sertliğinde
anlatıyor. O olaylar kadar şiddetli bir dili var, saldırgan, kötüyü tamamen
göstermekte çekincesiz. Öykülerin içine gizli alaycı dil, ironi ve neredeyse
fıkraya varan parçalar da yazarın kendi rengi sayılabilir. Üstelik sadece şehir
değil, kasabayı, köyü, ülkenin her yerini konu ediniyor. Peki edebiyat nerede,
diyeceksiniz. Kitabın editörü Çiğdem Uğurlu k24’deki yazısında öykülerin edebi
değerine dikkati çekerek “Ben, ‘Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti’
hakkında ikna olmuş bir okurum” diyor (t24.com.tr/k24/yazi/bir-de-perihan-var-13-yasinda,45).
Ben de aynı düşüncedeyim. Dile, anlatıma hakim olmadan böyle yazmak olası
değil.
Ferat Emen, işlediği konularla, diliyle, anlatımıyla farklı ve iyi bir
yazar. İyi öykü okumak isteyenlere “Perihan’la Alâkadarlar Cemiyeti”ni de
“Hüsniye Hanımın Ağzı”nı da öneriyorum. 04.03.2014
Yorumlar